23 Aralık 2015 Çarşamba

PEK ÇOK SORUNUN CEVABI (MAİLLERE CEVAPLAR)

ATATÜRK HAİN MİYDİ?

(İyi niyetli olup da art niyetli neşriyatın etkisinde kalan ve Atatürk hakkında yanlış hükme varan insanlarımız lütfen bu yazıyı dikkatlice okusunlar. Hatta sadece okumakla kalmasınlar ve herkese de okutsunlar İnşallah.)



“Osmanlı - Türkiye Mukayesesi” kavramı üzerinden çirkin oyunlar oynanıyor.
Osmanlı düşmanları Vahdettin Han’a;  Türkiye düşmanları da Atatürk’e saldırarak Türkiye düşmanlığı yapıyorlar.

Osmanlı düşmanlarının iddiaları şunlar:

“Vahdettin vatan hainiydi. Türk Milletini sattı. 9.Ordu Müfettişi olarak önce tayin ettiği Atatürk’ü sonra görevden azlederek hatta hakkında idam kararı vererek Türk Milletine ve bağımsızlık mücadelesine ihanet etti. İngiliz gemisine binip kaçtı” diyorlar.

Türkiye düşmanlarının iddiaları ise şunlar:

“Atatürk vatan hainiydi. Vahdettin’i satışa getirdi. Padişahlığı kurtaracakmış gibi önce Vahdettin’in kendisini görevlendirmesi sırasında ona tabi oldu. Görevi alıp, Anadolu’ya geçip, taraftar toplayınca da Vahdettin’i tanımadı, isyan etti. Hatta payitahtın emrinden çıkıp İngiliz’in emrine girdi. Hem Osmanlıya hem de Türk Milleti’ne ihanet etti. Kurtuluş Savaşı hiç yapılmadı. İngilizler savaş yapmadan çekip gitti. Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk’e kurdurdular, saltanatı kaldırttılar, Hilafeti kaldırttılar, bununla kalsa iyi Kuran kanunlarını yok sayıp yerine batı kanunlarını ikame edip Laikliği getirdiler.” Diyorlar. 

Daha ileri giden şerefsizler de var:

Atatürk’ün kişilik haklarına saldıranlar. Filistin’deki Orduyu savaşmadan çekip Filistin’i İngiliz’e savaşmadan bağışladığını iddia eden de. O kendini bilir. Şerefsizin önde gideni bir PKK’lıdır.

Aşağıda detaylı yazacağız ama sadece bu iddianın cevabını burada verelim. Filistin’deki Osmanlı Birliği on bin kişiden oluşuyordu. Sekiz bin tanesi şehid olmuştu. Atatürk kalan iki bin askeri geri çekti. (Bre şerefsiz! O sekiz bin asker savaşmadan mı şehit oldu?)

Atatürk düşmanları Vahdettin Han’ı yükseltirken, Vahdettin düşmanları Atatürk’ü yükseltiyorlar. Amaçları birini yükseltmek değil ikisini de alçaltmak. 

Aslında bunların tamamı TÜRKİYE ve TÜRK MİLLETİ DÜŞMANIDIR. 

Zamana ve duruma göre bir Atatürk dostu Vahdettin düşmanı oluyorlar; bir Vahdettin dostu, Atatürk düşmanı oluyorlar. Yüz yıl önce Vahdettin düşmanı, Atatürk dostuydular. Şimdi ise Vahdettin dostu Atatürk düşmanı oldular.

Peki yüz yıl önce İngilizler kime dost kime düşmandılar? Şimdi kime dost kime düşmanlar?

Evet yüz yıl önce İngilizler de Vahdettin düşmanı Atatürk dostu idiler. Şimdi ise Vahdettin dostu Atatürk düşmanı oluverdiler.

(O zaman Osmanlının öyle yıkılması gerekiyordu, şimdi ise Türkiye’nin böyle yıkılması gerekiyor.)

NE ATATÜRK NE DE VAHDETTİN KESİNLİKLE HAİN DEĞİLDİ.


(Hem de en iyisi)


TAM TERSİNE VAHDETTİN BÜYÜK BİR DEVLET ADAMI, ATATÜRK DE OSMANLININ YETİŞTİRDİĞİ EN BÜYÜK KOMUTANDI. VE BURAYA DİKKAT VAHDETTİN HANA GÖRE ATATÜRK TÜRK MİLLETİ’NİN TEK UMUDUYDU. DOĞRU OLDUĞU DA İSPAT EDİLDİ.

İŞTE İSPATI:

Vahdettin Han’a saldıranlara cevaplar:

Vahdettin Han bir yıl sonra kendisini satışa getirecek Atatürk’ü yeni mi tanımış ki 9.Ordu Müfettişi olarak onu görevlendirmiş? Osmanlı Ordusunda başka paşa mı yoktu? Neden Atatürk?

Çünkü Vahdettin Han Atatürk’ü çok eskilerden tanıyordu. Gençliğinde Avusturya’ya birlikte gitmişlerdi. Yol arkadaşıydı. Atatürk, Osmanlı Subayları içinde Vahdettin Han’ın en sevdiği ve en güvendiği, en yakın subay arkadaşıydı. Vahdettin Han, Atatürk’ün Osmanlının en zeki, en başarılı subayı olduğunu gayet iyi biliyordu. Vahdettin bir yıl sonra kendisini satışa getirecek bir subayı 9.Ordu Müfettişi atayacak kadar APTAL DEĞİLDİ. Gerçek aptal Vahdettin Hanın aptal olduğunu düşünenlerdir. İngilizler de böyle düşünmüşlerdi.  

Vahdettin Türk Milleti’ni sattı mı? İngiliz gemisine binip kaçtı mı?

Vahdettin, Türk Milleti’ni İngilizlere sattıysa karşılığında da bir şey almış olmalı. Ne almış? İngiliz gemisine binip giderken Osmanlı Sarayından ne götürmüş? En azından likit, para, altın, mücevher götürmesi lazım değil mi?

Gerçek şu ki Vahdettin Han Türk Milleti’ni asla satmamıştır. Bu cennet vatanı Atatürk’e emanet ederek saltanatın kaldırılabilmesi ve Cumhuriyetin kurulabilmesi için bu aziz Milletin geleceği için kendisini feda etmiştir. Esir olarak gitmiştir. Hiçbir şey çalmamış, götürmemiş, hatta şahsi varlıklarını bile bırakıp gitmiş; gittiği yerde fakir, fukara olarak yaşamış ve cenazesi bile ortada kalmıştır. Şam Valisi cenaze masraflarını karşılamış ve Şam’a defnedilmiştir. Bu mu vatan haini?

Vatan haini öyle olmaz şöyle olur: 

Giderken nesi var nesi yoksa alır; üstüne hazinenin altınlarını da katar ve doğrudan HAVAİ’ye kaçar. İngiliz gemisiyle de gitmez, İngilizler gelmeden kaçar. Aksini düşünen aptaldır.
Vahdettin bahsini kısa keselim, konu uzun.

Ancak yukarıda çok kritik bir cümleye yer verdik açmak zorundayız:

Osmanlı Padişahları birçok kez Cumhuriyete geçmek istediler. Ama Arapların durumundan dolayı hep vazgeçmek zorunda kaldılar. (İngilizlerle iki yüz yıldan beri metres hayatı yaşıyorlardı)

2.Mahmut Han, Abdülhamid Han Cumhuriyet için çok istekli oldular ama İngilizlerin bunu Osmanlı aleyhine kullanmaları nedeniyle yapamadılar. 1.Dünya Savaşında Araplar ayrılınca da CUMHURİYET ZORUNLU OLDU. VE BİR FIRSAT OLARAK VAHDETTİN’İN ÖNÜNE GELDİ.

ATATÜRK DE DAHA KURMAYLIK DÖNEMLERİNDE CUMHURİYETÇİ BİRİ OLARAK BİLİNİYORDU. VAHDETTİN HAN ATATÜRK’ÜN CUMHURİYETÇİ OLDUĞUNU ÇOK İYİ BİLİYORDU. BU SIR DEĞİLDİ HERKES BİLİYORDU. 

VAHDETTİN HAN ATATÜRK’Ü ANADOLU'YA GÖNDERİRKEN, CUMHURİYET KURACAĞINI DA ÇOK İYİ BİLİYORDU VE KENDİSİ DE BUNU ÇOK İSTİYORDU. 
VE BU KONUDA TEK GÜVENDİĞİ KİŞİ DE ATATÜRK’TÜ. BAŞKALARI PADİŞAH DA OLABİLİRDİ DEĞİL Mİ?  ATATÜRK BU GÜVENE LAYIK OLDUĞUNU DA İSPAT ETTİ. BU KONU BU KADAR YETER.

GELELİM ATATÜRK DÜŞMANLARINA:

Atatürk, Vahdettin’e ihanet etmişse Anadolu’daki tek paşa Atatürk müydü? Diğer Paşalar İstanbul ile Padişah ile haberleşmiyorlar mıydı ki koşarak Atatürk’ün emrine girdiler?

Kazım Karabekir Paşa’nın İstiklal Harbinin Esasları isimli kitabını okumadan o kitabı okuyup da Atatürk aleyhine kullanan bazı şerefsizlerin kulaktan dolma sözlerine itibar edenler bizzat kendileri okusunlar. Kazım Karabekir Paşanın Atatürk’ü hainlikle suçlayan ya da ima eden tek bir kelimesi var mıdır? Yoktur. Sadece bir komutan olarak bazı konularda kendi açılımlarını da eklemiştir. Olay budur.

