19 Şubat 2015 Perşembe

GERÇEK ATATÜRK'Ü O ZAMAN KİMSE ANLAYAMAMIŞ

ÖNCEKİ YAZININ DEVAMI NİTELİĞİNDEDİR VE İSPATIDIR



Kadir Çandarlıoğlu Atatürk düşmanı cahil bir adamdır. Aşağıdaki yazı onundur ama elde ettiği belgelerin ne anlama geldiğini dahi anlayamamıştır.Lütfen dikkatlice okuyunuz.



KADİR ÇANDARLIOĞLU'NUN YAZISI (ALINTIDIR)

Sultan Vahdettin, M. Kemal’i neden Anadolu’ya gönderdi? Ingilizler niçin izin verdi? Oyun içinde oyun
Sultan Vahdettin, M. Kemal’i neden Anadolu’ya gönderdi? Ingilizler niçin izin verdi? Oyun içinde oyun


***

Sultan Vahidüddin’in, suni bir memuriyetle, yani resmi olarak “müfettiş”, fakat gerçekte halkı teşkilatlandırması için M. Kemal Atatürk’ü Anadolu’ya gönderdiğini başka bir yazımızda belgelerle delillendirmiştik.[1] Sultan Vahidüddin’in Sevr’i imzalamamak ve vatanımızı düşmandan kurtarmak için takip ettiği bu siyaset her açıdan riskliydi ve Ingilizlere kesinlikle sezdirilmemeliydi. Bu yüzden muvazaaya başvuruldu. Örneğin M. Kemal ve arkadaşları hakkında Ingiliz baskısıyla çıkarılan idam fermanı[2], veya Istanbul’a geri çağırılması[3] gibi hadiseler muvazaa olarak değerlendirilebilir. Kuva-yı Inzibatiye ve Anzavur Hadisesi de muvazaadır.[4]

Muvazaa nedir? Sözlüğümüzde “muvazaa”, “sahte muamele, danışık” olarak tanımlanmaktadır. Daha açık bir tarif “tarafların sahte muamele göstermeleri; dışa karşı bir zıtlık, muhalefet veya mücadele varmış etkisi uyandırmaları” şeklinde olabilir. Yani iki taraf görünüşte mücadele edecek, fakat esasta anlaşmış olacaklar. Hakim tarafın sadık dostu muvazaanın esas unsurudur. Bu olmazsa olmaz bir şarttır. Hakim taraf sadık dost veya adamın her an ihanetini bekleyebilir. Çünkü içinde bulunulan şartlar muvazaayı gerçek bir karşıtlığa dönüştürebilir. Esasen muvazaa da konjonktürel bir zorunluluktur.

Yunanistan’ın eski Büyükelçilerinden Konstantinos Sakellaropulu dahi Sultan Vahidüddin’nin güttüğü bu siyasetin farkına varmış ve şunları yazmıştır:

“Osmanlı Imparatorluğu hükümeti, M. Kemal’i askeri müfettiş olarak Küçük Asya’ya göndermek kararını alınca, inanıldığı gibi, rahat oturmayan bir Generali Istanbul’dan uzaklaştırmak istememiştir. Bu hükümetin amacı, Kemal’in örgütleyici yeteneklerinden Anadolu’da yararlanarak; barış (Sevr) görüşmeleri sırasında Itilaf devletleri üzerinde baskı kullanmak ve Türklerin sert bulacağı barış koşullarına karşı davranmaya hazır olacak silahlı güçleri kurdurmaktı.”[5]

“Küçük Nutuk”da konunun ele alınış tarzı ve Milli Mücadele’nin belli safhasına kadar yürütülen siyaset, muvazaa ihtimalini güçlü şekilde hissettirmektedir. M. Kemal’in, Erzurum Kongresi’nde yaptığı konuşmada bir bölüm vardır ki, Büyük Nutuk’ta bu kısım yer almaz. Bu çok önemli bölümü dikkatlerinize arz ediyoruz:

“Anadolu’daki memuriyetime, bilhassa Ingilizler tarafından hazm ü tahammül olunmayacağı ve dahilden de birçok ifsadat ve tezviratın karışacağı, daha o zaman kestirilerek; alenen, gerek Sadrazam Paşa’ya ve gerekse ricali marufa-i devlete söylenmiş ve bilhassa, Zât-ı Akdes-i Hazret-i Padişahi’ye de bilmünasebe, maruzatta bulunmuş idim.”

“Bu bâbdaki esrar (sırlar) ve muhaberatın (haberleşmelerin) ve Zât-ı Akdes-i Padişahî (mukaddes padişahın şahsı) ile geçen maruzat (arzların) ve müdavelatın (görüş alışverişlerinin), şimdilik neşri (yayını) muvafık (uygun) olmayıp, inşallahü teala, mübarek vatan ve milletin, bilfiil (fiilen) mazhar-ı necat olduğunu (kurtuluşa erdiğini) idrak edince, kitap halinde intişarı (yayını) ve o zaman bugünkü Kongre heyet-i muhteremesini (muhterem heyetini) teşkil buyuran zevat-ı kıymetdara (kıymetli kişilere) da, bir hatıra-i millî olarak takdimi mutasavverdir (düşünülmektedir).”[6]

M. Kemal’in bu ifadeleri, 24 Nisan Nutku’ndaki bazı ifadelerle birlikte düşünülürse, şöyle bir noktaya varılır:

Padişah’la M. Kemal arasında hususiyet vardır. Yani özel ilişkiler sözkonusudur. Padişah, M. Kemal’e güvenmekte ve bu yüzden de, onu Anadolu’ya görünüşte asayiş için ve fakat geniş yetkilerle çok daha farklı bir mücadele için görevlendirmektedir. Son görüşmeleri bunun açık bir delilidir. M. Kemal’in, bu son görüşmeye ne kadar önem atfettiğini, Erzurum Kongresi’ndeki konuşması açıkça ortaya koymaktadır. Hatta M. Kemal, Padişahla arasındaki esrar (sırlar)dan bahsetmektedir. Bu sırlar, aradaki haberleşme ve görüşmeler zamanı geldiğinde, millet fiilen kurtulduğunda, milli bir hatıra olarak yayınlanacaktır.[7]

Böyle bir yayın olmadığına göre, ihanet mi sözkonusudur?

Sultan Vahidüddin’e göre, “EVET” (Murad Bardakçı’nın eserinden sadeleştirerek veriyoruz) :

“Mütâlalarından ortaya çıkacağı gibi, Mütareke (ateşkes) günlerinde (1918) I. Cihan Harbinin neticelerinden sorumlu olan suçlulardan (Devleti harbe sokan Ittihâdcıları kasdetmektedir) bana miras kalan ve biribirini takip eden musibetlere karşı, sadece ve sadece şahsımı siper eyledim. Aslında bir taraftan tehlikeli bir yerde kalan hilafet merkezinde savaştan galip çıkan itilaf devletleri ile yüz yüze olmak ve onlar tarafından sıgaya çekilmek ve diğer taraftan Anadolu’yu istila eden Yunanlılara mukabele için mümkün ve mahrem vasıtalarla Anadolu’ya memur eylediğimiz yaverlerimizden M. Kemal’in ihaneti ve bize karşı takındığı isyankar tavrı karşısında kalmıştım.

Bununla beraber aziz vatanımın menfaatleri için Kuvayı Milliye’nin sonradan şekil ve mahiyetinin değişeceği hususunda bende meydana gelen fikir ve kanaatlerime rağmen, yine fedakârlık mesleğini tercih ve takip eyledim. Sırf bu sebep ve hikmet ile, milli davalara itaatkar kabineleri iktidara getirdim ve senelerce Kuvayi Milliye’yi takviye ettim ve gelişmesi için çalıştım..(En sonunda bana ve milletime ihanet için cephe alacaklarından emin olduğum halde, vatanın kurtuluşu için yine de M. Kemal ve arkadaşlarına destek verdim demek isteniyor.)

