11 Şubat 2015 Çarşamba

YIL 1990

YIL 1990

HEDEFTEKİ ÜLKE İRAN VE TÜRKİYE

ERBAKAN - GÜLEN- 28 ŞUBAT VE TÜRKİYE

SSCB' nin dağılmasıyla ABD tek kutup haline gelmiş ve Yahudiler ABD'ye yeni düşman olarak İslam Dünyasını göstermişlerdi.İslam artık NATO'nun yeni düşmanıydı.




YENİ DÜŞMANLARI NİÇİN İSLAM OLDU?

Çünkü İran, bağımsız bir İslam Ülkesi olarak Irak ile sekiz yıl savaştırılmasına rağmen yıkılamamıştı.Türkiye'de de siyasal İslam güçlenmekteydi.

İRAN

Şah Rıza Pehlevi, İran'ı kalkındırmakta, modern ve güçlü bir ülke haline getirmekteydi. Batı ile arası iyiydi ve her konuda gelişme sağlanıyordu.Batı yanlısıydı ama ülkesine hizmetten de geri kalmıyordu.(Tıpkı ÖZAL gibi) 

Bölgesinde güçlü bir İslam ülkesi istemeyen İsrail ve ABD'deki Yahudiler Şah'ı devirmek için Fransa'dan Humeyni'yi gönderdiler. 

Amaç İran'da kaos oluşturup,İran'ın Şah dönemi kazanımlarını yok etmekti.Yine ilerlerse yeni bir işbirlikçi bulunacaktı.

Ama hesaplar tutmadı ve Humeyni köprüyü geçince ilk olarak batı yanlısı 500 generali idam edip tam bağımsız bir İran kuruverdi. (Vay hain vay! dediler.)

Bir parantez

(Humeyni İran'da işi kısa yoldan çözmüştür ama İran'a ne İslam ne de Cumhuriyet getirmemiştir.Bu manada Türkiye 1923 den beri hem İslam'a hem de Cumhuriyete İran'dan çok daha yakındır. O nedenle İran da Türkiye'yi örnek almalıdır ve alacaktır da.Bu yazının konusu değil.)

Hemen öteki işbirlikçi Saddam'ı İran'a saldırttılar.Savaş sekiz yıl sürdü.Savaşın niçin çıktığı hala anlaşılamadı.

Saddam da hatasını anlayıp Humeyni'ye özenince ve ikinci bir Saddam da olmayınca Irak'ı bizzat işgal edip idam ediverdiler.



TÜRKİYE

1990 lı yıllarda Türkiye'de İslamcı hareketler güçlenmekteydi. Ancak Türkiye İran'dan çok farklıydı. Çünkü erk hala İslamcı akımlara kapalıydı. Kaldı ki İslamcı akımlar da iki büyük gruptan oluşmasına rağmen aralarındaki çalışma usül ve yöntem farklılıkları kontrol altına alınmalarında kolaylık sağlamaktaydı. Bu iki grup Milli Görüş Camiası ile Gülen Cemaatiydi.

İşte İSLAM bu nedenle düşman ilan edildi.

İran ile Türkiye'yi savaştırmak için çareler aradılar. Hem İran'ın tam bağımsız bir ülke olması hem de Türkiye Milli Devleti'nin engellemeleri ile bunda muvaffak olamadılar.


İRAN'A FARKLI TÜRKİYE'YE FARKLI ÖNLEMLER ALDILAR

İRAN'A KARŞI YAPILANLAR

Tek çareleri İran'a ambargo uygulamak oldu ve bu ambargolar her konuda uygulanmaya devam ediyor. Ama Şah zamanında sıkı bir batı yanlısı olan İran da bu ambargolardan sonra Rusya yanlısı oluverdi.Ve ambargoları bu şekilde bertaraf etti.



