13 Ekim 2013 Pazar

DİYANET İŞLERİ BAŞKANIMIZA GÖRE: İSLAM'I BEKLEYEN BÜYÜK TEHLİKE

BÜYÜK İSLAM ALİMİ, DİYANET İŞLERİ BAŞKANIMIZ
MUHTEREM PROF.DR.MEHMET GÖRMEZ HOCA EFENDİ
"İSLAM'I BEKLEYEN BÜYÜK TEHLİKEYİ" ANLATTI.
YORUMSUZ SUNUYORUZ

"Müslüman âlimler, dini ve mezhebi kendi süfli 
emellerine alet etmeye çalışan ve bu yolla da binlerce 
Müslümanın masum kanını heder eden bu sınır tanımaz 
fitne şebekelerinin oyunlarına karşı her zaman uyanık 
olmalıdır…" uyarısında bulunan Diyanet İşleri Başkanı 
Prof. Dr. Mehmet Görmez, Hem mezhep çatışmasını hem 
de İslamofobiyi besleyen bu örgütler çağımızda İslam'ın 
karşılaştığı en büyük fitnedir, dedi. 
İŞTE GÖRMEZ'İN İRNA'YA VERDİĞİ RÖPORTAJ: 
Sayın Başkan, son zamanlarda medyada terör eylemlerine tevessül eden bazı tekfiri ve cihadi, el-Kaide ve eş-Şebab gibi grupların Müslüman olmayacakları ifade edilmektedir. Zat-ı aliniz bu konuda ne düşünmektedir? Bu konudaki fikirlerinizi öğrenmek istiyoruz.
Ben şahsen bu tür eylemleri yapanların Müslüman 
olmayacaklarını, olup olmadıklarını değil, yaptıkları 
eylemlerin İslâm'la uzaktan yakından 
ilişkilendirilemeyeceğini hatta yaptıkları kitlesel 
cinayetlerle hem İslâm'ın lekelediklerini hem de 
İslamofobiyi güçlendirerek İslam'a karşı bir kin ve nefret 
oluşturduklarını her fırsatta ifade etmeye çalışıyorum. 
Bugün İslam dünyasının merkezi bölgelerinde yaşanan çatışmalar, Müslümanları derinden etkilemekte, yüzlerce yıldır sahip olunan değer ve itibarın söz konusu nevzuhur hareketler eliyle dünya nezdinde yok edilmeye çalışılmasından duyulan rahatsızlık artmaktadır. Mevcut gerilim kanalları bilerek/isteyerek dini ve mezhebi ihtilaf şeklinde lanse edilmekte, Suriye, Irak, PakistanAfganistan ve Somali örneklerinde sıklıkla karşılaşıldığı gibi siyasi ve kültürel gerilim alanlarında söz konusu enstrümanlar acımasızca istismar edilmektedir. Sorunun uluslararası muhtevası dikkatlerden kaçmayacak ölçüde acımasız ve derinlikli hesap ve niyetlerin yer aldığı bir stratejiyle yürümektedir. Müslüman âlimler, dini ve mezhebi kendi süfli emellerine alet etmeye çalışan ve bu yolla da binlerce Müslümanın masum kanını heder eden bu sınır tanımaz fitne şebekelerinin oyunlarına karşı her zaman uyanık olmalıdır.
"KİMİN MÜSLÜMAN OLUP OLMADIĞINA KARAR VEREMEYİZ"
"Din-i Mübin-i İslam adam öldürme, tedhiş ve katliama 
dayalı yöntemi benimseyen bir mücadeleyi asla 
benimsemez…"
İslam kelime anlamı itibariyle barış demektir. Ve her şeyden önce İslâm'ın özü toplumsal maslahatı ve barışı esas alır. Bir kişinin öldürülmesini bütün âlemi öldürmeyle eş değer tutar. Ayrıca prensip olarak kendisini Müslüman olarak gören herkes İslam dairesi içerisindedir. Bu esasın dışına çıkarak tekfiri esas alan örgütlenmeler İslam'ın ruhuyla bağdaşmaz. Cihad İslam'ın en önemli umdelerindendir. Ancak cihadın prensipleri, ahlakı ve hukuku vardır. İslam'da haddi aşarak bazı İslami kavramları kullanarak İslam adına mücadele yapmak mümkün değildir. Biz İslami prensipleri söylemekle yükümlüyüz, kimin Müslüman olup olmayacağının kararını verme hakkımız yoktur. Ancak kimin hangi eyleminin İslam'a uygun olup olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu örgütlerin bugüne kadar ortaya koydukları tedhiş ve şiddeti hiçbir şekilde İslam'la bağdaştırmak mümkün değildir. İslam'da savaşın bir ahlakı ve bir hukuku vardır. Buna göre asla masum insanlar, çocuklar, kadınlar, yaşlılar savaşta öldürülmez.