Anadolu’daki tüm Osmanlı Komutanları Atatürk’ün emrine Vahdettin’e düşman oldukları için değil hem Vahdettin’in emriyle hem de Atatürk’ü bildikleri ve çok sevdikleri için girmişlerdir.

Hangi komutan 1919- 1923 döneminde Atatürk’e karşı çıkmıştır? Hiç biri. Hepsi olayın farkındaydı. Ancak sayıları çok az ve konu sır olduğu için açıklanmamıştı. Spekülatif dedikodularla Atatürk düşmanlığı da bu yüzden gelişti. Biri çıkıp da o komutanların her şeyi açıklayıverseydi herkes Atatürkçü olacaktı. O başka.



Ölünceye kadar Vahdettin de Atatürk de birbirlerinin aleyhine konuşmadılar. Belki işin sırrı gereği o zaman Vahdettin Hanın aleyhine konuşulması gerekiyorduysa da yine ölçüde kusur edilmemiştir. Bu konuda esas kriter Vahdettin Hanın sözleridir ki Atatürk’ün aleyhine tek sözü yoktur. Kriterdir çünkü Vahdettin Han Atatürk’ü övmek zorunda değildi. Belki Vahdettin kötülenmek zorundaydı ama Vahdettin Han için durum farklıydı. 

Atatürk’ün hain olduğuna inansa kesinlikle Atatürk aleyhine sözleri, makaleleri, açıklanacak yazıları olurdu. YOKTUR. BULAMAZLAR. ÇÜNKÜ VAHDETTİN ATATÜRK’Ü BİZDEN BİLE ÇOK SEVİYORDU. ÇÜNKÜ BİZDEN ÇOK İYİ TANIYORDU.

KURTULUŞ SAVAŞI HİÇ YAPILMADI MI?

İngilizler İstanbul’a Mondros Ateşkes Anlaşması ile savaş yapmadan girdiler. Lozan Antlaşması ile de savaş yapmadan çıkıp gittiler. Mondros Damat Ferit’in imzaladığı teslim anlaşmasıydı.
Lozan Antlaşması ise şu şartlarda yapıldı:

Evet İngilizler saltanatın, hilafetin, Kuran kanunlarının kaldırılmasını, Cumhuriyete geçilmesini, laiklik getirilmesini istiyorlardı. Yeni kurulan Cumhuriyetin batıya düşman bir tehdit değil batı normlarında batı dostu, batılı bir ülke olmasını istiyorlardı.

Sadece bunları isteseler iyiydi çünkü bunların bir kısmını Osmanlı Padişahları da istemiş ama yapamamışlardı. Başka neler istiyorlardı?

Üniformalı askerlerini çekip üniformasız askerlerini yerleştirmek bu cennet vatan sanki Türkler tarafından yönetilen Milli bir devletmiş gibi göstererek Türk Milletini kandırmak ve tıpkı eski sömürgeleri gibi yüzyıllar boyunca sömürmek istiyorlardı.

PEKİ BİZİM ELİMİZDE NE VARDI?

Osmanlı Devleti olarak Afrika’daki Ortadoğu’daki tüm topraklarımızı kaybetmiştik. Üstelik bunu da İngilizler ordularımızı yenerek değil Arapları ayaklandırarak başarmışlardı. Araplar bize ihanet etmişlerdi.(Bugün de aynı durum Kürtler için söz konusu, İnşallah İsrail’in oyununa gelmezler)

Arap Yarımadası, Irak, Suriye gitmişti. Yetmedi doğuyu Ermenilere, batıyı da Yunanlılara vermek istiyorlardı. Doğuda Ermeniler İngiliz ve Fransız silahları ile köylerimizde Türk, Kürt vatandaşlarımızı katlediyorlardı. İzmir’e Yunanı çıkarmışlar, Ankara’ya kadar gelmişlerdi.

Türk Milleti kırılmıştı, savaşacak ordumuz yoktu. Yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan oluşan on milyonluk mazlum, gazi bir millet.



Savaşacak Osmanlı Ordusu kalmadığından masada, ordusu olan İngiliz ve Fransız konuşacaktı. İngilizler yukarıdaki tüm isteklerine ilaveten Yunanlıların batıda alan hakimiyeti kurmasını istiyorlardı. Fransızlar da doğuda Ermeniler için aynı şeyi istiyorlardı. Aslında İngiliz ve Fransızlar Türkleri Anadolu’dan tamamen çıkarıp Orta Asya’ya yeniden göndermek istiyorlardı. Ama bunun imkansız olduğunu da biliyorlar ve Lozan'a oynuyorlardı.

Aziz İstanbul’un doğu yakasına İngilizler, batı yakasına Fransızlar çökmüş Anadolu’daki köpeklerinin (Yunan ve Ermeni) neler yapabileceklerini izliyorlardı.

Daha Türk Milleti Yunanın, Ermeni’nin hesabını görememişti ki sıra İngiliz’e, Fransız’a gelsin. Çok rahattılar ama bilmedikleri bir şey vardı.

Evet Türk Milleti düzenli Ordularını kaybetmişti ama İSTİHBARATI VE GAYRİ NİZAMİ ORDULARI dimdik ayaktaydı.  



Ülkenin bu hale geleceğini daha 1900 yılında gören Cennetmekan Abdülhamid Han Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurmuş ve her türlü önlemi almıştı.

Bu teşkilatın en başta gelen en başarılı subayları ise Mustafa Kemal ile Enver Paşa’ydı. Öyle ki daha Trablusgarb’da görev almışlar ve meşhur Libya kartalı Ömer Muhtar’a o gerilla taktiklerini bizzat Atatürk vermişti.

İttihat Terakkiye birlikte girmişler Enver Paşa Alman yanlılarına, Atatürk ise İngiliz yanlılarına yakın olmuştu. Osmanlı Almanlar’ın yanında savaşa girmeye karar verince Atatürk İttihat ve Terakki'den ayrıldı.Enver Paşa ise orada kaldı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti ülkeyi kanser gibi sarmış Yahudi, Ermeni ve Rumlardan oluşan bir hain şebekesiydi. Masonlar tarafından yönetiliyordu ve arkalarında tüm kafir dünyası vardı.Hepsi destekliyordu. Tasfiye etmek imkansızdı ama yönetiminde etkili olmak mümkündü.Şimdi o görev Enver Paşa'daydı. Almanlara karşı savaşa girilecek olsaydı belli ki Atatürk orada kalacak, Enver Paşa ayrılıp savaşın sonucunu bekleyecekti.

Bir parantez:
(Goben ve Bröstlav hikayedir. (Yavuz-Midilli) Osmanlı, savaşa Almanların yanında girmeye çok önce karar vermişti. Çünkü başka çaremiz yoktu. Osmanlıyı yıkmak isteyen bizzat İngilizlerdi. Almanlar değildi. Almanlar kazansaydı Osmanlı kurtulacaktı. İngilizler kazanırsa da Cumhuriyet kurulacaktı. Olay bu kadar nettir ve hepsi Yıldız İstihbarat Teşkilatının Planıdır.)


(Atatürk ve dava arkadaşı Enver Paşa.Osmanlının en iyi ajanları Libya'ya İtalyan'lara karşı Ömer Muhtar'a taktik vermeye gidiyorlar)

Lozan bu şartlarda yapıldı, Cumhuriyet bu şartlarda kuruldu. Düzenli ordumuz yoktu ama istihbarat devletimiz vardı ve dimdik ayakta kaldı. Burayı açmak biraz zor sadece şu kadar yazalım:

Atatürk Türk Gençliğine hitaben yaptığı tüm hitaplarda özellikle şu kelimeyi sürekli tekrarlamış ve üstüne basa basa söylemiştir.
“BAĞIMSIZLIK”

EVET. BU ÜLKE BİR SİYASİ DEHA OLAN VAHDETTİN İLE BİR ASKERİ DEHA OLAN ATATÜRK’ÜMÜZ TARAFINDAN O ŞARTLARDA KURULMUŞ VE BU GÜNLERE GELMİŞTİR.

Varsın İngiliz, Fransız “bizim dediğimiz oldu” desin. Onlar öyle bilsin. Türkiye üzerine İngiliz’in, Fransız’ın oynadığı oyunlar artık anlaşılmıştır. Ama Atatürk’ün onlara vurduğu siyasi darbeler sadece askeri bir deha değil aynı zamanda siyasi bir deha olduğunu da ispat etmiştir.

Lozan’da onlara söylenen şudur:

İstedikleriniz bunlar mı? “Tamam” denildi. (Karşılığında Anadolu ve Misakı Milli sınırları kurtarıldı. Çünkü bu sınırlar Osmanlı’nın Fatih dönemine eş değerdeydi. Hayır dense savaşacak güç yoktu. Yunanı ve Ermeni’yi destekleyip Anadolu’yu tamamen kaybettireceklerdi. Lozan için kullandılar.)

“Tamam” denildi. Çünkü:

Cumhuriyeti zaten biz de istiyoruz. Saltanatı kaldırmayı. Hilafeti zaten Ordu yoksa koruyamayız, tutmanın da anlamı yok. Batı kanunları? İşimize gelirse tutarız, istediğimiz zaman kaldırırız.

Üniformasız askerler! Üniformalı itler defolsun, üniformasız itlere de katlanırız. Tabi bir yere kadar. Gerektiğinde de gerekli dersi veririz. Kurulacak sistem içinde bu kısmen mümkün.

NE ZAMANA KADAR?