Anadolu Zaferinin ne gibi tehlikeli şartlar altında tarafımızdan hazırlandığını gösteren belgeler ile Anayasa gereği saltanat makamının korunacağını tasvir eden diğer mühim evrak tesbit edilerek derlenmiş olduğundan, bunların dahi zamanı gelince umumi efkâra (kamu oyuna) açıklanarak, Islam’ın hizmetkarı veyahut yıkıcısı olanların teşhir ve tayin edileceğini temin eylerim.”[8]

Peki neden?

Mustafa Sabri Efendi’ye bakarsanız M. Kemal, aynı zamanda Ingilizler’le de anlaşmıştır, yani oyun içinde oyun vardır:

“Ingilizlerle M. Kemal muvazaasının asarını (danışıklı döğüşünün eserlerini), Lozan müzâkeratı zamanına kadar te’hir etmeyerek (ertelemeyerek) “Mudanya” Mütârekesinden Yunan inzihamından evvelki, yani Ingilizlerle Anadolu’da zuhur eden Kemâl’i kıyamını bastırmak üzere hem Istanbul’daki Halife hükümetine cebr-u tazyik icra ettikleri (baskı yaptıkları), hem de müşkülât ikaından hâli kalmadıkları zamanlarda bile bulmak mümkündür. Istanbul’un ve Halife’nin ecnebi işgâl-i askerisi altında serbest hareketten mahrum vaziyeti, Anadolu’yu Halife aleyhine ayaklandıran M. Kemal’i mücâdelede galip getirmeye sebep olduğu gibi meb’deinden (başından) itibaren üç sene süren M. Kemal harekâtının Yunanlılar’a karşı yüz ağarlamıyarak mağlubiyetle ve Anadolu dahilinde şehirden şehire çekilmekle geçen birinci, ikinci ve kısmen üçüncü senelerinde bile, müdafaa-i memleket nâmına yine bu hareketten hayır ve menfaat husûlî ihtimâlini hatırından çıkarmayan ve esasen M. Kemal’i Anadolu’ya husûsî bir sıfat ve mâhiyette gönderen Padişah’ın hiç bir zaman bu kıyamı tam bir ciddiyetle bastırmak meslekini iltizam etmeyerek Ingilizleri savsaklamakla vakit geçirdiği ve M. Kemal’le onlara oyun oynamaya çalıştığı esnada Ingilizler de aynı adamla (yani M. Kemal’le) Padişah’a Makam-ı Hilâfet’e oyun etmek fırsatını kaçırmamışlardır. Harb-i umûmî neticesinde Izmir’i velev muvakkaten (geçici) olsun, Istanbul’daki Hilâfet Hükûmeti’nin elinden alarak, Yunanlılar’a veren ve sonra bunu Ankara’nın lâik hükümetine iâde eden Ingilizler, kasden kabahatli vaziyete düşürdükleri Hilâfeti, bu alışveriş içinde Âlem-i Islâm’a sezdirmeden komisyon olarak aldılar.”[9]

Yunan tarih alimi Dimitri Kitsikis, Paris’te verdiği ve dilimize “Yunan Propagandası” adıyla nakledilen doktora tezinde, M. Kemal ile bolşevik Lenin hükümetlerinin Moskova’da bir dostluk ve kardeşlik andlaşması imzaladıklarını ve doğal olarak bolşeviklerin rumlara yardımcı olmasının beklenemeyeceğini belirttikten sonra, buna rağmen Sovyet hükümetinin temsilcisi olduğunu söyleyen bir adamın, Zinovyev, Troçki ve Çiçerin’in imzalarını taşıyan bir itimat mektubunu gösterip rumlara yardım teklif ettiğini ve M. Kemal’i maddi ve manevi olarak desteklemekten vazgeçeceklerini yazmaktadır. Sovyet temsilcisi bu dönüşün sebebini şöyle açıklar:

“Daha şimdiden elimizde, fransız kapitalistleri ve emperyalistleriyle ilişkileri bulunduğuna dair işaretler değil, kesin deliller var.”[10]

Yani M. Kemal, görünürde emperyalistlere karşı savaşıyor, fakat gerçekte onlarla işbirliği içindedir.[11]

M. Kemal, Erzurum Kongresinde yakın arkadaşı Mazhar Müfit’e bu oyunu itiraf etmiştir. Mazhar Müfit, M. Kemal’in Erzurum Kongresi’ni açarken yaptığı konuşmanın sonunu yadırgar ve niçin müftü efendinin duası gibi bitirdiğini sorar. Bunun üzerine M. Kemal şöyle cevap verir:

“Maksadını anlıyorum, anlıyorum amma şimdi vazifemiz halkı, vatanı ve esir padişahı kurtarmaya **inandırmaktan** ibarettir.”[12]

Yani görünürde Müslümanların padişahı ve halifesiyle beraber, ancak gerçekte O’na düşman…

M. Kemal’in tavsiyesiyle Sadrazam olan Ahmed Izzed Paşa ise hatıratında bu konuyla ilgili şunları söylüyor:

“M. Kemal Paşa, istediği kadar Padişah’ın özel memuru olarak bu işe başlamış olduğunu inkara savaşsın. Benim bu hususta kanaatim sağlamdır. Çünkü kendisine verilen yetki, şimdiye kadar hiçbir faniye nasip olmamış bir genişlikteydi. Kendi teftiş dairesindeki askeri kıtalardan başka komşu kolordulara ve bütün Anadolu vilayetlerine emri geçerli olacak, memurları istediği gibi görevinden alacak veya tayin edecektir. Benim bildiğim Babıali bu gibi işlerde, özellikle askerlerin yöneticileri hükmü altına alması meselesinde çok kıskançtır. Hele gurur ve kıskançlığı delilik derecesinde olan Ferit Paşa’nın Sadaret makamında olmayan yetkileri başkasına bahşetmek istemesi, doğal olmayan bir durumdur. Bu tarihlerde eski politikasının ilkelerini değiştirerek güya halka hoş görünmek ve güven vermek için, Tevfik Paşayla benim kabinelerimizin seçtiği ve tayin ettirdiği on iki nezaretsiz bakanın katılmasıyla oluşturulan kabinenin içinde ben de vardım. Mustafa Kemal Paşa’nın müfettişliğe tayinini içine alan ve yetkilerini belirleyen belge görüşülüp tasdik olunmak üzere Vükela Meclisi’ne verildiği tarihten bir hafta on gün önce Paşa fermanını, yetki mektubunu taşıyarak hareket etmiş bulunuyordu. Bu haller açıkça gösterirki bu memuriyet resmi hükümetin değil, Padişahın düşüncesinin ürünü ve tedbirinin eseridir. Babıali ve Harbiye Nezareti Saray’dan aldıkları işaretle bunu uygulamaya koymuşlardır. Fakat bu gerçeğin gizlenmesi, M. Kemal Paşa’ca olduğu kadar, sinsi Padişah’ca da gerekliydi. Paşa, büründüğü esrarlı kisveye, gelecek için beslediği emeller ve hayallere uymaması yönünden Saray’a bağlılığını gizlemek, memur ve mensubu olduğu hükümdara karşı işlediği iğfal, sözünden caymak, küfran-ı nimet gibi basitlikleri halkın gözünden saklamak, hiç olmazsa hafifletmek istiyor, Padşiah da ne şekilde olursa olsun, bir kimse tarafından aldatılmış olmayı kibrine yediremiyor, bir yandan da yabancılarca el altından oyun yapmak istediğinin anlaşılmasından korkuyordu.”[13]

M. Kemal’e vize veren Ingiliz Istihbarat Subayı Yüzbaşı Bennet, 1972 senesinde Nezih Uzel ile röportaj yapmıştı. Bu röportaj “Atatürk’e Nasıl Vize Verdim” adıyla kitap haline getirilerek yayımlandı. Bennet, Samsun’a gidecek heyetin bir müfettişlik için çok büyük olduğuna dikkat çekiyor [ifade bozuklukları metne ait] :

“Bennet: Müfettişlik için ve on gün Mayıs onunda, on ikisinde bizden şey istemişler değil mi? Ruhsatname, permisyon…

– Nezih Uzel: Vize…

– Bennet: Boğazı geçmek için bir Türk zabit o zaman vize lazım geldi.