"ADAM ÖLDÜREN MÜSLÜMAN DA OLSA KATİLDİR"
Hangi dine ait olursa olsun bütün mabetler kutsaldır ve dokunulmazdır. İster camiye, ister kiliseye, ister havraya veya başka bir dine ait bir mabede kim saldırı düzenlerse düzenlesin böyle bir eylem terör eylemidir ve kesinlikle İslâm'la bağdaşmaz. Ve bu terör eylemlerine karşı tüm Müslümanlar tepkisini vermek zorundadır. Bir insanın ve grubun Müslüman olup olmadığına karar vermek ayrı bir şeydir, onun eylemlerinin İslam dairesinde olup olmadığını söylemek ise ayrı bir şeydir. Adam öldüren Müslüman da olsa katildir. Masum insanlara zulmeden Müslüman da olsa zalimdir. Zalimin ve katilin biz kimliğine bakmayız. Zalim ve katil hangi ırktan, hangi dinden ve hangi mezhepten olursa olsun biz onun dilini, dinini ve mezhebini görmeyiz. Yaptığı eylemleri görürüz ve bu eylemler karşısında tavrımızı koyarız. Katilin ve zalimin arkasında yer almayız. Bu tarz örgütlerin varlığının siyasi analizini yaparak değerlendirmek gerekir. Dünyada İslamofobi tırmandırılmak istenmektedir. Özellikle 11 Eylül'le başlayan bu süreçte önce başta batı dünyasına yönelik yapılan terör faaliyetleri son zamanlarda İslam coğrafyasına yönelmiştir.
İSLAM'I BEKLEYEN TEHLİKE: FİTNE
Hem mezhep çatışmasını hem de İslamofobiyi besleyen bu örgütler çağımızda İslam'ın karşılaştığı en büyük fitnedir. Fitne savaştan beterdir. Bu fitnenin ortadan kalkması için İslam toplumlarına büyük sorumluluk düşmektedir. Terörü dini bir gayret olarak sunmaya çalışanların bu önerileri İslam'la ilişkilendirilemez. İslam'ın şan ve şerefini otoriter, baskıcı, ayrımcı ve zorba yöntemlerle kirletenlerin ne Sünni ne de Şii dünyada himaye görmesi kabul edilebilir. Şii ve Sünni âlimler, selef-i salihinin önümüze koyduğu ilkeleri yeniden ihya etmeli ve şiddetin her türlü biçimi karşısında İslam'ın yüce icaplarını sık sık hatırlatmalıdırlar. Bölgede meydana gelen olayların küresel düzeyde güç odaklarının çıkar ve menfaat şebekeleriyle, onların iflah olmaz emel ve arzularıyla ilgili olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Müslüman toplumun son iki yüzyıllık çalkantı ve kargaşa süreçlerinde yaşadığı trajedilerde her birimizin ihmali söz konusudur.
"Bugün ve gelecekte nelerin olabileceğini düşünerek 
strateji oluşturmak Müslüman duyarlılığı olan herkes için
bir sorumluluktur…"
Bölgesel çatışmaları alevlendirmek maksadı ile hem dış güçler hem de onların yerli işbirlikçileri mezhep çatışmalarını ve özel olarak Şii-Sünni çatışmasını alevlendirmek istemekte, bunun önüne geçilebilmesi için hangi yöntemler kullanılmalı? İslam âleminin iki büyük kardeş ülkesi İran ve Türkiye dini kurumları bu konuda nasıl bir işbirliği içinde olurlar ise yararlı olur?