DÜZENLİ ORDULARIMIZ ONLARIN DÜZENLİ ORDULARININ KARŞISINA ÇIKIP PERİŞAN EDEBİLECEK GÜCE ERİŞİNCEYE KADAR. O DA MELHAMEİ KÜBRADIR İNŞALLAHU ALLAHU EKBER.

Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında 1923- 1938 arasında Türkiye’nin en önemli sanayi yatırımlarını yaptırmış, bir an önce bu aziz milletin onlar kadar güçlü olması için çabalamıştır.

ABD, hiç devreye girmeseydi çoktan güçlü bir ülke olacaktık. Düşünebiliyor musunuz daha 1926 yılında Atatürk Kayseri’de savaş uçağı fabrikası açtırmış ve ilk savaş uçağımızı uçurmuştuk. ABD devreye girip, NATO üyesi olup, ithale döndürülünce yerli savunma sanayi kilitlenmiştir. Bugün bu konudaki gelişmeler de bu güne kadar ki tüm gelişmeler de ABD ile değil ABD’ye rağmen yapılmaktadır. ABD düşmanlığının yükseldiği dönemlerde ABD dostları aracılığı ile kendisini affettirmek amacıyla ikinci ellerinde kolaylıklar da sağlamıştır ama tam milli olmasına da asla izin vermemiştir.  

Bir parantez: (Bakınız İran ABD ile arası iyi iken değil; ABD ambargo koyunca milli savunma sanayinde önemli gelişme sağladı.)

Evet bu ülke iki unsur üzerine kuruldu. Öyle olması gerekiyordu. Milli unsurlar ve gayri milli unsurlar.

Bizler hep gayri milli unsurları gördük, kendi aralarındaki mücadelelere şahit olduk. (27 Mayıs da ABD’nin Menderesine karşı İngiltere tarafından yapılmıştı.) 

Ama milli unsurlar hep gizli kaldılar. Ve onların başındaki isim de ATATÜRK’ DÜ. Bir numara ATATÜRK’DÜ.

İki numara ise Mareşal Fevzi Çakmak’tı. Ötekileri biz de bilmiyoruz ama Atatürk bizim için hep bir numara olacak kalacak. 

Ta ki Hz. Mehdi AS sancağı teslim alıncaya kadar.

Şunu da ekleyelim ve bu konu artık tamam olsun:

Ajan ne demektir?

Ajan camiye de gider, havraya da, kiliseye de gider tarlaya da. Yerine göre rakı içer, yerine göre zemzem. Bir gün cübbe giyer bir gün smokin.

Sonra bir gün İngiliz kamerasının karşısına geçer ve gökten inen yıldızları anlatır. Jetonları düşenler çektikleri ve MI6'da sır gibi sakladıkları görüntüleri doksan yıl sonra bizzat kendi elleriyle sosyal medyaya yüklemek zorunda kalır.

Ama nafile, atı alan Üsküdar'ı geçmiştir. Geçmiş ola. İngiliz'in borusu ötmez olmuştur.Sıra ABD'nin davuluna gelmiştir.İki yıl daha çalacak sonra o da patlayacaktır İnşaallahu Allahu Ekber. 

NOT: Bu yazı daha önce yayınlanmıştı.Maillere toplu cevap olarak yayınladık.


ATATÜRK'ÜN VASİYETİ OLABİLİR


KURTLAR VADİSİNDE BU AKŞAM ON YIL ÖNCESİNDEN YAZILAN BİR MEKTUP OKUNACAK. BU MEKTUP İLE ATATÜRK'ÜN VASİYETİ İMA EDİLİYOR OLABİLİR. 




MERİÇ TUMLUER BU VASİYETİN BU GÜNLERDE AÇIKLANACAĞINI SÖYLEDİ.DAHA DOĞRUSU BU AYLARDA AÇIKLANMASINI BEKLİYOR.

HATTA VASİYİ DE BİLİYOR.YANİ AÇIKLAYACAK OLANI. KURTLAR VADİSİ TABİ Kİ VASİYETİN İÇERİĞİNİ KASTETMİYOR AMA ATATÜRK'ÜN VASİYETİNİ İMA EDİYOR OLABİLİR.






BURADAN DİRİLİŞ ERTUĞRUL DİZİSİ YAPIMCISI VE SENARİSTİ MEHMET BOZDAĞ BEYE DE BİR TAVSİYEDE BULUNALIM. 

DİZİDE İBNÜL ARABİ HAZRETLERİNİ HAYATINI ANLATIR GİBİ ROLLENDİRİYORSUNUZ. DİZİYİ DE SEVEREK İZLİYORUZ AMA İBNÜL ARABİ'Yİ ANLATIRKEN ATATÜRK'E DEĞİNMEDEN ANLATILAMAZ.

ÇÜNKÜ ATATÜRK'Ü TÜRK MİLLETİNE İLK ÖNCE (TAM YEDİ YÜZ YIL ÖNCE) MÜJDELEYEN DE ARABİ OLMUŞTU.

DİZİNİN BUNDAN SONRAKİ BÖLÜMLERİNDE İBNİ ARABİ'NİN ATATÜRK İLE İLGİLİ SÖZLERİNİ DE SENARYOYA KATMALISINIZ.

HATTA SİZE BİR İPUCU DA VERELİM:

EMANET OLAN O SANDIK VAR YA İŞTE O SANDIK BEYDEN BEYE, SULTANDAN SULTANA TA ATATÜRK'E KADAR GELMEK ÜZERE TESLİM EDİLMİŞ BİR SANDIKTIR ALLAHU ALEM.

2016

TÜRKİYE, ŞU ANDA AHİR ZAMAN OLAYLARININ NERESİNDE?




Türkiye ile ilgili hadis yorumları ve alimlerin ifşaatları doğrultusunda 2016'yı değerlendirmek istiyoruz.

Türkiye şu anda ahir zaman olaylarının "SIRA TÜRKİYE'DE" aşamasındadır. Tunus'da başlayıp Suriye'ye kadar gelen "Arap Baharı" isimli "Büyük İsrail" projesinin Türkiye ayağına gelindi.

Libya'da yedi kabileyi kullanıp iç savaş çıkaranlar aynı iç savaşı Türkiye'de Kürt Ayaklanması ile gerçekleştirmeye çalışıyor.

Halk desteği olmayan PKK'nın güçlendirilerek TBMM'ne girecek kadar halk desteğine kavuşması, sonra silahlandırılıp ayaklanmaya teşvik edilmesi tesadüf değil. 

AKP'nin 7 Haziran öncesi "Açılım" politikasından yüz seksen derece dönüşle çatışma aşamasına geçişi de öyle. 

Evet bazılarının söylediği gibi AKP, önce PKK'ya zeytin dalı uzatarak bir şans verdi ve PKK bu şansı değerlendiremeyince politika değiştirdi. 

Ama ABD açısından politika zaten en başından beri buydu. Yani Açılımı da ABD istedi, çatışmayı da. Onların planlarında bir  değişiklik yok.Sadece halk desteği olmayan PKK'ya o destek sağlandıktan sonra çatışma aşamasına geçildi.Olay bu. AKP yine kandırıldı. 

2016'da terör olayları artarak devam edecek. Çünkü PKK, halkın örgütü olmadığının farkındaydı ve YDGH ile halkın örgütü olmak istedi ve belli bir aşamaya da geldi. Sur'da, Cizre'de, Nusaybin'de yaşanan olaylar bunun kanıtı.

Ayrıca bu olaylar PKK'nın arkasında İsrail'in olduğunun da en büyük kanıtı.Nasıl mı?

Gazze'de Filistinliler İsrail'e karşı hangi yöntemleri  kullanagelmişler ise, bugün de PKK o bölgelerde aynı yöntemleri kullanıyor. 

İlçelerde evleri birbirlerine tünellerle bağlıyor ve bu tünellerden mühimmat akışı sağlıyor. Kaçarken de yine bu tüneller kullanılıyor. Bu aklı veren İsrail.O kadar net. 

Rus ajanlar da bölgede. 

Demirtaş önce ABD'ye gitti sonra Rusya'ya. ABD Türkiye'ye karşı PKK konusunda ikili oynuyor. Müttefiki Türkiye'ye karşı yüzü tutmadığı için bunu yapıyor.Demirtaş'ı Rusya'ya gönderen ABD. "Git Rusya'nın desteğini al, ben de destekliyorum" diyor.

Rusya PYD 'ye destek vereceğini açıkça söyledi. Ama esas gizlenen PKK'ya vereceği destektir. Aslında PYD/PKK aynı ve fark etmiyor. Şimdi PYD'ye verilen destekler o bölgelerde karşımıza PKK'ya verilen destek olarak çıkacak.

Rusya'nın PYD/PKK'ya vereceği destekler kısa vadede aleyhimize gibi gözükse de uzun vadede lehimize olacak.

Çünkü Ortadoğu'da IŞİD, düşmanın adıdır. Yani..

ABD'nin IŞİD'i Rusya, Rusya'nın IŞİD'i ABD'dir aslında. 

IŞİD üzerinden birbirleri ile savaşıyorlar ve bu savaşta ABD'nin çok değil 2016 sonlarına doğru PYD'yi de PKK'yı da satacağı çok açık. Satılamayacak tek ülke var Ortadoğu'da, o da Türkiye.

Mart ayından sonra PKK sokaklarda terörü çok daha artıracak. Öyle ki Rusya'nın da desteği tamamen ortaya çıkacağından Türkiye'de Rusya-Türkiye ilişkilerinin gerilmesinden rahatsız olanlar ile rahatsız olmayanlar arasında bir rekabet oluşacak. Ve alimlerin yorumlarına göre bu rekabette Rusya yanlıları galip gelecek. 

