16 Aralık 2014 Salı

TAHŞİYECİ MEHMET DOĞAN TALİBAN'I DESTEKLİYORDU

O TALİBAN YÜZDEN FAZLA ÖĞRENCİYİ KATLETTİ




Evet Bediüzzaman'ın talebesinin talebesi Mehmet Doğan. Ve Taliban'a destek vermişti.
Bediüzzaman ne zaman radikal İslamcılara destek verdi de Bediüzzamancı olduğunu iddia eden biri Taliban'a destek verebiliyor?

Bu gün İslamcı geçinen bazı Kürtler İslamcılığı kullanarak resmen PKK’nın uşağı olmuş durumdadırlar ve bunlar Bediüzzamanı KÜRTÇÜ olarak göstermeye çalışmaktadırlar.
Mehmet Doğan da Kürttür ve bunlardan biridir. Proje Bediüzzamanın Kürtçü olduğu yalanına inandırmaktır. Bu yalanı ortaya atanların hepsi de KÜRTÇÜDÜR.

Bediüzzaman kendisi Kürt olduğu halde asla KÜRTÇÜLÜK yapmamıştır. Tam tersine Kahraman Türk Ordusu’nun Hz.Peygamber SAS Efendimizin Ordusu olduğunu ve ahir zamanda tüm dünyaya hakim olacağını müjdelemiştir. Kürt halkının da Kahraman Türk Ordusunun yanında olması gerektiğini ve OLACAĞINI ifade etmiştir.

Bir parantez: Bediüzzaman Kürt olmasına rağmen dedik ama bize göre bu da yanlıştır ve Bediüzzaman Seyyiddir.Kendisi bunu reddetmiştir ama gelmiş geçmiş bütün Mücedditlerin Seyyid oldukları da aşikardır ve Bediüzzaman Müceddit olduğunu kabul etmiştir.)

Gülen ise Bediüzzamanın KÜRTÇÜ olmadığını çok net olarak ortaya koyuyor ve açıktan Bediüzzamanı Kürtçü olarak değerlendirip gizliden PKK’ya çalışan bazı hainleri ifşa ediyor. Olay budur.

HÜSEYİN YAYMAN'IN BOMBA İDDİASI

VATAN GAZETESİ YAZARI HÜSEYİN YAYMAN'IN İDDİASINI BİZ ÇOK DAHA ÖNCE YAZMIŞTIK.TAKİPÇİLERİMİZ ŞAHİTTİR.



İŞTE HÜSEYİN YAYMAN'IN İDDİASI:


14 Aralık operasyonuyla ilgili pek çok tartışma yaşanırken Vatan Gazetesi yazarı Hüseyin Yayman konuya çok farklı bir açıdan yaklaşarak 1999 yılında yaşananları hatırlattı.

14 Aralık operasyonundan önce 99 yılında yaşananların aydınlanması gerektiğini söyleyen Yayman o dönem ABD tarafından bir Gülen-Öcalan takası yapıldığını iddia etti.

Bakın 1999 kışında neler yaşanmış...

- 15 Şubat 1999 Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirildi.

- 22 Mart 1999 Fethullah Gülen ABD’ye gitti .

- 26 Mart 1999 Tayyip Erdoğan Pınarhisar cezaevine girdi.


Hüseyin Yayman'a göre ABD’nin Öcalan’la Gülen’i takas ettiği görülüyor. Yayman'ın çok konuşulacak iddiaları şöyle:

GÜLEN NEDEN ABD'Yİ TERCİH ETTİ?

Öcalan’ın teslim edilmesinden yaklaşık bir ay sonra Fethullah Gülen istihbarat oyunlarıyla korkutuldu ve ABD’ye gitmesi sağlandı. Gülen’in neden başka bir ülke değil de ABD’yi tercih ettiği üzerinde dikkatlice düşünmek gerekiyor.

Gülen’in ülkeden ayrılmasından dört gün sonra başka bir gelişme daha oldu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı okuduğu şiir yüzünden Pınarhisar cezaevine girdi. Sanki bir görünmez el ülkeyi yeniden dizayn ediyordu. Bu dizayn ilk meyvesini 18 Nisan 1999 seçimlerinde verdi. DSP birinci parti oldu ve hükümeti kurma görevini aldı.