– Nezih Uzel: Vize talebi olduğu zaman siz onu tanıyordunuz, kim olduğunu?

– Bennet: Tanıyordum.

– Nezih Uzel: Sultan’a yakınlığını da biliyor muydunuz?

– Bennet: Biliyordum… Hatta Sultan adamı bir insan, öyle anladık. Padişahın emin olduğu bir adam olduğunu anladık.

– Nezih Uzel: Ayrıca gitmeden önce Padişah Vahdeddin ile görüştüğü söyleniyor…”

– Bennet: Öyle, biliyorum… herhalde oraya gitti, biliyorum. Evet.

– Nezih Uzel: Vahdeddin gönderiyor onu…

– Bennet: Padişah Vahideddin ona çok güveniyordu.

– Nezih Uzel: Siz onun güvenmesinde şüphelenmediniz mi? Acaba bu adam aldatıyor mu onu falan gibi?

– Bennet: Öyle anlamadım, yok, yalnız hey’et büyük olduğu için, üç dört kişi yerine otuz beş kişi ve büyük zabitan (subaylar), miralay (Tuğgeneral), mirliva (Albay) falan. Bunlar Erkanı Harb’tan, en mühimler gidiyordu, yalnız bir müfettişlik için çok gördüm ben.[14]

Bilmem, bu ihaneti Milletime gösterebilmek için daha ne yazmalıyım? Biz bu ihanetleri görüp Kurtuluş Savaşı’nı tekrar başlatmalıyız. Eğer vatanmızı ve dinimizi seviyorsak, bunu yapmalıyız. Allah Teala sonumuzu hayreylesin



**********



KAYNAKLAR:



[1] http://belgelerlegercektarih.com/2012/11/24/ataturku-samsuna-vahdettin-gonderdi-belgelerle/

Bu konuda daha fazla belge için şu konumuza bakılabilir: http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2013/04/17/resmi-tarih-yalanlarina-son-belgeler-konusuyor/)

[2] Idam fetvasının ingiliz baskısıyla alındığını ve bu yüzden Sultan Vahidettin’in suçlanamayacağını gerek M. Kemal ve gerekse Fevzi Paşa (Çakmak) Meclis huzurunda ifade etmişlerdir, meclis tutanakları için bakınız;

http://belgelerlegercektarih.com/2012/11/14/ataturke-verilen-idam-fetvasindan-dolayi-sultan-vahidettine-hain-denilemez/

[3] M. Kemal’in geri çağırılmasıyla ilgili tafsilat için bakınız;

http://belgelerlegercektarih.com/2012/04/20/sultan-vahiduddin-m-kemal-ataturk-ve-kurtulus-savasi/

[4] Kuva-yı Inzibatiye ve Anzavur Hadisesi için bakınız;

http://belgelerlegercektarih.com/2014/05/24/kuva-yi-inzibatiye-ve-anzavur-hadisesi/

[5] Konstantinos Sakellaropulu, İ Skia Tis Diseos – İstoria Mias Katastrofis (Batı’nın Gölgesi – Bir Felaketin Tarihi), Atina 1961, sayfa 56.

[6] Fahrettin Kırzıoğlu, Erzurum Kongresi, sayfa 21, 22.

[7] Mehmet Doğan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, Yazar Yayınları, 2013, sayfa 328 ve devamı.

[8] Murad Bardakçı, Şahbaba, Osmanoğullarının Son Hükümdarı VI. Mehmed Vahidüddin Han’ın Hayatı, Hatıraları ve Özel Mektupları, Istanbul 1998, sayfa 413, 416.

[9] Yarın Gazetesi, 1 Teşr’nisânî 1929. (53 numaralı nüsha.)

[10] Dimitri Kitsikis, Yunan Propagandası, Meydan Neşriyat, Istanbul 1966, sayfa 68, 69.

[11] M. Kemal’in emperyalistlerle işbirligi hakkında geniş bilgi ihtiva eden konular için bakınız;

http://belgelerlegercektarih.com/2012/12/10/m-kemal-ataturkun-ingiliz-istihbarati-ile-gizli-iliskisi-desifre-oldu/

http://belgelerlegercektarih.com/2012/12/08/m-kemal-ataturk-ve-ingiliz-yapimi/

http://belgelerlegercektarih.com/2012/10/17/milli-mucadelede-sadece-yunanlilara-karsi-savastik-5-bolum/

[12] Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk ile Beraber, Türk Tarih Kurumu yay., 1986, cild 1, sayfa 85.

[13] Ahmed Izzed Paşa, Feryadım, Istanbul 1993, cild 2, sayfa 214.

[14] Ingiliz Istihbarat Subayı Yüzbaşı Bennet Anlatıyor, Atatürk’e Nasıl Vize Verdim, (Hazırlayan: Nezih Uzel), Selis Kitaplar, Istanbul 2008, sayfa 128, 129.


**********

(Kadir Çandarlıoğlu)
(Belgelerle gerçek tarih sitesi editörü)




SAFA ASYANIN YORUMU

Bu yazı Belgelerle Gerçek Tarih editörü Kadir Çandarlıoğlu'na ait. Şahsıyla ilgili şimdilik yazmayalım ama bu yazıyı lütfen okuyunuz. Yazıda Atatürk'ün Anadolu'ya gidişi ile ilgili neredeyse her kesimden tarihi bilgiler yer almış.

Ama bu kesimlerin hiç biri de konunun gerçek mahiyetini anlayamamışlar. Konunun gerçek mahiyeti ise bir önceki resimli yazımızda sunulmuştu.

Vahdettin Han ile Atatürk tüm emperyalistleri oyuna getirmişlerdi. Esas amaçları bu cennet vatanda CUMHURİYET ilan etmekti. Şimdi son üç yazıyı tekrar okuyalım ve gizli gerçekleri bir daha görelim İnşallah.



YORUMCU ARKADAŞLARA

TAM YORUMA AÇIK BİR PAYLAŞIM

GELSİN YORUMLAR. BİZ DE YORUMLAR KISMINDA AÇIKLAMALAR YAPACAĞIZ İNŞAALLAH




İSRAİL BÜYÜK ELÇİLİĞİNİ KAPATMAYAN TÜRKİYE; YEMEN BÜYÜK ELÇİLİĞİNİ KAPATTI.

İSRAİL YÖNETİMİ İLE İLİŞKİLERİ ASKIYA ALMADIK AMA YEMEN YÖNETİMİ İLE İLİŞKİLERİ ASKIYA ALDIK.

ACABA NASIL YORUMLANMALI?

YORUMCU ARKADAŞLARIN YORUMLARINA GÖRE AÇIKLAMALARI YORUMLAR KISMINDA YAPACAĞIZ İNŞAALLAH.

AY'I UKAB'A SARDIK, YILDIZ'I KURDUK

AY'I UKAB'A SARDIK, ARTIK ÇIKARACAĞIZ  
YILDIZ'I KURDUK, AY'I YANINA TAKACAĞIZ




İKİ TANE BİRDEN KURULDU. BİRİSİ GAYRİ MİLLİ DİĞERİ TAM MİLLİ İDİ.

MİLLİ DEVLETİN LİDERLERİ

BİRİNCİ BİR NUMARA



İKİNCİ BİR NUMARA


ÜÇÜNCÜ BİR NUMARA



CUMHURİYETİ KURMAK İÇİN ANADOLU'YA GÖNDERİLDİ
AMA VAHDETTİN O'NUN ZEKASINA DEHASINA HAYRANDI. EVET VAHDETTİN HAN ATATÜRK HAYRANIYDI.VE CUMHURİYETİ KURMASI İÇİN TÜM YETKİLERİNİ DAHA ANADOLU'YA GİDERKEN ATATÜRK'E DEVRETTİ.HAYAL KIRIKLIĞINA DA UĞRAMADI.
BİZ ŞAHİDİZ. SİZ DE ŞAHİT MİSİNİZ?