Yani Türkiye'de yazın başlarında Rusya ile ilişkilerin bozulmasından rahatsız olanların söylemleri geçerli olacak. Rusya yöneticilerinin özellikle Türkiye yerine AKP'yi hedef almaları da buna katkı sağlayacak.

Yine alimlerin hadis yorumlarına göre Nisan ayında Suriye işgal edilebilir ve bu işgal Türkiye'yi de olağanüstü etkileyebilir.

AKP için Nisan ayı yönetimde "Keşke olmasaydım" ayı olabilir. AKP ülkeyi yönetemez hale gelebilir.Neye göre? Delil ne?

Şeyh Abdullah Dağıstani Hazretleri üç aylık bir kaos ortamından bahsediyordu. Ve zamanlama olarak da AKP'nin iktidarda olduğu dönemin hemen akabindeki dönemi işaret ediyordu.

Peki stratejik olarak bu nasıl olabilir?

İşte PKK,HDP Rusya'da. Vatan Partisi temsilcileri de oradaydı. Ermenistan da PKK'ya açık desteğini Moskova'da gösterdi.

Vatan Partisi yöneticileri Moskova'ya Rusya'nın PKK/PYD'ye vereceği desteği engellemek için gittiklerini açıkladılar. 

Ama şunu görmüş olabilirler: HDP barajı geçen bir parti, Vatan partisi ise daha küçük.Rusya bu nedenle Vatan Partisi yerine HDP, PKK, PYD' yi seçmiş ve Ulusalcılara göre Türkiye için riskli bir ortam doğmuş olabilir.Rusya da bu desteği açıkladı zaten.

Başkaları Vatan Partisi'ni; tıpkı Rusya gibi, zayıf bir yapı olarak görebilir ama bize göre hiç de öyle değil.Bunu Nisandan itibaren görmeye başlayacağız.

Yine alimlerin ifşaatlarına göre 2016 yılı Türkiye için silkinip, uyanma yılı olacak. Ağustos ayından itibaren maziye şöyle bir bakıp neleri kaybettiğimize ve elimizde neler kaldığına dair bir analiz ile yepyeni bir hedefe kilitleneceğiz. 

Ama belaların en büyükleri de o zaman başlayacak. Ama hiç değilse içte fitne ve fesadın bittiği, birlik ve beraberliğin sağlandığı, kardeşliğin hakim olduğu bir ortam olacak ve başaracağız inşallah.

Türkiye'yi bekleyen en önemli olay 3.Dünya Savaşına ev sahipliği yapacak olmamızdır. 2018 Dünya Kupası maçlarına ev sahipliği yapacak olsaydık daha üç beş sene öncesinden yeni yeni statlar yapmaya başlar ve envay türlü hazırlıklar için içtima olurduk. Ama 3.Dünya Savaşı o kadarda önemli değil.

Mi acaba?

3.Boğaz köprüsünü de açıyoruz. Hayırlı olsun.

Hayırlı olsun da uzun menzilli bir füze atılırsa koruyacak mekanizmamız var mı? Varsa hayırlı olsun.

Ya yoksa?
İşte bu sitede bas bas bağırdığımız konu buydu.

ABD her ay bir tane köprü yapar, çünkü onu yıkacak güç daha dünyaya gelmemiştir. Ya bizim?

Önce o köprüleri, limanları, hava limanlarını koruyacak savunma gücünü oluşturmalıydık, sonra o devasa yatırımları yapmalıydık. "Kendine güvenen gelsin" demeliydik. Olay buydu. O devasa yatırımlara harcanan bütçelerle neler yapılmazdı ki?

"Yine yapılıyor"

Evet ama bizi internet sitelerindeki resimler değil komutanlarımızın elindeki ve emrindekiler ilgilendiriyor. 2023 de teslim edilecekler değil 2016'da komutanlarımızın emrindekiler ilgilendiriyor.

Alimlerin hadis yorumlarına göre Türkiye için 3.Dünya Savaşı 2016 da başlayacak ve 2023' e kadar sürecek. Tüm dünya için de 2018 de 3.Dünya savaşı başlayacak. 2023'ü şimdi bir daha düşünelim.


Adamın biri yıllardır düşmanı olan birine belindeki tabancayı göndermek ister.Götürecek adam:

"Bunu niçin yapıyorsun, o senin düşmanın değil miydi" der. O da:
"
"Evet hala düşmanım. Ama ben de şimdi öyle bir silah var ki onu buradan öldürebilirim.Elin içinde silahsız ölmesin,zavallı" der.

Bilmem anlatabildik mi?

Bir parantez:
"2.Dünya Savaşında Hitler sadece bir ayda iki denizaltı, yüz adet tank teslim ediyordu Alman ordusuna. Kavgam isimli kitabından isteyen okuyabilir. Yani 2016 da değil.Tam 70 sene önce."

Devam...

Türk Cumhuriyetlerinin Rusya'nın safında kalacağını ama Azerbaycan'ın durumunun riskli olduğunu daha önce yazmıştık. Bugün bu teyit edildi. 

Türk Cumhuriyetler Rusya'nın yanında olduklarını açıkladılar. Kısa vadede aleyhimize olan bu olay uzun vadede lehimize sonuçlanacaktır İnşallah.Yani üzücü bir olay değil. ABD'nin PKK'ya verdiği destek ile benzer anlamdadır.

ABD'nin Ukrayna'ya verdiği destek ile Rusya'nın Taliban'a destek açıklaması, ABD ile Rusya arasındaki gerilimin tepe noktasıdır.

ABD'nin Rusya'ya karşı mali yaptırımları artırması da Rusya'nın misillemesine neden olacaktır.Rusya'nın misillemesi ÇİN ile anlaşarak olursa ABD'nin işi zora girer. Çin'siz bir misilleme ekonomik anlamda yapılamaz. Taliban'a füze verir o kadar.


***

ABD'nin Yahudi kanadı Türkiye'nin yeniden PKK ile görüşmesini istedi.Öcalan'ın devreye girmesini istiyorlar. Önceden yazmıştık.Tekrar edelim: Eğer Süfyan Türkiye'den çıkacaksa Öcalan'dan başkası olamaz.

ABD'nin bu önerilerine kesinlikle alet olunmamalı. Öcalan bırakılmamalı. Sürece yeniden dönülmemeli ve PKK tamamen ve hızlı bir şekilde temizlenmelidir.

2016 yılında PKK tamamen yok edilmeli. İlk önce de elebaşıları öldürülmeli.Yakalanmamalı, öldürülmeli.İşte Kandil orada. Bunu yapacak gücümüz var.İnşallah.

Yok eğer Süfyan, Türkiye dışından çıkacaksa en birinci adayımız yine Kardavi'dir.Bunu da yazalım.
Recep ayında çıkacak.2016 yılının Recep ayı 8 Nisan'da giriyor.Ama tarih Öcalan'a da uyuyor.

***
Elbette hepsi bir tahmin. Alimlerin hadis yorumları ışığında yapılmış güncel tahminler. Doğru çıkmayabilir. Herşeyin en doğrusunu Allah cc bilir.
  

22 Aralık 2015 Salı

15 Aralık 2015 Salı

PKK İLE MÜCADELE NASIL YAPILMALI?

PKK'NIN HEDEFİ; KÜRT HALKINI YANINA ÇEKİP, SİLAHLANDIRIP İSYANA TEŞVİK ETMEKTİR.





PKK İLE MÜCADELEDE ATATÜRK'ÜN EMRİ YERİNE GETİRİLMELİDİR.

ATATÜRK " HATTI MÜDAFAA YOKTUR, SATHI MÜDAFAA VARDIR, O SATIH BÜTÜN VATANDIR" DERKEN SADECE MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNİ KAST ETMİYORDU. İŞTE BUGÜNLERİ DE ANLATIYORDU.

PKK ile mücadele güneydoğuda bir mezrada, bir köyde ya da ilçede yapılmaz. İşte Diyarbakır.
Nihai hedeflerine ulaşmak için en büyük mevzidir Diyarbakır. PKK şu anda güneydoğuda Diyarbakır, Batman ve Siirt ile Şırnak arasındaki bölgede alan hakimiyeti kurmak istemektedir. Burada az çok bir başarı elde edebilirlerse orayı tamamen yabancı güçlerle doldurmayı amaçlıyorlar.
Kahraman ordu buna müsaade etmez. 

Ama PKK ile mücadelede bu da yetmez.

PKK ile mücadele Edirne'den Hakkari'ye, Muğla'dan Artvin'e kadar tüm vatan sathında yapılmalıdır. 
Nusaybin'de, Cizre'de, Silopi'de (Yarın Eruh'da, bunu da ekleyelim çünkü olacak) Silvan'da Sur'da yani Diyarbakır'da zaten kahramanlar işini yapıyor ve başarılı olacaklar.

Ama aynı başarıya karşılık sivil siyasetin de hatta yasama, yürütme ve yargısıyla tüm devlet kurumlarının da katılması ve askerin başarısını her yönüyle desteklemesi gerekmektedir.

PKK'ya destek olan tüm işletmelere operasyonlar yapılmalı ve delilleri olanlar TMSF'na devredilmelidir.

PKK'ya maddi destek sağlayan yeraltı kaçakçılık örgüleri ve mafya oluşumları çökertilmeli ve tamamı hapse tıkılmalıdır.

Silah,uyuşturucu, sigara kaçakçılığı gibi bütün gayrimeşru işleri PKK'nın yaptığı aşikardır. Bunlara operasyonlar yapılmalı ve kökü kurutulmalıdır.