Ecevit başbakanlık görevini aldı ama ortada hala cevaplanmayan sorular var. Gülen’in bizzat şahsına dua ettiği Ecevit, Gülen’in ABD’ye gitmesi konusunda hiçbir açıklamada bulunmadı. Öcalan’ı teslim eden ABD, acaba Gülen’i neden kabul etti. Amacı neydi? Bilmiyoruz. Ancak bazı akıl yürütmelerde bulunabiliyoruz.

1999 KOMPLOSU AYDINLANIR MI?

Hüseyin Yayman bu iddiaların ardından 14 Aralık operasyonunu doğru analiz edebilmek için 1999 Şubat soğuğunun aydınlanması gerektiğini söylüyor. "Aksi halde yapılan tüm yorumlar eksik kalacaktır" diyen Yayman bir de soru soruyor: Ülkede iktidar değişikliklerine neden olan bu olayların arka planında kim var ve bu güçlerin amacı ne?

HÜSEYİN YAYMAN BAZI SORULARIN CEVABINI VEREMEMİŞ YA HADİ ONU DA BİZ YAZIVERELİM:

Cemaatin dünyanın pek çok ülkesinde okulları var ve bu okullarda yetiştirilen öğrenciler hem bulundukları ülkeye faydalı kadrolar haline getiriliyor hem de tamamı Türkiye dostu yapılıyordu. 
İşte tüm mesele buydu yani Türkiye dostu yapılmalarıydı.

Oysa ABD,İngiltere ve İsrail Türkiye'yi bölmek istiyorlardı ve Kürdistan adı altında ikinci bir İsrail amaçlıyorlardı. Ama cemaatin güneydoğudaki okulları buna engel oluyordu. 


AKP ile Cemaat arasında herhangi bir sorun yokken emperyalistlerin Türkiye'yi bölme oyunlarına karşı Cemaatin güneydoğudaki okullarının çok daha fazla desteklenmesini önermiştik. Çünkü Kürtlerin tamamını cemaat eğitse hepsi de doğal olarak bölünmeden yana değil bütünlükten ve üniter yapıdan yana olurlardı ve bir referandum yapılsa bile ezici bir şekilde birlik çıkardı.


Kaldı ki Türkçe bilmeyen Kürt yoktu. Niçin Kürtçe diye dayatsındı ki? Cemaat İslam çimentosu ile Kürtleri üniter yapıya çok sağlam bir şekilde bağlayacaktı ve bu istenmedi.


ABD,İngiltere ve İsrail bu yüzden Cemaati Güneydoğudan çekerken yerine DİNSİZ PKK'yı bu şekilde monte ettiler.


Farkında mısınız bilmiyorum ama Kürtler hızla dinsizleşiyorlar. Radikal İslamcı diye nitelenen Kürtler bile PKK'ya sempati ile bakarken PKK'nın ateist bir taşeron terör örgütü olduğunu adeta görmezden geliyorlar. Dinsiz PKK yerine Kürt Milliyetçisi PKK olarak bakıyorlar.


Şahsen bizim Cemaat ile uzaktan yakından hiç bir ilgimiz yoktur ama ahir zaman olaylarını tarafsız bir şekilde araştıran bir mantıkla Cemaatin Mehdi hareketi olduğuna dair kanaatimiz her geçen gün daha da güçlenmektedir.


Ancak Gülen Mehdi olamaz, yanlışları da vardır ve anti İrancılık gibi handikapları da bulunmaktadır.Gülen'in anti İrancılığı da ABD,İngiltere ve İsrail'i düşman olarak karşısına alıp Cemaatin faaliyetlerini engellemelerinden korktuğu içindir.


Peki madem ABD,İngiltere ve İsrail Türkiye'de Cemaati bitirmeye çalışıyor o halde niçin operasyonlar karşısında Cemaate destek veriyorlar?


Bu sorunun cevabı şu soruda gizlidir:


Acaba ABD,İngiltere ve İsrail "Çok iyi oluyor, bitirin şu cemaati, rahat rahat Kürt Devleti'ni kuralım" dese ne olur? 


Türkiye'deki gerçek dostlarının cemaat değil PKK olduğu ortaya çıkar değil mi? Başka neler ortaya çıkar, onun takdiri de takipçilerimizin.

HZ.MEHDİ'Yİ NEREDE ARAMALI?

ROTA HABER YAZARI ÜNAL TANIK'IN YAZISINA BAKAR MISINIZ?



BU YAZIYI ŞUNUN İÇİN PAYLAŞIYORUZ:

AHİR ZAMAN FİTNELERİ İÇİNDE HZ.MEHDİ AS'I DECCAL'İN GÖSTERDİĞİ YERDE ARAYANLAR YA ÇOK TEMİZ KALPLİDİRLER YA DA APTALDIRLAR.