CENABI MEVLA TÜRK MİLLETİNE HER ASIRDA BİR LİDER GÖNDERDİ.TARİH YAZSIN DİYE. O DA O TARİHİ YAZDI.

VAHDETTİN HAN OSMANLI'NIN SONUNCU BİR NUMARASIYDI.
ATATÜRK İSE CUMHURİYETİN BİRİNCİ BİR NUMARASI OLDU.


DÖRDÜNCÜ BİR NUMARA


KAHRAMAN ORDUNUN KURUCUSU YİĞİT MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK.23 YIL GENEL KURMAY BAŞKANLIĞI YAPTI. ORDUMUZU MODERN BİR ORDU OLMASI İÇİN YAPILANDIRDI.VE KAHRAMAN TÜRK SUBAYLARINA EMANET ETTİ.

EY TÜRK EVLADI BU CUMHURİYET BU DEVLET ÇOK ZOR ŞARTLARDA BİR KAÇ KAHRAMAN TARAFINDAN KURULDU.

ATATÜRK, TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ TÜRK GENÇLİĞİNE EMANET ETTİ.CUMHURİYETİNE SAHİP ÇIK.




BEŞİNCİ BİR NUMARA

17 Şubat 2015 Salı

ATATÜRK HAİN MİYDİ?

ATATÜRK HAİN MİYDİ?

(İyi niyetli olup da art niyetli neşriyatın etkisinde kalan ve Atatürk hakkında yanlış hükme varan insanlarımız lütfen bu yazıyı dikkatlice okusunlar. Hatta sadece okumakla kalmasınlar ve herkese de okutsunlar İnşallah.)



“Osmanlı - Türkiye Mukayesesi” kavramı üzerinden çirkin oyunlar oynanıyor.
Osmanlı düşmanları Vahdettin Han’a;  Türkiye düşmanları da Atatürk’e saldırarak Türkiye düşmanlığı yapıyorlar.

Osmanlı düşmanlarının iddiaları şunlar:

“Vahdettin vatan hainiydi. Türk Milletini sattı. 9.Ordu Müfettişi olarak önce tayin ettiği Atatürk’ü sonra görevden azlederek hatta hakkında idam kararı vererek Türk Milletine ve bağımsızlık mücadelesine ihanet etti. İngiliz gemisine binip kaçtı” diyorlar.

Türkiye düşmanlarının iddiaları ise şunlar:

“Atatürk vatan hainiydi. Vahdettin’i satışa getirdi. Padişahlığı kurtaracakmış gibi önce Vahdettin’in kendisini görevlendirmesi sırasında ona tabi oldu. Görevi alıp, Anadolu’ya geçip, taraftar toplayınca da Vahdettin’i tanımadı, isyan etti. Hatta payitahtın emrinden çıkıp İngiliz’in emrine girdi. Hem Osmanlıya hem de Türk Milleti’ne ihanet etti. Kurtuluş Savaşı hiç yapılmadı. İngilizler savaş yapmadan çekip gitti. Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk’e kurdurdular, saltanatı kaldırttılar, Hilafeti kaldırttılar, bununla kalsa iyi Kuran kanunlarını yok sayıp yerine batı kanunlarını ikame edip Laikliği getirdiler.” Diyorlar. 

Daha ileri giden şerefsizler de var:

Atatürk’ün kişilik haklarına saldıranlar. Filistin’deki Orduyu savaşmadan çekip Filistin’i İngiliz’e savaşmadan bağışladığını iddia eden de. O kendini bilir. Şerefsizin önde gideni bir PKK’lıdır.

Aşağıda detaylı yazacağız ama sadece bu iddianın cevabını burada verelim. Filistin’deki Osmanlı Birliği on bin kişiden oluşuyordu. Sekiz bin tanesi şehid olmuştu. Atatürk kalan iki bin askeri geri çekti. (Bre şerefsiz! O sekiz bin asker savaşmadan mı şehit oldu?)

Atatürk düşmanları Vahdettin Han’ı yükseltirken, Vahdettin düşmanları Atatürk’ü yükseltiyorlar. Amaçları birini yükseltmek değil ikisini de alçaltmak. 

Aslında bunların tamamı TÜRKİYE ve TÜRK MİLLETİ DÜŞMANIDIR. 

Zamana ve duruma göre bir Atatürk dostu Vahdettin düşmanı oluyorlar; bir Vahdettin dostu, Atatürk düşmanı oluyorlar. Yüz yıl önce Vahdettin düşmanı, Atatürk dostuydular. Şimdi ise Vahdettin dostu Atatürk düşmanı oldular.

Peki yüz yıl önce İngilizler kime dost kime düşmandılar? Şimdi kime dost kime düşmanlar?

Evet yüz yıl önce İngilizler de Vahdettin düşmanı Atatürk dostu idiler. Şimdi ise Vahdettin dostu Atatürk düşmanı oluverdiler.

(O zaman Osmanlının öyle yıkılması gerekiyordu, şimdi ise Türkiye’nin böyle yıkılması gerekiyor.)

NE ATATÜRK NE DE VAHDETTİN KESİNLİKLE HAİN DEĞİLDİ.


(Hem de en iyisi)


TAM TERSİNE VAHDETTİN BÜYÜK BİR DEVLET ADAMI, ATATÜRK DE OSMANLININ YETİŞTİRDİĞİ EN BÜYÜK KOMUTANDI. VE BURAYA DİKKAT VAHDETTİN HANA GÖRE ATATÜRK TÜRK MİLLETİ’NİN TEK UMUDUYDU. DOĞRU OLDUĞU DA İSPAT EDİLDİ.

İŞTE İSPATI:

Vahdettin Han’a saldıranlara cevaplar:

Vahdettin Han bir yıl sonra kendisini satışa getirecek Atatürk’ü yeni mi tanımış ki 9.Ordu Müfettişi olarak onu görevlendirmiş? Osmanlı Ordusunda başka paşa mı yoktu? Neden Atatürk?

Çünkü Vahdettin Han Atatürk’ü çok eskilerden tanıyordu. Gençliğinde Avusturya’ya birlikte gitmişlerdi. Yol arkadaşıydı. Atatürk, Osmanlı Subayları içinde Vahdettin Han’ın en sevdiği ve en güvendiği, en yakın subay arkadaşıydı. Vahdettin Han, Atatürk’ün Osmanlının en zeki, en başarılı subayı olduğunu gayet iyi biliyordu. Vahdettin bir yıl sonra kendisini satışa getirecek bir subayı 9.Ordu Müfettişi atayacak kadar APTAL DEĞİLDİ. Gerçek aptal Vahdettin Hanın aptal olduğunu düşünenlerdir. İngilizler de böyle düşünmüşlerdi.  

Vahdettin Türk Milleti’ni sattı mı? İngiliz gemisine binip kaçtı mı?

Vahdettin, Türk Milleti’ni İngilizlere sattıysa karşılığında da bir şey almış olmalı. Ne almış? İngiliz gemisine binip giderken Osmanlı Sarayından ne götürmüş? En azından likit, para, altın, mücevher götürmesi lazım değil mi?

Gerçek şu ki Vahdettin Han Türk Milleti’ni asla satmamıştır. Bu cennet vatanı Atatürk’e emanet ederek saltanatın kaldırılabilmesi ve Cumhuriyetin kurulabilmesi için bu aziz Milletin geleceği için kendisini feda etmiştir. Esir olarak gitmiştir. Hiçbir şey çalmamış, götürmemiş, hatta şahsi varlıklarını bile bırakıp gitmiş; gittiği yerde fakir, fukara olarak yaşamış ve cenazesi bile ortada kalmıştır. Şam Valisi cenaze masraflarını karşılamış ve Şam’a defnedilmiştir. Bu mu vatan haini?

