18 Ekim 2014 Cumartesi

BİR AYETİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


HZ.İBRAHİM AS SURESİ’NİN 4.AYETİ MEALİ





4 - Biz, her peygamberi, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Bu itibarla Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidayete erdirir. O her şeye galiptir, hükmünde hikmet sahibidir.(ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR MEALİ)


VE TEFSİRİ


Biz hiçbir peygamberi gerek özel, gerek genel bir şeriat veya kitap getiren hiç bir peygamberi başka türlü göndermedik. Ancak kavminin dili ile gönderdik. Yani Allah'ın adeti böyledir. Öteden beri her Peygamber, gönderildiği ümmetin ve özellikle içlerinde oturduğu topluluğun dili ile gönderilmiştir. Ki onlara açıklasın. Tebliğine emredilmiş olduğu şeyleri kavmine anlatsın anlattırsın. Bilenin bilmeyene, hazır bulunanın bulunmayana anlayacağı bir dil ile açıklaması ve tebliğ etmesinin bir vazife olduğunu anlatsın. Çünkü bir peygamberin peygamberliği gerek kavmine ait olsun ve gerek daha başkalarını da kapsasın ve bu kapsamlılık gerek Hz. Muhammed'in SAS peygamberliğinde olduğu gibi bütün insanlara ve hatta insan ve cinlere kadar genel olsun ve gerekse birkaç topluma ait bulunsun mutlaka o peygamber, kavmini davet edecek ve ilk işi onlara peygamberliğini anlatmak olacaktır. Bu ise onların en iyi, en kolay anlayabilecekleri kendi dilleri, kendi lehçeleri ile açıklamaya bağlıdır. Her şeyden önce "Önce en yakın akrabalarını korkut.." (Şuârâ, 26/214) gereğince en yakından başlayarak peygamber, kavmine bu açıklamayı yapar, Allah'ın emirlerini açıklar ve ilan eder. Bunun üzerine Allah da dilediğini saptırır, yani gerek o kavimden olsun ve gerek dışardan bulunsun bizzat veya vasıta ile etraflıca veya özetle o açıklamayı işiten insanların kimisini Allah, yola getirmez, hakkı sevdirmez, o açıklamadan faydalanmaz, imana başarılı kılmaz, sapıklığa mahkum eder. Dilediğini de hidayete erdirir. Peygamberin dilinden, o açıklamadan faydalandırır, hakkı sevdirir, iman ve ilim ve onun gereğince amel etmeyi nasib eder ve bundan ötürü bir taraftan Arapça bilenler, bilmeyenlere bildikleri diller ile nakil ve tercüme ederek Hz. Peygamberin açıklamalarını tebliğ ederler ve açıklarlar. Elçisinin elçisi, peygamberlerin varisleri olmak şerefine erişirler. Diğer taraftan bu şerefe erişmek için bir takımları da Arapçayı öğrenirler ve bu şekilde Hz. Peygamberin dilini esas olarak anlatırlar ve onunla davet dilden dile ve bir topluluktan diğer topluluğa yayılıp umumîleşir. Allah'ın saptırdığı bahtsız, hidayet ettiği mutlu olur. Ve o Allah öyle aziz, her şeyden üstün, iradesi bütün sebeplere ve etkenlere hâkimdir. Bundan ötürü iradesi ile çekişmek mümkün değildir. Onun için onun sapıttığını yola getirecek, hidayet ettiğini şaşırtabilecek hiçbir kudret, hiçbir irade bulunamaz. Ve Peygamberin açıklaması ne kadar kuvvetli ve açık olursa olsun Allah'ın izni olmayınca hidayet için yeterli olmaz, hem de öyle hakîmdir. Hiçbir sebebe muhtaç olmamakla beraber yaptığını hikmet ile düzenli yapar, iradesi yalnız hikmet olur. Onun için de açıklama yapmadan önce kimseyi sapıklığa mahkum etmez.

AYETİN MEALİNİ VE TEFSİRİNİ NİÇİN YAZDIK?

Yani Cenab-ı Mevla CC; İngilizlere bir peygamber gönderse o peygamberin dili İngilizce, ona inen kitabın dili de İngilizce olacakmış.Fransız,Rus,Alman hepsi için aynı şey geçerli.

Demek ki Türklere bir peygamber gelseydi o peygamberin dili de ona inen kitabın dili de Türkçe olacakmış.

Ama o İngiliz bize dedi ki: "Siz Kuran-ı Arapça okuyunuz, Türkçe'ye çevirmeyiniz, tam olarak çeviremezsiniz, günaha girmeyiniz." (Maksadı başka,anlamamızı istemiyor.)