İŞTE ÜNAL TANIK'IN YAZISI: (TEBRİKLER ÜNAL TANIK)


Bir öğretim üyesi/işadamının (bu işadamının öteki özelliğini sonra yazacağım) Çamlıca sırtlarından Marmara’ya bakan yamaçlarındaki villası. İçeride kamuoyunun yakından tanıdığı 5-6 gazeteci var.

Mevsim, sohbahar. Misafirler bahçede ve havuzun etrafında dolaşıp ayaküstü sohbet ettikten sonra içeri giriyor. Bir üst kattaki geniş salona oturuluyor. 100 metrekareye yakın salonun denize bakan taraftaki koltuklarına oturuluyor.

Toplantıyı organize eden eski gazeteci, yeni siyasetçi kadın sohbetin uygun bir yerinde söze giriyor ve net soruyor:

- AK Parti ile ilgili düşünceniz nedir? Biz yeni bir parti kurduk, bu parti ile ilgili yaklaşımınız nasıl?

Soru “ortaya karışık” misali bir kişiye yöneltilmeden seslendirilmişti. Ama İslamcı kesimin yakından tanıdığı ve belli çevrelerce “kanaat önderi” kabul edilen isim, soru kendisine yöneltilmiş kabul edip söze girdi.

“AK Parti bir proje partisidir. 90’lı yılların ortalarına doğru Batı’da hazırlanıp Türkiye’de hayata geçirilmiş bir parti.”

Salonda bulunanlar, gayr-ı ihtiyari birden kafalarını konuşan şahsa çevirdi. Zira, söz konusu yazar, yalnız İslamcı kesimin değil, AK Partililerin de iyi bildiği, “Abi” diye hitap ettikleri, partiye açıktan verdiği destekten dolayı da minnettar oldukları bir isimdi.

Kimse konuşmasını kesmedi, ama ondan böyle ifadeler duymak ev sahibi ve biri hariç hepsini şaşırtmıştı. Konuşmacı, bakışlardaki şaşkınlığa aldırmadan devam etti:

“Bakın 90’lı yılların ortasına doğru, siyasal İslam rüzgarları güçlü esmeye başladıktan sonra Türkiye’ye sık gidip gelmeye başladı. ABD, İsrail ve İngiltere’den gelenlerdi bunlar. Kendileri ile işbirliği yapacak gruplar aradılar.

Farklı isimlerle görüştüler. Bizimle de temas kurdular. Görüşmelerde dile getirdikleri konu şunlar idi:

- Biz Türkiye'de siyasal İslamcılarla çalışmak istiyoruz. Çünkü yükselen trend siyasal İslam. Erbakan Hoca bu yükselen trendin en iyi göstergesi. Biz sizinle çalışmak istiyoruz. Bunun şartlarını hazırlayalım.”

Çamlıca’daki görkemli villanın sıcak ortamı ile anlatmaya devam etti:

“Görüşülen isimler arasında Tayyip bey ve Abdullah bey var. Hatta bu müzakere ekibinin içinde ben de vardım.”

Yakınındaki gazeteci, konuşmacıyı yakından tanıdığını sanıyordu. Hatta onun bazı karmaşık ilişkileri konusunda kafasında soru işaretleri de vardı. Ama hem Erdoğan’ın Batı işbirlikçi olduğunu söyleyip hem de müzakere ekibinin içinde kendisinin de olduğunu itiraf etmesi karşısında şaşkındı. Ağzının hayretten bir parmak girecek kadar açılmış olduğunu fark etmeden dinlemeye devam etti.

Konuşmacı, bu kez o görüşmelere şahitlik eden birinin adını verdi. Üstelik adını verdiği kişi de aynı ortamda idi.

“Bakın bu görüşmelerin bir kısmının içinde Ali Bey de vardı” diyerek kocaman elinin baş parmağı ile hemen yan tarafta oturan Ali Bulaç’ı işaret etti. Ali Bulaç da hem kafası ile onay işareti yaptı hem de “Evet” dedi.

Konuşan şahıs, bu teklifin Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan’a da yapıldığını ama onun kabul etmeye yanaşmadığını söyledi. (Bir küçük not: Merhum Muhsin Yazıcıoğlu, benzeri bir teklifin o dönemde kendilerine de yapıldığını 17 Mart 2009’daki görüşmede bana ve arkadaşlarıma da  anlatmıştı. Ü.T.)