Vatan haini öyle olmaz şöyle olur: 

Giderken nesi var nesi yoksa alır; üstüne hazinenin altınlarını da katar ve doğrudan HAVAİ’ye kaçar. İngiliz gemisiyle de gitmez, İngilizler gelmeden kaçar. Aksini düşünen aptaldır.
Vahdettin bahsini kısa keselim, konu uzun.

Ancak yukarıda çok kritik bir cümleye yer verdik açmak zorundayız:

Osmanlı Padişahları birçok kez Cumhuriyete geçmek istediler. Ama Arapların durumundan dolayı hep vazgeçmek zorunda kaldılar. (İngilizlerle iki yüz yıldan beri metres hayatı yaşıyorlardı)

2.Mahmut Han, Abdülhamid Han Cumhuriyet için çok istekli oldular ama İngilizlerin bunu Osmanlı aleyhine kullanmaları nedeniyle yapamadılar. 1.Dünya Savaşında Araplar ayrılınca da CUMHURİYET ZORUNLU OLDU. VE BİR FIRSAT OLARAK VAHDETTİN’İN ÖNÜNE GELDİ.

ATATÜRK DE DAHA KURMAYLIK DÖNEMLERİNDE CUMHURİYETÇİ BİRİ OLARAK BİLİNİYORDU. VAHDETTİN HAN ATATÜRK’ÜN CUMHURİYETÇİ OLDUĞUNU ÇOK İYİ BİLİYORDU. BU SIR DEĞİLDİ HERKES BİLİYORDU. 

VAHDETTİN HAN ATATÜRK’Ü ANADOLU'YA GÖNDERİRKEN, CUMHURİYET KURACAĞINI DA ÇOK İYİ BİLİYORDU VE KENDİSİ DE BUNU ÇOK İSTİYORDU. 
VE BU KONUDA TEK GÜVENDİĞİ KİŞİ DE ATATÜRK’TÜ. BAŞKALARI PADİŞAH DA OLABİLİRDİ DEĞİL Mİ?  ATATÜRK BU GÜVENE LAYIK OLDUĞUNU DA İSPAT ETTİ. BU KONU BU KADAR YETER.

GELELİM ATATÜRK DÜŞMANLARINA:

Atatürk, Vahdettin’e ihanet etmişse Anadolu’daki tek paşa Atatürk müydü? Diğer Paşalar İstanbul ile Padişah ile haberleşmiyorlar mıydı ki koşarak Atatürk’ün emrine girdiler?

Kazım Karabekir Paşa’nın İstiklal Harbinin Esasları isimli kitabını okumadan o kitabı okuyup da Atatürk aleyhine kullanan bazı şerefsizlerin kulaktan dolma sözlerine itibar edenler bizzat kendileri okusunlar. Kazım Karabekir Paşanın Atatürk’ü hainlikle suçlayan ya da ima eden tek bir kelimesi var mıdır? Yoktur. Sadece bir komutan olarak bazı konularda kendi açılımlarını da eklemiştir. Olay budur.

Anadolu’daki tüm Osmanlı Komutanları Atatürk’ün emrine Vahdettin’e düşman oldukları için değil hem Vahdettin’in emriyle hem de Atatürk’ü bildikleri ve çok sevdikleri için girmişlerdir.

Hangi komutan 1919- 1923 döneminde Atatürk’e karşı çıkmıştır? Hiç biri. Hepsi olayın farkındaydı. Ancak sayıları çok az ve konu sır olduğu için açıklanmamıştı. Spekülatif dedikodularla Atatürk düşmanlığı da bu yüzden gelişti. Biri çıkıp da o komutanların her şeyi açıklayıverseydi herkes Atatürkçü olacaktı. O başka.



Ölünceye kadar Vahdettin de Atatürk de birbirlerinin aleyhine konuşmadılar. Belki işin sırrı gereği o zaman Vahdettin Hanın aleyhine konuşulması gerekiyorduysa da yine ölçüde kusur edilmemiştir. Bu konuda esas kriter Vahdettin Hanın sözleridir ki Atatürk’ün aleyhine tek sözü yoktur. Kriterdir çünkü Vahdettin Han Atatürk’ü övmek zorunda değildi. Belki Vahdettin kötülenmek zorundaydı ama Vahdettin Han için durum farklıydı. 

Atatürk’ün hain olduğuna inansa kesinlikle Atatürk aleyhine sözleri, makaleleri, açıklanacak yazıları olurdu. YOKTUR. BULAMAZLAR. ÇÜNKÜ VAHDETTİN ATATÜRK’Ü BİZDEN BİLE ÇOK SEVİYORDU. ÇÜNKÜ BİZDEN ÇOK İYİ TANIYORDU.

KURTULUŞ SAVAŞI HİÇ YAPILMADI MI?

İngilizler İstanbul’a Mondros Ateşkes Anlaşması ile savaş yapmadan girdiler. Lozan Antlaşması ile de savaş yapmadan çıkıp gittiler. Mondros Damat Ferit’in imzaladığı teslim anlaşmasıydı.
Lozan Antlaşması ise şu şartlarda yapıldı:

Evet İngilizler saltanatın, hilafetin, Kuran kanunlarının kaldırılmasını, Cumhuriyete geçilmesini, laiklik getirilmesini istiyorlardı. Yeni kurulan Cumhuriyetin batıya düşman bir tehdit değil batı normlarında batı dostu, batılı bir ülke olmasını istiyorlardı.

Sadece bunları isteseler iyiydi çünkü bunların bir kısmını Osmanlı Padişahları da istemiş ama yapamamışlardı. Başka neler istiyorlardı?

Üniformalı askerlerini çekip üniformasız askerlerini yerleştirmek bu cennet vatan sanki Türkler tarafından yönetilen Milli bir devletmiş gibi göstererek Türk Milletini kandırmak ve tıpkı eski sömürgeleri gibi yüzyıllar boyunca sömürmek istiyorlardı.

PEKİ BİZİM ELİMİZDE NE VARDI?

Osmanlı Devleti olarak Afrika’daki Ortadoğu’daki tüm topraklarımızı kaybetmiştik. Üstelik bunu da İngilizler ordularımızı yenerek değil Arapları ayaklandırarak başarmışlardı. Araplar bize ihanet etmişlerdi.(Bugün de aynı durum Kürtler için söz konusu, İnşallah İsrail’in oyununa gelmezler)

Arap Yarımadası, Irak, Suriye gitmişti. Yetmedi doğuyu Ermenilere, batıyı da Yunanlılara vermek istiyorlardı. Doğuda Ermeniler İngiliz ve Fransız silahları ile köylerimizde Türk, Kürt vatandaşlarımızı katlediyorlardı. İzmir’e Yunanı çıkarmışlar, Ankara’ya kadar gelmişlerdi.

Türk Milleti kırılmıştı, savaşacak ordumuz yoktu. Yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan oluşan on milyonluk mazlum, gazi bir millet.



Savaşacak Osmanlı Ordusu kalmadığından masada, ordusu olan İngiliz ve Fransız konuşacaktı. İngilizler yukarıdaki tüm isteklerine ilaveten Yunanlıların batıda alan hakimiyeti kurmasını istiyorlardı. Fransızlar da doğuda Ermeniler için aynı şeyi istiyorlardı. Aslında İngiliz ve Fransızlar Türkleri Anadolu’dan tamamen çıkarıp Orta Asya’ya yeniden göndermek istiyorlardı. Ama bunun imkansız olduğunu da biliyorlar ve Lozan'a oynuyorlardı.

Aziz İstanbul’un doğu yakasına İngilizler, batı yakasına Fransızlar çökmüş Anadolu’daki köpeklerinin (Yunan ve Ermeni) neler yapabileceklerini izliyorlardı.

Daha Türk Milleti Yunanın, Ermeni’nin hesabını görememişti ki sıra İngiliz’e, Fransız’a gelsin. Çok rahattılar ama bilmedikleri bir şey vardı.

Evet Türk Milleti düzenli Ordularını kaybetmişti ama İSTİHBARATI VE GAYRİ NİZAMİ ORDULARI dimdik ayaktaydı.  