Peki kendileri ne yaptı? İncil Hz.İsa AS'a Aramice indirildi ama bin yıl öncesinden İngilizceye,Fransızcaya,Almancaya çevirip okullarında okuttular. O da gerçek İncil olsa bari. Muharref olanı.Yahudiler ise kendi ırklarından başka ırkı dinlerine kabul etmedikleri için İbranice inen Tevrat'ı başka dillere çevirme gereği duymadılar ama tahrif etmeyi de unutmadılar.Tevrat'ın başka dillere çevrilmesi yabancı ülkelerde o ülkenin dili ile büyümüş ve İbraniceyi bilmeyen azınlıklar için onların sayısına uygun olarak çevrilmiştir.  

Peki Atatürk İngiliz'e ne demiş?

"İngilizler muharref İncil'i bin yıl öncesinden kendi dillerine çevirip halklarına öğretirken biz niçin dosdoğru olan kitabımızı Türkçeye çevirip milletimize öğretmeyelim?Bu büyük bir hiledir.Biz de Kuran-ı Kerim'i Türkçeye çevirelim, insanlarımız okusunlar, anlamaya çalışsınlar,üzerinde düşünsünler ve tefekkür etsinler ve dosdoğru dini doğrudan Allah CC'nın ayetlerinden öğrensinler" demiş. İngiliz ajanı olan sahte şeyhlerden öğrenmesinler istemiş.

YUKARIDAKİ AYETİN MEALİNE VE TEFSİRİNE GÖRE ŞİMDİ SORUYORUZ:

Kuran-ı Kerim'i Türkçeye çevirdiği için Atatürk mü dinsizdir yoksa Kuran-ı Kerim'in Türkçeye çevrilmesine karşı olup da Atatürk'e dinsiz diyenler mi dinsizdir?

Kuran-ı Kerim Türkçeye hiç çevrilmese ve bizler Kuran-ı sadece Arapça metninden okusaydık inanın
adımız Müslüman olurdu ama kendimiz asla şuurlu bir Müslüman olamazdık. Kara cahil bir Müslüman olurduk.O zaman da İngiliz'in sahte Şeyhlerinin peşine düşer Suriye'de,Irak'da adam keserdik,Allah CC korusun.

Atatürk'e kim niçin saldırıyor?

Bunları tek tek yazabiliriz ve bütün iftiralarını da def edebiliriz İnşaallah. Burada sadece şunu ifşaa edelim:

Atatürk'e bilimsel (!) saldırı yapanların en başında Mustafa Armağan gelir. Yani saldıranlar hep onun araştırmalarını delil gösterirler.Ama delilleri hep yalan ve iftira doludur. Bu şahıs aslen Şırnak Cizre' lidir. Onu delil gösterip saldıranların büyük bir çoğunluğu da Kürt kökenlidir. Kürt kökenli olmak suç mu? Tabi ki değil ANCAK...

Kürt olduğunu ve Kürtçülük adına eleştirdiğini gizleyerek Atatürk'ü İslamcı bir kimlikle, İslam adına eleştirmek büyük bir iki yüzlülüktür ve Atatürk düşmanlığından ziyade VATAN HAİNLİĞİDİR.

Mustafa Armağan'ı uzun uzun yazmaya gerek yok. Sadece son yazısındaki bir iftirasını ve o iftirayı yine aynı yazısının bir sonraki paragrafında kendisinin nasıl yalanladığını takdirlerinize sunuyoruz.

Bu kadar da dikkatsiz biridir yani.

Yazısının birinci paragrafında Atatürk'ün Filistin cephesindeki on bin kişilik birliğini düşmana (İngiliz'e) hiç kurşun atmadan geri çektiğini ve Filistin'i İngiliz'e bıraktığını söylüyor.

Sonra ikinci paragrafta başka konulara geçmiş ve bu yazdığını unutmuş ve diyor ki: Atatürk'ün geri çektiği birlikten bin dört yüz kişinin geri dönebildiğini kalanının tamamen şehid olduğunu yazıyor.

Bre hain adam! O on bin kişinin 8.600 askeri şehid olmuş da İngiliz'e tek bir kurşun atmadan mı şehid olmuşlar? Hainsin vesselam.

Ağır yazdık, çünkü bu adam yazısının tamamında Atatürk'e şu iftiraları atıyor:

-Dinsizdi 
-Vatan hainiydi
-İngiliz ajanıydı demek istiyor.

Biz de diyoruz ki: Ey Armağan! Halt etmişsin sen.

Dinsiz de sensin, vatan haini de sensin, İngiliz ajanı da sensin.
İspatı da yukarıdaki ayet meali ve tefsiridir.