TÜRKİYE'YE KARŞI YAPILANLAR

Türkiye'de Milli Görüş Camiası ve Gülen Cemaatini bitirme operasyonu başlattılar. 28 Şubat bunun için yapıldı. Zamanın 28 şubatçı bir generali "Asıl tehlike Milli Görüş değil, o kolay, bir günlük işi var.Asıl tehlike Cemaattir,devlette kadrolaşıyorlar ve bunu çok gizli yapıyorlar" diye ifade etmişti.

28 Şubat ile Milli Görüş ve Cemaatin bitirilmesi amaçlanarak üretilmiş iktidar ile üretilmiş muhalefet planı yürürlüğe konuldu.

Refah Partisi kapatıldı,Erbakan'a siyaset yasağı konularak Erdoğan'ın önü açıldı.Milli Görüşçülerin tamamının oyları AKP'ye gitti.Milli Görüş Saadet Partisinde bırakılırken Saadet Partisinde Milli Görüşçü bırakılmadı.Öyle ki yönetici anlamında Fatih Erbakan'dan başka Milli Görüşçü kalmadı.Saadet Partisi Kazan ve Asiltürk'ün elinde Milli Görüşü iktidara getirmek için değil iktidardan uzak tutmak için tertiplendi.

AKP tek başına iktidara getirilirken muhalefet de dişini geçirebileceği şekilde dizayn edildi. Öyle ki yanlış giden bir olayda AKP oy kaybedecek olsa halk adına CHP konuşuyordu ama AKP susturuveriyor ve haksız olduğu konuda CHP sayesinde haklı çıkıyordu. MHP de de durum farklı değildi.Bahçeli etkisiz muhalefetinin karşılığını koltuğunda alıyordu.Hakikaten AKP yi yıpratacak halk nezdinde prim yapacak bir muhalefet yapsa o da Baykal gibi farklı bir şekilde nasibini alacaktı.Ama şimdilik işler yolundaydı.Bunun adı demokrasi değil üretilmiş iktidar üretilmiş muhalefet oyunuydu.

Şimdi de sıra Cemaate geldi. AKP kendisine verilen görevleri hafiyyen yerine getirdi.ABD karşıtı olan 28 Şubatçılar da Ergenekon davalarıyla pasifize edilerek hem Milli Görüşçülerin intikamını alan! AKP'ye puan kazandırdı hem de 1 Mart tezkeresinin intikamını ABD onlardan almış oldu.
Daima bir taşla birden çok kuş indirildi.

Bu yazdıklarımızdan dolayı hakkımızda yanlış bir yargıya varılmasın.



(Bu ülkeyi seven herkes Atatürkçüdür.Kimisi farkındadır kimisi değildir.Hainler müstesna.)


Biz Kuvayi Milliyeciyiz.Atatürkçüyüz. Ama bakınız burada ilk defa yazıyoruz.Bir çok kimse farkına vardı bir çok kişi de varmak üzere.

Milli Görüş de Cemaat de bu milletin asli unsurlarıdır ve her ikisi de Kuvayi Milliyecidir.Her ikisi de Atatürkçüdür ve vatanseverdir.Biz hepsini de iyi tanıyoruz.Bazı Milli görüşçüler, bazı cemaatçiler Kuvayi Milliyeci ve Atatürkçü olduklarının farkında olmasalar dahi biz bundan eminiz.

Milletimizin de ortak paydası Al bayrağımız,İstiklal Marşımız,Atatürkümüz,Kahraman Ordumuz ve cennet Türkiye'mizdir. Kalanı hikayedir.

YAHUDİ BASTIRIYOR, OBAMA DİRENİYOR

OBAMA, SURİYE'NİN İŞGALİ İÇİN BASTIRAN YAHUDİLERE KARŞI ABD KONGRESİNİ YANINA ALARAK DİRENMEK İSTİYOR

OBAMA, KONGREDEN SAVAŞ YETKİSİ İSTEDİ




Obama, ABD Kongresinden savaş yetkisi değil SAVAŞMAMA YETKİSİ İSTEDİ.

2001 yılından beri tüm ABD Başkanlarının zaten ABD Ordusunu savaşa sokma yetkileri var. Bu yetki Afganistan ve Irak'da BUSH tarafından da kullanılmıştı.