Ülkenin bu hale geleceğini daha 1900 yılında gören Cennetmekan Abdülhamid Han Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurmuş ve her türlü önlemi almıştı.

Bu teşkilatın en başta gelen en başarılı subayları ise Mustafa Kemal ile Enver Paşa’ydı. Öyle ki daha Trablusgarb’da görev almışlar ve meşhur Libya kartalı Ömer Muhtar’a o gerilla taktiklerini bizzat Atatürk vermişti.

İttihat Terakkiye birlikte girmişler Enver Paşa Alman yanlılarına, Atatürk ise İngiliz yanlılarına yakın olmuştu. Osmanlı Almanlar’ın yanında savaşa girmeye karar verince Atatürk İttihat ve Terakki'den ayrıldı.Enver Paşa ise orada kaldı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti ülkeyi kanser gibi sarmış Yahudi, Ermeni ve Rumlardan oluşan bir hain şebekesiydi. Masonlar tarafından yönetiliyordu ve arkalarında tüm kafir dünyası vardı.Hepsi destekliyordu. Tasfiye etmek imkansızdı ama yönetiminde etkili olmak mümkündü.Şimdi o görev Enver Paşa'daydı. Almanlara karşı savaşa girilecek olsaydı belli ki Atatürk orada kalacak, Enver Paşa ayrılıp savaşın sonucunu bekleyecekti.

Bir parantez:
(Goben ve Bröstlav hikayedir. (Yavuz-Midilli) Osmanlı, savaşa Almanların yanında girmeye çok önce karar vermişti. Çünkü başka çaremiz yoktu. Osmanlıyı yıkmak isteyen bizzat İngilizlerdi. Almanlar değildi. Almanlar kazansaydı Osmanlı kurtulacaktı. İngilizler kazanırsa da Cumhuriyet kurulacaktı. Olay bu kadar nettir ve hepsi Yıldız İstihbarat Teşkilatının Planıdır.)


(Atatürk ve dava arkadaşı Enver Paşa.Osmanlının en iyi ajanları Libya'ya İtalyan'lara karşı Ömer Muhtar'a taktik vermeye gidiyorlar)

Lozan bu şartlarda yapıldı, Cumhuriyet bu şartlarda kuruldu. Düzenli ordumuz yoktu ama istihbarat devletimiz vardı ve dimdik ayakta kaldı. Burayı açmak biraz zor sadece şu kadar yazalım:

Atatürk Türk Gençliğine hitaben yaptığı tüm hitaplarda özellikle şu kelimeyi sürekli tekrarlamış ve üstüne basa basa söylemiştir.
“BAĞIMSIZLIK”

EVET. BU ÜLKE BİR SİYASİ DEHA OLAN VAHDETTİN İLE BİR ASKERİ DEHA OLAN ATATÜRK’ÜMÜZ TARAFINDAN O ŞARTLARDA KURULMUŞ VE BU GÜNLERE GELMİŞTİR.

Varsın İngiliz, Fransız “bizim dediğimiz oldu” desin. Onlar öyle bilsin. Türkiye üzerine İngiliz’in, Fransız’ın oynadığı oyunlar artık anlaşılmıştır. Ama Atatürk’ün onlara vurduğu siyasi darbeler sadece askeri bir deha değil aynı zamanda siyasi bir deha olduğunu da ispat etmiştir.

Lozan’da onlara söylenen şudur:

İstedikleriniz bunlar mı? “Tamam” denildi. (Karşılığında Anadolu ve Misakı Milli sınırları kurtarıldı. Çünkü bu sınırlar Osmanlı’nın Fatih dönemine eş değerdeydi. Hayır dense savaşacak güç yoktu. Yunanı ve Ermeni’yi destekleyip Anadolu’yu tamamen kaybettireceklerdi. Lozan için kullandılar.)

“Tamam” denildi. Çünkü:

Cumhuriyeti zaten biz de istiyoruz. Saltanatı kaldırmayı. Hilafeti zaten Ordu yoksa koruyamayız, tutmanın da anlamı yok. Batı kanunları? İşimize gelirse tutarız, istediğimiz zaman kaldırırız.

Üniformasız askerler! Üniformalı itler defolsun, üniformasız itlere de katlanırız. Tabi bir yere kadar. Gerektiğinde de gerekli dersi veririz. Kurulacak sistem içinde bu kısmen mümkün.

NE ZAMANA KADAR?

DÜZENLİ ORDULARIMIZ ONLARIN DÜZENLİ ORDULARININ KARŞISINA ÇIKIP PERİŞAN EDEBİLECEK GÜCE ERİŞİNCEYE KADAR. O DA MELHAMEİ KÜBRADIR İNŞALLAHU ALLAHU EKBER.

Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında 1923- 1938 arasında Türkiye’nin en önemli sanayi yatırımlarını yaptırmış, bir an önce bu aziz milletin onlar kadar güçlü olması için çabalamıştır.

ABD, hiç devreye girmeseydi çoktan güçlü bir ülke olacaktık. Düşünebiliyor musunuz daha 1926 yılında Atatürk Kayseri’de savaş uçağı fabrikası açtırmış ve ilk savaş uçağımızı uçurmuştuk. ABD devreye girip, NATO üyesi olup, ithale döndürülünce yerli savunma sanayi kilitlenmiştir. Bugün bu konudaki gelişmeler de bu güne kadar ki tüm gelişmeler de ABD ile değil ABD’ye rağmen yapılmaktadır. ABD düşmanlığının yükseldiği dönemlerde ABD dostları aracılığı ile kendisini affettirmek amacıyla ikinci ellerinde kolaylıklar da sağlamıştır ama tam milli olmasına da asla izin vermemiştir.  

Bir parantez: (Bakınız İran ABD ile arası iyi iken değil; ABD ambargo koyunca milli savunma sanayinde önemli gelişme sağladı.)

Evet bu ülke iki unsur üzerine kuruldu. Öyle olması gerekiyordu. Milli unsurlar ve gayri milli unsurlar.

Bizler hep gayri milli unsurları gördük, kendi aralarındaki mücadelelere şahit olduk. (27 Mayıs da ABD’nin Menderesine karşı İngiltere tarafından yapılmıştı.) 

Ama milli unsurlar hep gizli kaldılar. Ve onların başındaki isim de ATATÜRK’ DÜ. Bir numara ATATÜRK’DÜ.

İki numara ise Mareşal Fevzi Çakmak’tı. Ötekileri biz de bilmiyoruz ama Atatürk bizim için hep bir numara olacak kalacak. 

Ta ki Hz. Mehdi AS sancağı teslim alıncaya kadar.

Şunu da ekleyelim ve bu konu artık tamam olsun:

Ajan ne demektir?

Ajan camiye de gider, havraya da, kiliseye de gider tarlaya da. Yerine göre rakı içer, yerine göre zemzem. Bir gün cübbe giyer bir gün smokin.

Sonra bir gün İngiliz kamerasının karşısına geçer ve gökten inen yıldızları anlatır. Jetonları düşenler çektikleri ve MI6'da sır gibi sakladıkları görüntüleri doksan yıl sonra bizzat kendi elleriyle sosyal medyaya yüklemek zorunda kalır.

Ama nafile, atı alan Üsküdar'ı geçmiştir. Geçmiş ola. İngiliz'in borusu ötmez olmuştur.Sıra ABD'nin davuluna gelmiştir.İki yıl daha çalacak sonra o da patlayacaktır İnşaallahu Allahu Ekber. 



Bir sonraki yazı ATATÜRK DİKTATÖR MÜYDÜ?

15 Şubat 2015 Pazar

OKU. YARADAN RABBİNİN ADIYLA OKU
LAİKLİK DİNSİZLİK MİYDİ?



(Yazıda geçen yobazlardan)


Laikliği asrı saadetten örnek vererek açıklamak mümkün değil çünkü Hz.Peygamber SAS Efendimiz hem bir peygamber hem de bir devlet başkanıydı.