Yıllardır AK Parti ile ilgili anlatılan bu iddiaları şehir efsanesi olarak dinleyen gazeteci, “Peki Batılıların bu işbirliğinden beklentileri ne idi, işbirliği yaptığı gruba ne imkan sunacaklardı?” diye sordu. İslamcı gazeteci, eliyle sakalını hafif kaşır gibi yaptı ve devam etti:

“Aslında bu görüşmelerde, Batılı muhataplar öyle diplomatik dil falan kullanmadılar. ‘Bize düşen yükümlülükler’ ve ‘sizden beklentilerimiz’ diye bunları net bir şekilde ortaya koydular.

Kendilerinin yapacaklarını sıraladılar:

1- Biz sizi iktidara taşıyalım.
2- Size gereken finansı bulup getirelim.
3- İktidarınızda size sıkıntı çıkaracak unsurların etkinliklerini ortadan kaldıralım.

Sizden istediğimiz şeyler de şunlar:

1- İsrail'in güvenliğini artıracaksınız. Önündeki engelleri kaldıracaksınız.
2- Sınırların yeniden düzenlenmesi anlamına gelen Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçireceksiniz.
3- İslamın yeniden yorumlanmasında bize yardımcı olacaksınız.”

Bu sırada karşı tarafta oturan DSP’li koalisyon döneminde etkili isimlerden biri olan Aydın Tümen de salonda idi. Onun bakışlarının kendisine yönelik fazla sertleştiğini gören İslamcı gazeteci, hem ortamı yumuşatmak istedi hem de o dönemdeki görüşmelerin farklı bir boyutunu ortaya koydu:

 "Kızmanıza gerek yok. Sosyal demokratlardan da bu proje içinde olan vardı. O zaman CHP'nin başında olan Deniz Baykal'a da cumhurbaşkanlığı verilecekti. Ama Deniz Bey, ‘Nasıl olsa anlaşma yapıldı’ diye gitti sırt üstü yattı. Proje bozuldu, onun için cumhurbaşkanlığını Abdullah Bey'e teklif ettiler.”

AK Parti’nin proje olduğu iddiasını, kendindeki bilgilerle ayrıntılı anlatan İslamcı yazar, bu kez muhalefet liderleri için de değerlendirme yaptı.

“İktidar proje iktidarı olduğu gibi, muhalefet de proje gereği bu iktidarın destekçisi” dediğinde Aydın Tümen, “Yok daha neler” diye mırıldandı. Konuşmacı sözüne devam etti:

“Hatırlayın. 2002 seçimlerinde Erdoğan Meclis’e girememişti. Tayyip Beyin Meclis'e girmesini sağlayan formülü Deniz Baykal teklif etti.  AK Parti'yi iktidara taşıyan seçime giden yolu açan, yani erken seçimi teklif eden de Devlet Bahçeli idi.

Ekonomik bunalımdan bir siyasal iktidar çıkarıldı. Ekonomi aslında Kemal Derviş’in yaptırdığı düzenlemelerle yoluna konulmuştu. Nitekim rayına giren ekonomiyi, AK Parti yıllarca titizlikle uyguladı. “

İslamcı yazar konuşmasıyla bu kez salondaki bir kişi hariç herkesi şaşırttı. Ev sahibine döndü ve parmağıyla işaret ederek devam etti:

“Ben o zaman 'beraber çalışalım' diye bir hafta bu arkadaşa gittim geldim. Beyefendi kabul etmedi.”

İslamcı yazar, iki ayaklı sorunun birinci bölümünü bu kadar uzun anlattıktan sonra yeni kurulan parti ile ilgili tek bir cümle söyledi:

“Merkez Parti'nin şansını şimdilik görmüyorum, çünkü proje henüz tamamlanmadı.”

Evet. Anlattıklarım bir şifreleme değil. Konuşmanın tarafları da hayali değil. Pek çoğumuzun tanıdığı bildiği isimler.

Çamlıca’daki villa Merkez Partisi Genel Başkanı Abdurrahim Karslı’ya ait. İslamcı yazar da Abdurrahman Dilipak.

Ben de büyük bir gazetecilik başarısı göstererek bunları size aktarmadım. Abdurrahim Karslı’nın +1 TV’de Cem Özer ile yaptığı programda anlattıklarından paylaştım. Bir iki isimden de konunun detaylarını aldım.



Ünal TANIK / Rotahaber