Obama Kongreden aynen şunu istiyor:

ABD Ordusunun kara harekatlarında kullanılmasına izin vermeyen ancak özel operasyon yapmasına imkan tanıyan üç yıllık yetki istedi.Sadece Irak ve Suriye'de o da IŞİD'e karşı YERLİ GÜÇLERİ organize ederek operasyonu yerli güçlere yaptırma yetkisi istiyor.

YANİ BU ŞU ANLAMA GELİYOR:

Yahudi lobisi ve İsrail ABD'ye Suriye'yi işgal etmesi için bastırıyor. Obama'nın şu anda böyle bir yetkisi var ama Obama bu yetkiyi kullanmamak için "Yetki almak" adına "Mevcut yetkilerinin kısıtlanmasını "istiyor.

ABD ile İsrail arasında anlaşmazlık olduğu iddiası bu açıdan doğrudur. Ancak...

ABD'li yetkililerin açıklamaları bu anlaşmazlığı kastediyor iken Netenyahu da aynı anlaşmazlığı açıklıyor ama bunu kastetmiyor. 

Netenyahu; 

"ABD'yi Suriye'ye sokacağız, Obama buna engel olamaz. Ama ABD Suriye'ye girince Müslümanlar bizden bilmesinler.Bu nedenle ABD ile anlaşamıyoruz.Suriye'ye girse bile bizden bilmeyin bu ABD'nin kendi tasarrufudur" demek için bu açıklamayı yapıyor.

Netenyahu, Suriye'ye ABD'yi kendilerinin soktuklarını Müslümanların bilmesini isteseydi, ABD yönetiminin tam tersine "ABD ile her konuda hemfikiriz" diyerek meydan okurdu.

Sonuç olarak Yahudilerin Ürdün'deki koalisyon güçlerini Suriye'ye sokacakları gün de yaklaşıyor.
Hem de Obama'ya rağmen...   

HAKAN FİDAN OLAYI

HAKAN FİDAN'IN MİT MÜSTEŞARLIĞINDAN İSTİFA EDİP AKP'DEN MİLLETVEKİLİ ADAYI OLMASI HUSUSUNU YAZACAKTIK.

AMA CENGİZ ÇANDAR YAZMIŞ VE TÜM YAZANLAR İÇİNDE DE EN DOĞRUSUNU YAZMIŞ. (Cengiz Çandar'ın yazılarına genellikle katılmayız ama bu dosdoğru)




(Yazıdaki mavi renkli kısma dikkat! Açamamış ama işin doğrusu budur.)

İŞTE O YAZI

Devletin Tepesinde Çadır Tiyatrosu...

Ne kadar “kurallar” ile işleyen “kurumlar”a sahip bir siyasi rejimi var Türkiye’nin. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “maiyetteki gazeteciler” ile Kolombiya yolunda MİT Müsteşarı’nın görevinden ayrılıp, milletvekili adayı olmak istemesi konusunda “özel bilgi” veriyor.

Cumhurbaşkanı, daha önce, Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarlığı’ndan ayrılıp, siyasete girecek olmasına ilişkin olarak “açık ve net söyleyeyim: olumlu bakmıyorum” demişti. Muhalefet de, Hakan Fidan’ın Erdoğan’a sadakatinden yola çıkarak, bunun “danışıklı” bir geçiş olduğunu ileri sürmüştü.

Kimi yorumlarda, Hakan Fidan’ın 7 Haziran seçimlerinden sonra Ahmet Davutoğlu’nun yerine başbakanlığa getirileceği, kimisinde dışişleri bakanı, kimisinde ise güvenlik bakanı olacağı öne sürülmüştü.