Sadece Hz.Peygamber SAS Efendimizin Valilerinin uygulamalarına bakılabilir. Hulefai Raşidin için de aynı şey geçerlidir.

Emeviler dönemi ise gerçek hilafet ile saltanatın ayrıldığı bir dönemdir ve laiklik ile yobazlığın harmanlanmış bir şeklidir. Cumhuriyet dönemine kadar iyileşerek devam etmiştir. Cumhuriyet öncesinde insanların yaşam biçimi açısından hep gizli olarak kalan Laiklik ve yobazlık Cumhuriyet dönemiyle açıkça ortaya çıkmış ve Laiklik ilkesi de kavram olarak kanunlarda yerini almıştır.

Kavram olarak Laiklik din işleri ile devlet işlerinin ayrılmasıdır. Emeviler zamanında da, Abbasiler,Selçuklular ve Osmanlılar zamanında da aslında laiklik vardı ama kanunlar Kuran Kanunları olduğu için GİZLİ kalmıştı. Yoksa Osmanlı Padişahlarının aldığı tüm kararlar verdikleri tüm emirler KURAN’a uygun muydu? Tabi ki değildi.
İtirazlar gelebilir hemen bir iki örnek verelim:

Osmanlı sultanlarının saltanat uğruna kendi kardeşlerinin ölüm emrini vermesi, haremlerinde on beş, yirmi eş olması İslam’a uygun muydu?

KURAN’a göre saltanat ve koltuk için insan kendi kardeşinin ölüm emrini veremez. Yine KURAN’a göre bir erkek en çok dört eş alabilir. Ama iki şartı vardır. 

Birincisi ikinci eşi alırken birincisinin rızası alınmalı ikincisi ise eşler arasında adaletli olunmasıdır. Ayrıca başka bir ayette insanın eşleri arasında asla adaletli olamayacağı da tespit ve ispat edilmiştir. Bu nedenle tek eşlilik önerilmiştir.

Görüldüğü gibi bu uygulamalar Kuran’a uygun değildi ve o padişahlar da gizli laikliği seçmişlerdi.(Tabi bu uygulamalar için)

KONU ÇOK AMA ÇOK UZUNDUR BİZ KISACA ÖRNEK VERELİM VE HZ.MEHDİ AS ZAMANINDA DİN DEVLET İLİŞKİLERİNİN VE İNSANLARIN YAŞAM BİÇİMİNİN NASIL OLACAĞINA BAKALIM.KONU BÖYLECE ÇOK KISA VE ÖZ OLARAK DAHA İYİ ANLAŞILACAKTIR.

Bir köy düşünelim. 200 hane olsun. Muhtarı var ama Kaymakam, Vali olmadığını varsayalım.
Köyde cami yok, okul yok, okur yazar yok.

Muhtar köydeki iki öğretmen ile imamı çağırır ve köye hizmet konusunu açar.

Birinci öğretmen ateisttir okul yapılmasını ve okulda okuma yazma öğretilmesini ve köye hizmetlerin gelmesi için sadece teknik konuların öğretilmesini talep eder.

İmam ise köye acilen cami yapılmasını ve cemaate namaz kılmayı öğretip ibadet edilmesini ve köyün namazlı dualı bir köy olmasını ister.

İkinci öğretmen ise Müslümandır ve köye okul yapılmasını köydeki herkesin okuma yazma öğrenmesini, okulda din dersi de verilmesini, Kuran öğretilmesini, iman ve ibadet konularında İmamın okulda ders vermesini teknik konularda ise diğer iki öğretmenin ders vermesini önerir.

ŞİMDİ BURAYA DİKKAT!

EĞER MUHTAR;

Birinci öğretmenin dediğini yapmaya karar verirse köyde her kes okuma yazma öğrenir ama yaradan rabbinin adıyla okuyamaz ve o köy dinsiz olur. Sonunda imamı da köyden kovarlar ve Şeytana köle olurlar. Hem dünyalarını hem de ahiretlerini mahvederler. Evet bu düzen Laikliktir ama bu laiklik dinsizliktir.

İmamın dediğini yaparsa köyde okur yazar olmaz. Herkes imamdan temel ibadetleri öğrenir ve camiye giderler ama bir müddet sonra ya usanırlar ya da imam öldüğünde tamamı yobaz olur. Buradaki yobazdan kastımız şuursuz, cahil Müslümandır. Kuran cahil üretmek için değil cehaleti tamamen ortadan kaldırmak için inmiştir.

(İmamı olmayan toplum da cahildir. Mühendisi, doktoru öğretmeni olmayan toplum da cahildir.)

Eğer Muhtar ikinci öğretmenin dediğini yaparsa o köyde herkes okur yazar olur. Herkes dinini, imanını, ibadetlerini öğrenir ve cami olmasa bile okulun bahçesinde cemaat halinde şuurlu ve huşulu bir şekilde ibadetini yapar. Hem de mühendisi, doktoru, öğretmeni ile yeni imamları da olur ve o köyün sırtı yere gelmez. İŞTE GERÇEK LAİKLİK BUDUR.

Atatürk’ün Türkiye’de yapmak istediği de buydu. Ancak mücadele hep birinci öğretmen ile İmam arasında süregeldi ve kimse Atatürk’ün laikliğini anlamak istemedi. Çünkü hep yabancıların Türkiye şubesi olmayı çıkarları uğruna kabul ettiler.

BAŞKA BİR ÖRNEK

Aynı suç ve aynı delillerle yargılanan suçlu o mahkemede suçlu bulunuyor. Sonra hakim ve savcılar değişiyor ve aynı suçlu aynı delillerle aynı suçtan beraat ediyor.

Şimdi o mahkemeye adaletsiz diyebilir miyiz? Diyemeyiz çünkü kararı veren mahkeme değil hakimdir. Adaletsiz biri olan varsa savcı ve/veya hakim olur.

“Mahkeme suçlu olur” dersek Laik olmayız. “Hakim ve/veya Savcı suçlu olur”dersek Laik oluruz. Çünkü burada bir sorumluluk ve ceza varsa o mahkeme için değildir. Aynı şey devlet için de geçerlidir. Devlet imtihana tabi bir canlı değildir. Cennet veya Cehennem devlet için değil devleti yöneten insan için vardır. Laiklik de işte budur.

Devlet, mahkeme, şirket, vakıf, dernek imtihan ile sorumlu değildir, cennete veya cehenneme gitmezler. Sorumlu olan insanlardır onlar cennete veya cehenneme giderler. Laiklik de budur.

Yine bir otobüs kaza yapsa ve insanlar ölse hiçbir mahkeme otobüsü yargılamaz; o otobüsü kullanan şoförü yargılar değil mi?

Hz.Mehdi AS döneminde din devlet ilişkileri ve sosyal yaşam nasıl olacak?

Hz.Peygamber SAS Efendimizin asrı saadetinde olduğu gibi olacak Allahu Alem.
Mezhepler kaldırılacak. İmanın ihyası anlamında müthiş bir inkişaf olacak ve Müslümanların tamamı ve gayrimüslimlerin pek çoğu gerçek hidayete erecekler İnşallah.

Kimsenin yaşam biçimine müdahale olmayacak ama her kes seve seve vakit namazına camilere koşacak. Yani adım başı;  boş camiler olmayacak. Tam tersine camiler cemaatleri almayacak.
Devlette insanların hangisinin daha dindar olduğuna değil kimin daha liyakatli olduğuna göre görevlendirme olacak. Çünkü gerçekte kimin daha dindar olduğunu kul bilemez, Allah CC bilir.
Gerçek adalet, gerçek kalkınma olacak. Sevgi ve kardeşlik hakim olacak.

Yazı çok uzadı.Laiklik konusunda yazılmış yüzlerce kitap var. Okunmalı ancak bunlar da katkı sağlayabilir.