PKK yanlısı yayın yapanların tamamı kapatılmalı ve sorumluları cezalandırılmalıdır.

Üniversitelerde öğrenci kılığında teröristlik yapanların okullarla ilişiği kesilmeli ve yargı önüne çıkarılmalıdır.

PKK'yı çağırıştıran tüm sembol, isim vb görsel malzemeler yasaklanmalı ve propaganda yapanlar cezalandırılmalıdır. 

Eline silah alan PKK'lılar öldürülmeli almayanlar da vatandaşlıktan çıkarılmalıdır. Bindirilsin gemilere gönderilsin Avrupa'ya. Bakınız o kadar çok sevdikleri PKK'lıları Akdeniz'in ortasında ne yapıyorlar? Suriye'li masum mültecilerin sandallarını kasten batıranlar PKK'lıları herhalde şekerle karşılamaz.

YDGH örgütünü tamamen devletin insancıl yaklaşımları büyüttü. Toleranslar terörist üretti.Önce Tomalara karşı taş attılar, sonra molotof. Baktılar ki bir şey diyen yok.(Demirtaş bunu nasıl ifade etmişti: "Korku duvarını yıktık" diyerek.) Şimdi hepsi asker polis katili silahlı terörist oldu.

Askere, Polise taş, molotof atanlara da VUR EMRİ VERİLMELİYDİ.Ya da yakalanıp vatandaşlıktan çıkarılmalıydı bunlar.

Gelelim terörist elebaşılarına...

TBMM'de HDP gibi arkasını PKK'ya dayadığını açıkça ifade eden bir terör partisinin hala ne işi var?
Teröristler güneydoğuda askere polise pusu kuruyor, operasyon yapmadan bunlar teröristlerin önünde korunak oluyor.

Gittikleri her yerde halkı devlete karşı İSYANA teşvik ediyorlar. Bunlar suç değil mi?

PKK ile doğrudan veya dolaylı ilişkisi olan tüm partiler (HDP, DBP, kim varsa) hepsi için derhal kapatma davası açılmalı ve tüm teşkilat mensuplarına süresiz siyaset yasağı konularak hapse tıkılmalıdır.

Ya da vatandaşlıktan çıkarılmalıdır. Aksi takdirde bir gün öldürmek zorunda kalabileceğimiz unutulmamalıdır.Çünkü onlar Kürt halkını ayaklandırıp iç savaş çıkarmak ve sokakları kan gölüne çevirmek istiyorlar. Bu son derece açık.Ne bekleniyor?

Bakınız Diyarbakır mezralara, köylere hatta ilçelere benzemez. Orası bir metropol ve dünyanın bütün şerefsiz ajanlarını dahi barındırabilecek kadar büyük bir şehirdir. Demedi demeyiniz.Yarın öbür gün Diyarbakır ili Halep gibi hayalet şehre dönebilir. 

Sadece askerin, polisin yapacağı bir mücadele midir bu?

AKP'nin TBMM'de yeterli çoğunluğu vardır. MHP de böyle bir konuda tam destekle yanındadır.CHP de yarın Diyarbakır'da olaylar biraz daha artınca tam destek verecek. O halde beklemenin faydası değil zararı var.

Yasama,yürütme ve yargı Askere ve polise kendi icraatları ile tam destek vermeli.Zamanı geldi fazla geç olmadan "hattı müdafaa değil sathı müdafaa" emrinin gereği yapılmalıdır.

Hadis yorumlarında sayılan yerler zaten şu an olaylı yerlerdir.Silopi, Cizre, Nusaybin, Diyarbakır. O kadar geçiyor zaten. Burada bitirelim İnşallah.

HAZIR MISIN TÜRKİYE'M ?

BİR YIL ÖNCE YAYINLADIĞIMIZ YAZIDAN BUGÜNE NELER OLMUŞ, NELER DEĞİŞMİŞ?

HAZIR MISIN TÜRKİYE'M?




ATEŞ ÇEMBERİ DARALIYOR.

Mısır yönetimi Kıbrıs Rum kesiminin Akdeniz'deki arama çalışmalarına destek verdi.
İsrail,Rum Ordusu ve Yunan Ordusu Kıbrıs Rum bölgesinde gizli bir tatbikat yaptı.
Rumların aramalarından her an sonuç alınabilir. Donanmamız angajman kurallarını uygulama yetkisine sahip.

Suriye Ordusu Halep'i kuşattı. Türkiye için Halep'ten her an çok kötü haberler gelebilir.

ABD,IŞİD'i imha etmeye başladı.(Peşmerge Kobani'ye gelene kadar imha etmemiş"Bombalıyoruz" diye yalan söylemişti. Musul her an Barzani'ye terk edilebilir.ABD havadan IŞİD'İ temizliyor, cesetlerle dolu boş beldeye PKK,PYD,Barzani giriyor ve "zafer" naraları atıyorlar.

Güneydoğudaki ilçelerimizde PKK, mahalleleri ele geçirip "özerklik" ilan ediyor. Okmeydanı'ndaki eylemlerine ise hiç ara vermedi.Cemil Bayık darbe veya ayaklanma bekliyor.

IŞİD köşeye sıkıştı, Musul Barajını patlatmak üzere. Barzani Musul'a girmek üzere.
Irak Ordusu toparlandı ve IŞİD'e karşı savaşarak savaş yapmayı öğrendi. Musul'u Barzani'ye bırakmayacakları kesin.

İsrail, Mescidi Aksa'ya girdi.Amacı mescidi yıkıp yerine Süleyman Tapınağını yapmak. Deccal'in ancak tapınak yapıldıktan sonra çıkacağına inanıyorlar. Esas yıktırmak isteyen de ABD'li Yahudiler. Yani Deccal ile doğrudan görüşen birincil uşaklar.(Rockefeller, Rothschild)

İsrail'in güneyinde güvenliğini SİSİ sağlıyor ve Gazze'ye giden tünelleri tek tek imha ediyor.Suud Kralı Netenyahu ile gizli görüşmeler yapıyor.(İran'a karşı)

Rusya, ABD'nin hamle yapmasını teyakkuzda bekliyor. ABD'de ise Obama otoritesini kaybetmiş durumda.Artık Deccal'den doğrudan emir alan Yahudiler söz sahibi.Ve Suriye'nin işgalini istiyorlar.

Obama bu bağlamda Irak'a 1.500 asker göndermek zorunda kaldı.Daha da göndermesini isteyecekler ama İran, Irak yönetimi ile engelleyecek.

Yine ABD'den bir işaret fişeği daha fırlatıldı. IŞİD, Pakistan'a girdi. Pakistan'da Sünni-Şii iç savaşı çıkarmak için El Kaide'yi kullanan ABD El Kaide (Tıpkı Rasulayn'da başarısız olduğu gibi) başarısız olunca IŞİD'i Pakistan'a gönderdi. Ama Pakistan'da şu an şuurlu yöneticiler iktidarda.

Azerbaycan- Ermenistan sınırında ise teyakkuz hali devam ediyor.

VE TÜRKİYE SİYASETİ

AKP'den ayrılan tek kişilik parti kuruyor.
Muhsin Yazıcıoğlu soruşturması çözüm bekliyor.
Cemaat soruşturmaları sürüyor.
Başbakan Dersim ayaklanması için "Kerbela" diyor. 
Kılıçdaroğlu da aynı görüşte ve "Ben Dersim'li Kemal'im" diyor.

Bir Parantez: (Güneyde Şeyh Said'i ayaklandıran İngilizlerdi.Tunceli'de Seyid Rıza'yı ayaklandıran da Fransızlar olmuştur. Fransızların Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenilerin hamisi olduğuna bin yıllık tarih şahittir. Bu bir Ermeni ayaklanmasıydı. Bastırılmasaydı Tunceli Ermenistan'a bağlanacaktı. Sayın Başbakanın açıklaması çok yanlıştır. Çünkü Ermeni ayaklanmasının başındaki Ermeni, Hz.Hüseyin RA Efendimize benzetilemez.Yine aynı şekilde o ayaklanmayı bastıran Kahraman Türk Ordusu Yusuf  Haccac denilen şerefsiz ve aşağılık bir adamın ordusuna benzetilemez. Üstelik ayaklanmayı bastırma emrini veren Atatürk de o zaman Yezid olur ki ne büyük bir talihsizliktir.

Peki gerçek nedir? Gerçek şudur:

Kahraman Türk Ordusu; Hz. Hüseyin Efendimizin daha Kerbela'da kanı kurumadan Emevileri çayır biçer gibi biçip Kerbela'nın intikamını Emevilerden alan Horasanlı Ebu Müslim'in Ordusudur. Hz.Hüseyin Efendimizin Kerbela'da "Keşke Türklerin haberi olsaydı" dediği rivayet edilir.) Kapattık parantezi devam edelim:


Bahçeli yine esip gürlüyor "Gaftır" diyor. Ama yarın TBMM'ne bir önerge gelse MHP'nin nasıl oy vereceği bugünden net olarak belli değil.

Ve hemen anketler devreye giriyor. Dikkat ediniz ülkede ne zaman AKP'ye oy kaybettirecek bir gelişme olsa hemen anket yayınlanıyor. Yani "Yok canım,AKP oy kaybetmedi" sonuçları ile AKP'nin oylarını beyinlerde muhafaza etmeye çalışıyorlar. İspatı şudur.

Kardeşim bu anketlerin maliyeti nedir? Yayınlanan denek sayılarına göre milyonlarca lira.

Peki nereden buluyorsunuz bu paraları? Kime satıyorsunuz bu sonuçları da kim ödüyor bu paraları?

Başka söze şimdilik gerek yok.