Cumhurbaşkanı, konuyu Kolombiya yolunda bir kez daha açmış ve eski resmi sözcüsü (başbakanlık sözcüsü) dünkü Hürriyet’te, Erdoğan’ın açıklamasını aktarıyor:

“Oraya (MİT’e) sır küpüm olarak görebileceğim birini getirmiştim. Kendisine (Hakan Fidan’a) ‘Devam etmelisin, burası rastgele bir yer değil’ dedim. Ama yorulduğunu, devam edemeyeceğini söyledi. Ona bazı vaatlerde bulunulmuş olabilir, orasını bilemem. Bundan sonrası Sayın Başbakan’a ait. Yerine kim gelecekse teklif yapar. Biz de onar ya da onamayız.”

Ne güzel. Ne inandırıcı. Ne de örnek. Herşey tıkır tıkır işliyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan iken kendisinin “sır küpü” gördüğü için MİT’in başına getirdiği kişiye, “Yapma, bırakma; orası milletvekili, bakan vs. olmak için bırakılacak yer değil” diyor. “Yorgun” MİT Müsteşarı, bunca bağlı olduğu kişinin bu sözlerine rağmen, bitap düştüğü için milletvekili ya da bakan olarak “inziva”ya çekilmek istiyor.

Cumhurbaşkanı’nı değil, Başbakan’ı dinliyor. Cumhurbaşkanı da, ne yapsın, “Eh, bundan sonrası Başbakan’ın bileceği iş” diyor. Ona artık, olsa olsa, yeni MİT Müsteşarı’nın kim olacağını Başbakan kendisine önerdiği vakit söz düşecek.

Herkesin yetki alanı belli. Herkes bir diğerinin yetki alanına saygılı. İşte örnek demokratik işleyiş. Ve buna saygılı bir Tayyip Erdoğan profili.

Böyle bir durum, “oyuncular”dan biri cumhurbaşkanı, ikincisi başbakan, üçüncüsü devletin gizli istihbarat örgütünün başı sıfatlarını taşıdığı için “devletin tepesindeki çadır tiyatrosu” olarak görülmeye uygundur.

İşin “ironik” yanı bir yana, biraz ciddiye alınırsa, Türkiye’nin tarihinde görülmemiş bir “siyasi skandal”, “keyfilik” ve “devlet ciddiyetsizliği” yaşanıyor.

Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Bir kere, MİT Müsteşarlığı makamına Başbakan’ın “sır küpü” olduğu için hiç kimse atanmaz, atanamaz, atanmamalıdır. O özelliği nedeniyle atanan kişi, ne kadar nitelikli olursa olsun, Türkiye’nin Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı değil, “o dönemdeki başbakanın MİT Müsteşarı” olur.

“Kendi kişisel yönetimi” peşinde koşmakla bunca zamandır eleştirilmiş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kolombiya yolunda yaptığı açıklamayla, devletin kurumlarının içinin nasıl boşaltılmış ve “kişi yönetimi”ne çoktan geçilmiş olduğunu ortaya koyarak “ikrar”da bulunmuş oluyor.

Hakan Fidan, nasıl oluyor da, kendisini “sır küpüm” diye niteleyen kişinin, bürokrasi ve siyaset dünyasındaki tüm varlığını borçlu olduğu Cumhurbaşkanı’nın “bırakma, gitme, orası rastgele bir yer değil” önerisini dikkate almıyor. Rastgele bir yer olmadığını bilmiyor mu? Türkiye’nin ve tüm bölgenin içinden geçtiği böyle bir dönemde, terketmek istediği makamın, gelebileceği her makamdan daha “işlevsel” ve “önemli” olduğunun idrakinde değil mi?

Öyleyse şayet, böyle birisinin bunca zamandır ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başında bulunmasının ne demek olduğunu bir düşünün.

Yok eğer daha “işlevsel” ve “önemli” bir konuma gelmek üzere, ayrılıyorsa, bu ancak, Başbakanlık olabilir. Eğer öyleyse, Cumhurbaşkanı’nın Kolombiya yolundaki açıklaması gerçeği yansıtmıyor. Şayet öyleyse, bu da başlı başına bir sorun.