ATATÜRK HAİN MİYDİ? DİKTATÖR MÜYDÜ? YAZILARIYLA DEVAM EDECEK

14 Şubat 2015 Cumartesi

HEM BEYİNLERİ HEM DE HAİNLERİ ÇATLATACAK YAZI

DİNSİZ DEDİLER, HAİN DEDİLER, DİKTATÖR DEDİLER

ŞANLI TÜRK MİLLETİ' NİN SON BAŞBUĞU KAHRAMAN ATATÜRK





BU YAZIYI YAZMADAN ÖNCE "ACABA YAZMALI MI" DİYE TEREDDÜTLE DÜŞÜNDÜK.

Bazı takipçilerimiz sadece Hz.Mehdi AS, Hz.İsa AS, Süfyan ve Deccal gibi Ahir zaman konularını yazmamızı istiyor ve Cumhuriyetimizin tarihi ve önder Atatürk ile ilgili yazdıklarımıza karşı çıkıyorlardı.

Konuyu başlı başına beş yüz civarında yazı ile yazmak gerekiyor aslında ama o kadar zaman bulamayız. O nedenle çok kısa ve çarpıcı bilgilerle aydınlatma ihtiyacı hissettik.

BAŞLIYORUZ İNŞAALLAH

Baştan söyleyelim her kim Atatürk düşmanı, Atatürk'e hain diyen,din düşmanı diyen, diktatör diyen bir MEHDİ BEKLİYORSA çok ama çok yanılmaktadır.

Çünkü Hz.Mehdi AS Atatürk düşmanı biri olmayacaktır. Tam tersine Atatürk'ün kurduğu bir düzenin yetiştirdiği SON DEHA olacaktır Allahu Alem.

VE ATATÜRK

DİNSİZ MİYDİ?

Hz.Peygamber SAS Efendimiz KURAN'ı yazdırırken HADİSLERİ YAZDIRMAMIŞTI. ACABA NEDEN?

Devlet adamlarına gönderdiği mektuplarında Kuran ayetlerini yazmış ama o devlet adamlarına bu ayetler ARAPÇA okunmamış o devlet resinin kendi diliyle meal edilmişti.

Habeşistan'a gönderdiği ilk muhacirler de Habeş Kralı Necaşi'ye Kuran ayetlerini tilaveti ile Arapça okurken aynı zamanda Habeş diliyle mealini de anlatmışlar ve savunmalarını da Habeş diliyle yapmışlardı.

Yani Hz.Peygamber SAS Efendimiz Kuran'ın meali tercümesine izin verirken Hadislerin yazılmasına karşı çıkmıştı? ACABA NEDEN?

ÇÜNKÜ Hadisler Kuran'ı o zamanın gereklerine göre anlatırken Kuran gelecekte başka şekilde de anlaşılabilirdi ve olması gereken de oydu.Yani Hz.Peyamber SAS Efendimiz bugün hayatta olsaydı ve Kuran ayetlerini anlatsaydı o zaman ki ifadelerinden farklı ifadeler kullanabilirdi.

Bir başka ifade ile Hz.Peygamber SAS Efendimiz HADİSLER AYETLERİN YERİNE GEÇMESİN diye hadisleri yazdırmamıştır. Çünkü Hadisler kul sözüdür ve o zamanı bağlar ama KURAN ayetleri cihanşumüldür ve Kıyamete kadar her daim tazedir, daima geçerlidir. O zaman anlaşılamayan bir ayet belki de kıyametten bir gün önce anlaşılabilecek kadar gaybi olabilir. 

ŞİMDİ BURAYA DİKKAT: Elbetteki Alemlere Rahmet SAS Efendimiz Kuranı Kerim'in tüm ayetlerinin hem de kıyamete kadar ne anlamlar taşıyacağını o eminler emini Cebrail AS'dan öğrenmişti ama o devirde sahabeye RA Efendilerimize ve tüm insanlara sesten hızlı uçakları, interneti nasıl anlatacaktı? 

İslam nakli bir dindir ama akla hitap eder ve aklı mesul tutar. 
Bediüzzaman bir kıssasında bunu ne güzel anlatır: "Bu zamanda bir tünelden ansızın bir tren çıksa beş yaşındaki çocuk bundan korkmaz ama aynı tren bin yıl önce aynı tünelden çıksa orada bulunan Zal Oğlu Rüstem korkar kaçar" diye çok güzel bir örnekle açıklamıştır.Burada anlatmak istediğimiz de budur.

Bunların ATATÜRK ile ne ilgisi var?

Kuranı kerim Arapça olarak Araplara inmiştir. Türklere inseydi TÜRKÇE İNECEKTİ.
Dolayısıyla bir TÜRK'ün KURAN ve İSLAM'A yapacağı en büyük hizmet O'nu bir ehline tercüme ettirip Türk Milleti'ne okutturmaktır.

ATATÜRK işte bunu yapmıştır.Elmalılı Hamdi Yazır'a Kuran'ı tercüme ettirmiştir.
Efendim OSMANLI zamanında da tercüme ettirilmişti. Elmalı tefsiri ilk tefsir değildir.Evet ama OSMANLI, o mealleri Türk Milleti'nin yüzde kaçına okutabilmiş, öğretebilmiştir? Osmanlı'da okuma yazma oranı yüzde beştir.Altı yüz yıllık Osmanlı'da yüzde beş olan bu oran Ellinci yılında Türkiye'de yüzde doksanlara çıkmıştır.

Kaldı ki Osmanlı'da o mealler sayıları zaten çok az olan medreselerde okutulmuş o da Şeyhlik düzeninin hakim olduğu tarikatlarda Mürşit-Mürid ilişkisi ile önemsenmemiştir.
Cumhuriyet Döneminde Kuran eğitim ve öğretimi sıkıntılı günler de geçirmiştir ama Atatürk'ün bunlarla bir ilgisi yoktur.Daha sonra olmuştur.

Bu konuda kriter olacak soru şudur:  
Osmanlı zamanında kaç Türk KURAN'ı anlayarak okuyordu?
Şimdi kaç Türk KURAN'ı anlayarak okuyabiliyor?    

Osmanlı zamanında isteyen herkes okuyamıyordu.Ya okuma yazma bilmiyordu, ya da okuyacak meal yoktu.

Şimdi ise isteyen herkes okuyabiliyor, herkes okuma yazma biliyor ve okuyacak meal de bulabiliyor.

YANLIŞLAR YOK MUYDU?

Elbette vardı. 
Ezanın Türkçe okunması yanlıştı. Çünkü ezan bir semboldü ve dünyanın her yerinde Arapça okunmasında din birliği açısından büyük önem vardı.Anlamını da her Müslüman zaten biliyordu.
İkincisi okullarda Kuranı Kerim'in tilavetine uygun olarak Arapça okutulması gerekiyordu. Bu da yanlış oldu.Kuran Kursları ile telafi edildi ama onlar da büyük sıkıntılar yaşadılar.

Bu yanlışların sebebi de şuydu:
Çünkü Atatürk bir din adamı değildi.Bir devlet adamıydı.Ve Araplardan da ihanet görmüş bir komutandı.Suriye cephesinde on bin kişilik askerinin Arapların ihaneti yüzünden sekiz binini şehit vererek iki binini geri çekmek zorunda kalan bir komutandı.

Yeniden Arapça ezana dönülerek yanlış düzeltildi ama ABD bunu Menderes için sandıkta oya çevirmek amacıyla kullandı.Menderesin de ilk işi henüz kurulmuş olan İsrail'in bağımsızlığını tanımak oldu. Haydi anlatın bakalım Türk Milletine Arapça Ezanın bedelinin İsrail olduğunu?


Yazı uzadı aşağıdaki konuları sonra yazalım İnşaallah.

LAİKLİK DİNSİZLİK MİYDİ?

ATATÜRK HAİN MİYDİ? (TABİ Kİ DEĞİLDİ BÜYÜK BİR KAHRAMANDI)

ATATÜRK DİKTATÖR MÜYDÜ? (TABİ Kİ DEĞİLDİ PADİŞAHLIĞI KALDIRDI) 

DEVAM EDECEK  (Takibe devam ediniz İSPAT EDECEĞİZ)