Demek istediğimiz de şudur:

Evet çember daralıyor.Hem dışarıda hem de içeride.
Hazır mısın Türkiye'm diye sormuşken şunu da ekleyelim.
Sahi ne oldu şu ÇİN FÜZELERİ?

Biz ilk gündeme geldiğinde akibetini yazmıştık.İsteyen eski yazılarımızdan bulabilir.Hiç sapma olmadı.

Bu resim gerçek olacak İnşaallah.



Her şeyin en doğrusunu Allah CC bilir. 

BU MÜMKÜN DEĞİL


"34 İSLAM ÜLKESİ BİRLEŞTİ VE ASKERİ KOALİSYON KURDU" HABERİ DOĞRU AMA BU MÜMKÜN DEĞİL




Çünkü hadis yorumlarına göre İslam Birliği ancak Hz.Mehdi AS tarafından kurulabilir. Kaldı ki bu birliktelik zaten İslam Birliği anlamına da gelmez.

Biraz daha açıklık getirelim...

34 İslam Ülkesinin bir koalisyon askeri birliği kurduğu haberi doğru.Ancak bu; burada kalır ve daha ileri gitmez. 

Bu birliğe önderlik eden Suud yönetimidir.İslam Birliğini kuracak ise Suud yönetimi değil tam tersine Suud yönetimini al aşağı edecek olan Hz.Mehdi AS'dır.

Yani Suudun önderliğinde ya da içinde olduğu bir birlik ile İslam Birliği kurulamaz. İslam Birliği, ilk mücadelesini Suud'a karşı yapacak olan Hz.Mehdi AS tarafından kurulacaktır.

Hz.Mehdi AS Mekke Emiri olduktan sonra Süfyan; ordularını Mekke'ye gönderecek ve henüz varamadan BEYDA'da yere batırılacak. 

İşte ondan sonra tüm dünya Müslümanları bölük bölük Hz.Mehdi AS'ın ordusuna katılacaklar. Hadis yorumlarında insanlar yığınlar halinde, bölük bölük Hz.Mehdi AS'ın Ordusuna katılırlar şeklinde geçmektedir.

Sonuç olarak Suud önderliğinde bir askeri birlik kurulmak istenmiş.Irak ve Suriye'de görev yapması kararlaştırılmış ama bu ordu kağıt üzerinde kalır ve hiç bir icraat yapamaz. Kime göre?

Tabi hadis yorumlarına göre.

En doğrusunu Allah CC bilir.

BU DA YORUMCU

SERKAN YÖNDER İSİMLİ TAKİPÇİMİZİN YAPTIĞI YORUMU MANŞETE ALMAZSAK ÇOK BÜYÜK HAKSIZLIK YAPMIŞ OLURDUK. O YÜZDEN YAYINLADIK.

KARDEŞLER BAKINIZ SERKAN YÖNDER KARDEŞİMİZ DE BİR TAKİPÇİ VE YORUMCU. AMA BİLGİ VAR, FERASET VAR, STRATEJİ VAR, AHLAK VAR, FAZİLET VAR VE HEPSİNDEN ÖNEMLİSİ VİCDAN, MERHAMET VE ADALET VAR.

LÜTFEN TAKİPÇİLERİMİZ OKUSUNLAR VE ÖRNEK OLSUN İNŞALLAH.

SERKAN YÖNDER KARDEŞE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİZ.ALLAH CC NE MURADI VARSA VERSİN İNŞALLAH.

Kardeş yine mükemmel bir yazı. Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin tesbitleri mükemmel. Sizin yorumunuz da öyle. Ancak, bu yazının en can alıcı noktası ve bana göre verdiği en büyük mesaj şu cümlede saklı: "Hafizanallah, bir yanda Allah’tan uzaklaşmış, Peygamber’den cüdâ düşmüş, İslamiyet’e sadece şekil nazarıyla bakan insanlar, diğer tarafta ise, bütün bunları hiç bilmeyen kimseler varsa, böyleleri için fasl-ı müşterekler, ortak paydalar bulmak çok zor olacaktır." Bu sözleri açarsak, şunları söylemek isterim. Cumhuriyetimizin kurucusu, vatanımızın kurtarıcısı, Kurtuluş Savaşımızın önderi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk emperyalistleri yurdumuzdan kovdu. Saltanatı getirecek gücü ve yetkisi varken kendi krallığını ilan edebilecekken, basit anlatımla halkın kendi kendini yönetmesi olan Cumhuriyeti ilan ederek egemenliği şahsına, ailesine değil de millete devretti. O kısacık ömründe 12 sene içerisinde Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri görülmemiş ağır sanayi ve kalkınma hamlesini başlattı. (Bu ağır sanayi hamlesinin Atatürk'ten sonraki tek örneği Erbakan Hocamızın Milli Görüş hareketidir. Ki ona da dış güçler tarafından müsaade edilmedi.)  Eğitimi millileştirdi, eğitim seferberliği başlattı. (Cumhuriyet kurulduğunda okur yazar oranı %7'ydi.) Atatürk mason localarını kapattı. İşte bu son damlaydı. Masonlar tarafından yanlış ilaç tedavisiyle zehirlenerek öldürüldü. İnönü döneminden itibaren sabetayistler, masonlar ülke yönetimini, devleti ele geçirdi. Ne olduysa bundan sonra oldu. Ülke ekonomisi ve eğitim sistemi tekrar bizleri yumuşak lokma haline getirmek üzere emperyalistlere açık hale getirildi.

Sabetayistlerin yaptıkları en büyük zulüm Atatürk'ü putlaştırmaktı. Kemalizm ideolojisini kullanarak İslam'a ve Türkiye'deki dindar müslümanlara baskı yapıldı, İslam'ı yaşamaya çalışan kesim aşağılandı, 2. sınıf vatandaş muamelesi gördü. Bu zulüm 50 yıl devam etti. Baş örtüsü zulmü yüzünden dindar halkın ekseriyeti kız çocuklarını okullara göndermedi. Okula gitmeyen kızlar anne oldu. Bunların çocukları oldu. Bunlar da yeni aileler kurdu. İnançlı fakat cahil, toplum içinde ezilmiş, horgörülmüş, devlet tarafından dışlanmış bir toplum meydana geldi. Başını açarak eğitimine devam eden kızlarımız ise devlet tarafından dışlandıkları için, kamuda kritik mevkilerde görevler alamadılar.

Bu zinciri kıran Türkiye'deki en büyük hareket Fethullah Gülen Hoca Efendi'nin hizmet hareketi oldu. Diğer cemaatler ve tarikatlar bu yarışta çok geri kaldılar. Hizmet hareketi açtığı okullarda çağdaş, bilimi ve fenni en çağdaş ve ileri düzeyde talebelerine öğreten ve aynı zamanda dindar nesiller yetiştirdi. Bu öğrenciler Anadolu Lisesi, Fen Lisesi, üniversite sınavlarında dereceler yaptılar. Devletin önemli kademelerine geldiler. Bunlar olurken vatana, millete, tarihimize ve kültürümüze ihanet etmediler. Bölücülük yapmadılar. Türkçe Olimpiyatlarıyla Türkiye'nin ve Türklüğün reklamını yaptılar. Dünyanın dört bir yanına açtıkları okullarla adeta Türkiye'nin tanıtımını ve İslamın tebliğini yaptılar. Cemaatın hataları ve yanlışları da olmuştur. Zaten hatasız olsalar bu durumlara düşmezlerdi. Ancak artıları eksilerinden fersah fersah fazladır.

Aslında burada konumuz Atatürk yada cemaat değil. Bunları açıklamamın sebebi İslamiyet Türkiye'de nasıl şekilci olarak yaşanır hale geldi, nasıl şahsi menfaatler için bir araç haline getirildi anlayabilmemiz içindi. Aşağılanmış, cahil bırakılmış, dini konularda hassasiyeti doruk yapmış bir toplum karşısına dinden beslenen, ancak İslamiyeti özde değil, şeklen gösteriş haline getiren AKP hareketi çıkınca yapılan tüm yanlışlar gözle görülmez, kulakla işitilmez, kalbe işlemez, aklın reddettiği bir hal aldı. Bu blogda bazı yorumları okuyorum hayretler içinde kalıyorum. Adam diyor namaz kılsın gerisi önemli değil. Haram da yiyebilir. Hırsızlık da yapabilir bir mahsuru yok diyor. İbadetin makbul olanı gösteriş içinde, kameralar karşısında siyasi rant elde etmek için yapılanı değil, gizli yapılanıdır. Çünkü gizli yapılan ibadet samimidir, menfaatsizdir, tamamıyla Allah'a kullukla alakalıdır, o kadar saf ve temizdir. İşte bu ibadet Cenab-ı Allah'a ulaşır. Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki: 'öyle bir zaman gelecek mescidler dolup taşacak. Ancak içinde mü'min olmayacak' Dikkat edin işte o zaman bu zaman. Kıldığınız namaza, tuttuğunuz oruca, gittiğiniz Hacca güvenmeyin. Unutmayın ki Lut kavmi helak olduğunda içinde 80.000 teheccüd namazı kılan vardı. Maalesef toplumun %50'si bu durumda.

Diğer %50 her ne kadar düşünse, sorgulasa, cahil olmasa da dinle alakaları yok. AKP iktidarından sonra İslam'dan daha da uzaklaşmış. Namaz kılanların, Allah diyenlerin çalıp çırptığını, siyonistler için çalıştığını, BOP (büyük İsrail projesi) için çalıştığını gördükçe, vatanı etnik kimlik ve mezhep bazında böldüğünü gördükçe, ihalelerde adam kayırma, hukuğun siyasallaşması, saltanat sistemine özenti, bütün bunları gördükçe sözde dindar kesimden daha da nefret ediyor, toplumdaki kutuplaşma bıçağın kemiği kestiği gibi derinleşiyor. Bu kesim tekrar müslümanları ezen bir yönetim gelse adeta bayram yapar.