Eğer Cumhurbaşkanı, doğruyu söylemişse, o da en az yukarıdakiler kadar vahim bir sorun. Yani, Hakan Fidan, MİT’i bırakma gerekçesi olarak “yorulduğunu, devam edemeyeceğini” söylemiş.

Öyleyse, milletvekilliğine aday olmaması gerekir. Milletvekili ya da bakan olmaması gerekir. Milletvekilliği ve bakanlık gibi makamlar “yorgun bürokratlar” ve “boş gezenin boş kalfası” türden kişiler için “rezerve” edilecek ciddiye alınmaması gereken “sorumluluk mevkileri” midirler?

Böyle bir gerekçe olabilir mi? MİT Müsteşarı “yorgun olduğunu” ve “devam edemeyeceğini” Cumhurbaşkanı’na söylüyor ve görevinden istifa ediyor. Ne için? Dinlenmek için mi? Emekliliğini mi istiyor? Hayır. Milletvekili olmak için. Muhtemelen bakan hatta başbakan olmak için. Bu işin neresinden ciddiyetle tutulabilir?

Yüksek devlet görevlerinde bulunanların belirli bir süre aşımı olmadan, görevinden ayrılıp milletvekili olmak üzere seçimlere katılması demokratik ülkelerde düşünülebilecek bir şey değildir. Öyle olması, devleti devlet yapan kriterlere aykırı düşeceği için.

Polis rejimlerinde ise zaten “polis şefleri”, ülkedeki diktatör –her kimse- onun yanıbaşında, ondan sonra gelen en önemli kişilerdir. Başbakandan da, bakanlardan da daha önemlidirler.

Türkiye’deki durum hiçbirisine uymuyor. Yarım yamalak demokrasiden “Türk usulü polis rejimi”ne geçişi andırıyor. Bir yandan, TBMM Genel Kurul’a getirilmesi ikide bir ertelenen ve seçim sonrası ülkedeki rejim rengine ipucu teşkil edecek türden bir “güvenlik paketi”, diğer yandan tarihte ilk kez “devletin en yüksek güvenlik bürokratı”nın görev sırasında bir siyasi partiden milletvekili olmaya kalkışması.

Devletin en yüksek istihbarat ve güvenlik kuruluşunun “devlet”e ait olduğundan bu örneğe bakılarak söz etmenin imkânı var mıdır? Ya da Türkiye’nin bir “parti devleti”ne doğru yol almasına çalışıldığı iddiaları artık bir “kuruntu” olarak görülebilir mi?

Şu an itibarıyla cevapları netleşmeyen sadece şu sorular: Seçim sonrasında Cumhurbaşkanı’na karşı oluşabilecek bir Davutoğlu-Fidan ortaklığı potansiyeli mi var; yoksa görüntüye aldanmayalım, Fidan, Davutoğlu’nun yerine Erdoğan tarafından mı hazırlanmaktadır (ne de olsa onun kişisel “sır küpü” imiş); yoksa her üçünün rollerinin belirlendiği, henüz toplum ile tümüyle paylaşılmayan bir senaryo mu söz konusu veya bir başkası mı?

Bunların arasında birinci ihtimal geçerliyse, Türkiye’de temel siyasi çelişki, “Tek Adam rejimi” ile “Tek parti rejimi” arasında mı olacaktır. Cevabı netleşmemiş bir başka soru da bu.

Ama, devletin istihbarat örgütünün bir siyasi parti tarafından “özelleştirildiği”, devletin en büyük sırlarına sahip olması gereken kişinin, o pozisyonunu “yorgunum” gerekçesiyle bırakıp bir siyasi partiden seçimlere katılmasının, hiçbir demokratik ülkede görülmemiş ve görülmeyecek bir “siyasi skandal” olduğu gerçeği ortada. Bu biliniyor artık.

Gözardı edilecek, küçümsenecek bir gelişme değil.


Gün gelir, Türkiye’de MİT Müsteşarı’nın görevinden ayrılıp AKP milletvekili adayı olması “bir devletin tükeniş” örneklerinden biri olarak gösterilebilir.