Bu şartlar altında bu millet iflah olmaz. 3. Dünya Savaşına gebeyiz. 3. Dünya Savaşı kaçınılmaz. Ya Rabbel Alemin temizlik yapacak. Lut kavmi gibi kimse kaçamayacak. Çürükler temizlendikten sonra sağlamlar Hz. Mehdi'ye ulaşacak Cenab-ı Allah'ın emri ve izniyle.

14 Aralık 2015 Pazartesi

DEPREM VE SAVAŞ

Soru: Hazreti Üstad, âlem-i menâmda âlî bir mecliste sorulan sual üzerine, 1. Dünya Savaşı’ndaki musibetin sebebi olarak, namaz, oruç ve zekât ibadetlerindeki ihmali gösteriyor. Daha sonra, hac ve ondaki hikmetlerin ihmalinin ise sadece musibeti değil gazap ve kahrı celp ettiğini, Müslümanların düşman zannedip birbirlerini öldürdüklerini belirtiyor. Binaenaleyh, taabbudî hakikati mahfuz, her bir ibadetin bir kısım musibetlere paratoner olduğu söylenebilir mi?

İbadetlerdeki ihmaller ve işlenen günahlar değişik musibetlere davetiyedir!..
*Hazreti Bediüzzaman meseleye öyle bakıyor ve özellikle Sünuhat Risalesi’nde bu husus üzerinde genişçe duruyor. Şöyle diyor: “Zira yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrikle bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay, oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefâreten beş sene oruç tutturdu. Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik; O da bizden müterakim zekâtı aldı.”

*Belli günahlar, kaht kelimesiyle ifade edilen kıtlık, kuraklık, susuzluk, yağmurun kesilmesi ve açlık gibi değişik musibetlere davetiye mahiyetindedir. Şu anda İslam dünyasında da böyle musibetler yaşanıyor. Merceğe veya teleskoba lüzum yok; kendi ülkenize baktığınız zaman her gün değişik yerlerde farklı felaketler olduğunu göreceksiniz. Aslında yağmur, kar, dolu hep gökten geliyor ve rahmet olarak iniyor; fakat masiyetlerimiz onlara kendi renklerini ve boyalarını çalıyor; dolayısıyla bu nimetler rahmet iken nıkmet haline dönüşüyor ve değişik felaketlere sebebiyet veriyor. Ayrıca, zelzeleler oluyor, yoksulluklar yaşanıyor, toplumda herc ü merc meydana geliyor ve değişik fitneler başgösteriyor. Kısacası, İnsanlığın İftihar Tablosu’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem), âhir zamanın ve kıyamete yaklaşmanın alameti olarak ifade buyurduğu, hadis kitaplarında Kitâbü’l-fiten ve’l-melâhim bölümlerinde haber verilen hemen her hadise İslam dünyasında cereyan ediyor.

En büyük musibet, musibetin musibet olduğunu görememektir!..
*Bu musibetlerden daha büyük bir musibet varsa, o da bu musibetlerden bir ders çıkarmama musibetidir. Zelzele, sel, tsunami birer musibettir. İnsanların birbirine düşmeleri ve birbirine güve olmaları da bir musibettir. Fakat bunlardan daha büyük bir musibet vardır o da musibetlerin musibet olduğunu görmeme musibetidir.

*Namazın terkedilmesinin çağırdığı bir çeşit musibet vardır. Allah (celle celaluhu) boş yere yatırtır kaldırtır sizi, Cihan Harbi’nde olduğu gibi. Cepheden cepheye koşturur durursunuz “musibetleri bastıracağız” diye. Her bastırma hareketiniz değişik komplikasyonlara sebebiyet verir, yeni musibetler hortlar ondan. “Falan musibeti bastıralım!” dersiniz. Bastırma esnasındaki yanlış tavır, davranış ve günahlarınızdan dolayı o bastırma işi kine nefrete dönüşür, daha büyük bir musibet haline gelir ve siz kendinizi bir musibetler sarmalı içinde bulursunuz. Yirmi sene, otuz sene, kırk sene mücadele edersiniz ona karşı fakat Allah sizi yatıp kalkmaya mahkûm etmiştir, çünkü namazınız namaz değildir.

*Oruçtaki kusur başka bir musibete sebebiyet verir. Hele zamanımızda insanlar hiç olmayacak sebeplerden dolayı oruç tutmuyorlar. Allah (celle celaluhu) açlık musibetine maruz bırakır/bırakıyor. Bugün açlık sınırının altında yaşayan milyonlardan bahsediliyor.

İhtilâl sadaları, hased bağırtıları, nefret vaveylâlarına karşılık zulüm ateşleri, tahakküm alevleri, tahkîr şimşekleri!..
*Zekât verilmeyince, işin yümün ve bereketi belki bütünüyle zâyi oluyor. Toplumun değişik kesimleri arasında kopmalar meydana geliyor. Servet sahipleri ile fakr u zaruret içinde bulunanlar iyice kopuyor. Sosyal ihtilaller tarihine baktığınız zaman, asırlarca Avrupa’da kapitalistlerle işçi sınıfı arasında yaşanmış mücadeleleri görürsünüz. Bu iki zümrenin birbirinden kopması, aralarındaki bütün köprülerin yıkılması ve tarafların birbirine düşman haline gelmesi, Doğu’da ve Doğu’nun da doğusunda bir kısım felaketlere sebebiyet verecek şekilde çok farklı sistemlerin oluşmasına yol açmıştır. İki sınıf arasında, Hazreti Pir’in ifadesiyle, yukarıdan aşağıya hep baskı olmuştur; aşağıdan yukarıya da mızrak sallama, top atma, gülle fırlatma ve düşmanlık duygularını coşturma gibi şeyler vuku bulmuştur.

*Hazreti Üstad, zekât müessesesinin işletilmemesinin neticesini şu sözlerle ifade eder: “Bu yüzdendir ki, aşağı tabakadan yukarı tabakaya ihtiram, itaat, muhabbet yerine ihtilâl sadaları, hased bağırtıları, kin ve nefret vaveylâları yükselir. Kezalik yüksek tabakadan aşağı tabakaya merhamet, ihsan, taltif yerine zulüm ateşleri, tahakkümler, şimşek gibi tahkirler yağıyor. Maalesef tabaka-i havastaki meziyetler, tevazu ve terahhuma sebeb iken, tekebbür ve gurura bâis oluyor. Tabaka-i fukaradaki acz ve fakirlik, ihsan ve merhameti mûcib iken, esaret ve sefaleti intac ediyor. Eğer bu söylediklerime bir şahid istersen âlem-i medeniyete bak, istediğin kadar şâhidler mevcuddur.” (İşaratü’l­İ’caz, Sayfa 49)

Haccın ve ondaki hikmetlerin ihmali, sadece musibeti değil, gazap ve kahrı da celb eder!
*Bilindiği gibi hac ibadeti Müslümanlar arasında yapılan yıllık bir kongre ve bir kurultay niteliğini taşır. Hac vazifesini eda edenler, aynı zamanda âlem-i İslâm’ın kaderini düşünerek evrensel bir kongre akdediyor olma şuurunda bulunsalar, haccın teşriindeki çok önemli esaslardan birini daha yerine getirmiş olacaklardır. Fakat maalesef zamanımızda bu kongrede, eda edilmesi gerekli ibadetlerin yanında, gözetilmesi lazım gelen meseleler gözetilmediğinden, yeryüzünde tam bir İslâmî heyetin oluştuğu söylenemez.

*Hacdaki ihmalin ve onun cezasının büyüklüğüne dikkat çeken Hazreti Üstad, şöyle buyurmaktadır: “Haccın ve ondaki hikmetin ihmali, musibeti değil, gazap ve kahrı celb etti. Cezası da keffâretü’z-zünub değil, kessâretü’z-zünub oldu. Haccın bahusus taarrüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zemin ihzar etti.”

Her ibadetin pek çok hikmeti ve her muâmelenin de taabbudî derinliği vardır.
*İslam’da amelî hükümler, ibadetler ve muâmelât olmak üzere iki başlık altında toplanabilir. Sözlükte, boyun eğme, itaat etme, tapınma, kullukta bulunma manalarına gelen ibadet, Allah rızasını kazanmak için yapılan, Allah’a yakınlık kazandıran ve şekli/esasları Allah tarafından belirlenmiş bulunan, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek gibi şuurluca ortaya konan fiillere denir. Muâmelât ise, evlenme, boşanma, akit, ceza, miras, şahitlik, alış-veriş ve davalar gibi, ibadetlerin dışında kalan ve insanların gerek birbirleriyle gerekse toplumla olan münasebetlerini düzenleyen hususları ihtiva eden hükümlerdir.

*Taabbudîlik; ibadetleri sadece ubudiyet anlayışı ve kulluk şuuruyla yerine getirme, ibadetlerin arkasında emr-i ilahîden başka değişik sebepler aramama, onları zamanına, şekline ve keyfiyetine riayet ederek ifa etme ve neticesini de ahirette Allah’tan bekleme demektir.

*Genel manada ifade edilecek olursa, ibadetlerde taabbudîlik; muâmelât alanına giren hükümlerde ise, hikmet ve maslahat esastır. Bununla beraber, her ibadetin pek çok hikmeti, her muâmelenin de bir kısım taabbudî yanları vardır. Hatta sadece ibadetlerde değil; ferdî, ailevî ve ictimaî hayatla alâkalı vaz’edilmiş esaslarda da bir taabbudîlik vardır.

*İnsan günlük hayatında yapageldiği işlerde ve muâmelâtta da sadece emredildiği için yapma niyetini gözetebilir. Âdiyât ve muâmelâtta akla, mantığa ve hikmete muvafık mânâlar daha çok görülse bile, insan onların da “emredilmiş olmaları”nı esas alabilir. Böylece ister ibadetlerini, isterse günlük hayatta yapageldiği şeyleri, taabbudîlik mülahazasına bağlı yapar ve kendisini hâlisâne kulluk ruhuna alıştırmış olur. Bu cümleden olarak, Peygamber Efendimiz’in ardından gitme ve O’na benzeme niyetiyle ortaya konan âdetler, örfî muameleler ve fıtrî hareketler dahi ibadet şeklini alır ve insana sevap kazandırır. Yeme-içme, oturup kalkma, alıp satma gibi sıradan iş, âdet ve muâmeleler esnasında ilahî emirleri ve Allah Rasûlü’nü düşünüp O’na tâbi olmaya niyetlenen insan, âdetlerini dahi ibadete çevirmiş ve böylece her hareketiyle sevap kazanmış olur.

Suriye meselesinde kendi menfaatlerini düşündüler ve çıkarlarını, problemlere sebebiyet verecek yolda gördüler!..
*Evet, bir 3. Dünya Savaşı endişesi taşıyorum. Çünkü her şeyin menfaat üzerine döndüğü ve o menfaatlerin paylaşılamadığı bir dünyada bir ortak nokta, bir fasl-ı müşterek üzerinde anlaşmak çok zordur. Şayet biri “Benim hakkım yendi!” diyorsa, diğeri haksızlık yapıyorsa, öbürü kendi haklarının ötesinde haklar peşinde koşturuyorsa, ortak bir paydada nasıl buluşulacak ki?!. Hafizanallah, bir yanda Allah’tan uzaklaşmış, Peygamber’den cüdâ düşmüş, İslamiyet’e sadece şekil nazarıyla bakan insanlar, diğer tarafta ise, bütün bunları hiç bilmeyen kimseler varsa, böyleleri için fasl-ı müşterekler, ortak paydalar bulmak çok zor olacaktır.

*Çevremizdeki problemli nice ülke arasında mesela Suriye’yi düşününüz. Bazı kimseler oradaki çıkarlarını, problemlere ve komplikasyonlara sebebiyet verecek yolda yürümekte gördüler. Hesaplarını, bir dönemde el ele tutup “Yaşasın falanlar, filanlar!” dedikleri insanı/insanları bertaraf etme üzerine yaptılar. O bertaraf edilirse, İslam dünyasında kendi popülaritelerini yükselteceklerini, parmakla gösterileceklerini, haklarında “Baksanıza, bir yerdeki düzeni Sünnî düşünce adına değiştirdi!” deneceğini ümit ettiler. Bir dönemde beraber el kaldırdılar, alkış tuttular, “Çok yaşayın sizler!” falan dediler, diğerleri de onlara “Siz de yaşayın!” dediler; fakat sonra “Onlara ölüm!” deyip ölümleri adına ferman kestiler.

*Hâlbuki her şeyi kaba kuvvetle halledebileceğini düşünen kimselere karşı daha firasetli ve basiretli stratejiler uygulanmalıydı. Usturuplu olarak onların demokrasiye geçmelerini sağlamak akıllıca bir işti. Komplikasyona sebebiyet vermeden problemi çözme işiydi. Neydi o iş? Mesela, zamanında babasına denmedi, bari oğluna denirdi ki: “Biz de sizi destekleyelim. Hem maddeten destekleyelim hem de orada bize sempati duyan insanlarla destekleyelim. Seçime gidin; dört seneliğine siz seçilin; hatta ondan sonraki dört sene yine siz seçilin. Fakat demokrasiye geçilsin.” Bir denenirdi bu. Maalesef, biz bu istikamette tekliflerimizi dile getirirken hep dediler ki, “Bir cami imamından nasihat mi alacağız?” Bakışlarından okuyorsunuz onu. “Bir cami imamından nasihat mi alacağız? Aklımız erer bizim!” Demedik şey bırakmadık biz, fakat her defasında dediğimiz şeyleri yüzümüze çarptılar. Bilmem kaç tane zirvedeki insana Kıtmir anlattı ama Kıtmir, kıtmir olduğu için, dediği şeyler kayda değer bulunmadı; dolayısıyla demediler, yapmadılar.

Suriye’deki problemi azdırıp kangren haline getirdiler!..
*Maalesef, çok yanlış bir yola girildi. Bugün o göçmenler meselesi, Türkiye’ye gelmeleri, sığınmaları… Bakın, uluslararası bir problem haline geldi. Dünya kadar insan bir yönüyle zâyi oldu. İffetini satarak geçimini sağlamaya çalışan insanlardan bahsediliyor; iffetini satarak, hırsızlık yaparak, dilencilik yaparak…

*Problemi yerinde çözmeyince, iş büyüdü ve kangren oldu. Bir yandan, kapıları açarken mültecileri göçe teşvik ettiler; sonra diğer tarafı kızdırdılar, esirttiler, adeta kudurttular.. ve yirmi milyonluk bir ülkedeki problem bugün bir dünya problemi haline geldi. O kadını ve çoluk çocuğuyla mültecilerin, o zayıf naif insanların maruz kaldıkları şeyleri, yollardaki durumu ve Avrupa’daki hali görüyorsunuz!..

*O problemler, zamanında, meseleleri objektif olarak ele alan insanlarla meşveret edilerek çözülebilirdi. Fakat acemice, hiçbir şey bilmeden müdahale ettiklerinden dolayı üstesinden gelinmez değişik komplikasyonlara sebebiyet verdiler. Nitekim bugünkü problemlerin arkasında Kapadokya’dan (!) insanların tesiri, daha ziyade onların sebebiyeti görülüyor. Kapadokya (!) insanları bu büyük probleme sebebiyet vermişler, kapı açmışlar ve onu azdırmışlardır.
Meseleleri Don Kişot’lukla çözmeye çalışan kimselerin dünyasında her zaman bir üçüncü cihan savaşından endişe ediyorum!..

*Bu açıdan, her zaman bir üçüncü dünya savaşı endişesini taşıyorum. Bir de böyle bol keseden birbirine karşı meydan okumalar var. Bağışlayın, özür dilerim, bu sözden rencide olacak gaybî insanlar, burada bulunmayanlar da bağışlasınlar:

Meseleler Don Kişot’lukla çözülmez. Yel değirmenlerine karşı savaşla çözülmez. Akılla, mantıkla, insafla, iz’anla meselelerin üzerine gitmek lazım.
*Geçmişte kullanılan silahlar o güne göreydi; fakat şimdi öyle değil. Bir cihan savaşına sebebiyet verilirse, dünyanın yarısı gider, hafizanallah. Bağışlayın, şayet böyle tiz perdeden konuşulur, Don Kişot’ça davranılır ve “Kimse bize akıl vermeye kalkmasın, gelecekleri varsa görecekleri de var!” türünden iddialarda bulunulursa, büyük felaketlere yol açılır.

*Gücünün ve kuvvetinin sınırlarını bilemeyen İttihatçılar da öyle yapmışlar ve devletler muvazenesinde denge unsuru koskocaman bir ülkeyi helakete atmışlardı. Hâlbuki o coğrafya içinde yaklaşık iki yüz elli milyon insan vardı; ta Sudan’ın en güneyine kadar her yerde o devletin gözünün içine bakılıyordu. Ruslara karşı toyca ilan-ı harp edilince o kocaman devlet paramparça oldu. Devlet idaresinden aciz, sadece kendi görüşlerinin zebunu üç-beş tane toy sebebiyle devletler muvazenesinde denge unsuru olacak bir sistemi kendi elimizle yıkıverdik. Hafizanallah, günümüzün toy delikanlılarının, yeni yetmelerinin de böyle bir savaşa sebebiyet vermeleri her zaman ihtimal dâhilindedir.

*Diplomasi.. diplomasi.. diplomasi!.. Bertrand Russell diyor ki: “1. Cihan Harbi’nde şu oldu, 2. Cihan Harbi’nde bu oldu… Şayet bir 3. Cihan Savaşı olursa, maktûl mezara gider kâtil de yoğun bakıma!..”

Atom bombasıyla değil ama zulüm bombaları sebebiyle fay hatları da kırılabilir!..
*Hâsılı, ibadetlerimizdeki ihmallerin yanı sıra, kendi içimizdeki boğuşmalar, işgaller, tahakkümler, tasallutlar ve tagallüpler değişik musibetlere birer çağrıdır. Allah Teâlâ, bunları yapanlara basiret ihsan ederek onları da zulümden ve haksızlıktan vazgeçirsin!


*Zira zulmün sonu, onlar için de başkaları için de hezimettir. Mesela, bu zulümlerden dolayı bir fay kırılması olursa, bir sürü masum insan da ölür. Yüreğim ağzıma geliyor her zaman; Marmara böyle kırılmaya müheyya faylar üzerinde duruyor. O faylar, üzerinde atom bombaları patlatmanızla değil de zulüm bombaları patlatmanızla kırılabilir; hafizanallah, Sakarya zelzelesine rahmet okutturacak hadiselere sebebiyet verebilir.