Yukarıda belirttiğim gibi mezhep çatışması büyük bir 
fitnedir. Mezheplerin tarihsel varlığı inkar edilemez. İlmi 
ve siyasi yönü olan mezhebi farklılıklar şüphesiz tarihsel 
dönemlerde İslam dünyasının vahdetini ve birliğini 
oluşturmamıştır. Ancak değişik zamanlarda siyasi 
bölünmelere ve çatışmalara neden olsa da tarihsel süreç 
içerisinde Batı'da olduğu gibi kitleler arasında mezhep 
çatışmasından bahsetme imkanımız yoktur. Batı bu 
süreci çok kanlı bir şekilde geçirmiştir. Batı'nın bu 
tarihsel tecrübesi bilindiği için aynı sürecin İslam 
dünyasında yaşanmasına yönelik bir takım mühendislik 
çalışması yapılmaktadır. İslam dünyasında 150 yıllık 
serüven bölmeye, parçalamaya ve çatıştırmaya yönelik 
olmuştur. İslam'ın referansları Batı'daki anlamda köklü 
teolojik farklılıkları oluşturmaya imkan vermemektedir. 
Çünkü nihayetinde Kur'an tahrif edilmeden elimizdedir. 
Bu anlamıyla tamamen farklı teolojilere ayrılmış ve 
birbirini tekfir eden mezhepsel yapı olmadığı için İslam 
dünyasında öncelikle bu noktadan İslami vahdet ortadan 
kaldırılmak istenmektedir. Tekfir hareketleri ve onların 
karşısında yaptıklarından dolayı onları tekfir etmeye 
yönelik fetvalar derken İslam coğrafyası dini açıdan derin
bölünmelere doğru gitmektedir. 
"BİRLİKTE YAŞAMANIN KÜLTÜRÜ..."
İslam coğrafyası birçok dili konuşan yapıdan oluşmaktadır. Önce dile dayalı farklılıklar esas alınarak milliyetçilik ve ırkçılık belasıyla İslam dünyasını parçalanmıştır. Şimdi ise mezhebe dayalı bir çatışmanın derinleştirilmesi istenmektedir. Öncelikle İslam coğrafyasının her bölgesinde hemen hemen farklı dilleri konuşan etnik yapılar, İslam dışında farklı dine mensup insanlar, yine İslam'ın içindeki farklı mezhepsel yapılarla değişik ideolojileri benimseyerek dine mesafeli olan gruplar vardır. Bu durum bir veri olarak kabul edilmeli ve toplumsal barış için bu farklılıkları esas alarak birlikte yaşamanın hukuku oluşturulmalıdır. Mısır'daki bir Kıpti varlığından endişe duymadığı gibi Irak'taki Sünni de kendini güvende hissetmelidir. Aynı şekilde Suriye'deki Nusayri, Türkiye'deki Alevi kendi dini anlayışını hiçbir korku ve ürperti olmadan yaşayabilmelidir. Bu konuda başta ülkelerin siyasileri olmak üzere aydınları, âlimleri ve toplumsal kanat önderleri beraber çalışma yapmak durumundadır. Eğer birlikte yaşamanın hukuku İslami referanslarla oluşturulmazsa bu çatışmaların geleceği nokta gelecek nesillerin referanslarını İslam'dan almayarak topyekün sekülerleşme sürecine girme ihtimali bulunmaktadır. Bu konu ulemanın ve dini kurumların üzerinde düşünmesi gereken bir konudur.
İSLAM MEDENİYETİNİN İKİ BÜYÜK AİLESİ
İslam medeniyetinin tarih boyunca iki büyük ailesi vardır. Biri ehl-i sünnet, diğeri ehl-i beyt. Sünnet de beyt de Peygamberimizindir. Modern zamanlarda ortaya çıkan nevzuhur hareketlerin hiçbirisi ne ehl-i sünnettir, ne de ehl-i beyttir. Ne Sünnidir ne de Şiidir. Bilakis bu nevzuhur hareketlere karşı Ehl-i Sünnet ve Şia alimlerinin işbirliğine ihtiyaç vardır. Bugün ve gelecekte nelerin olabileceğini düşünerek strateji oluşturmak Müslüman duyarlılığı olan herkes için bir sorumluluktur.
"İran her ne kadar anayasal olarak Caferi mezhebine 
dayanmakla birlikte İmam Humeyni'nin iradesi hep 
vahdetten ve kardeşlikten yana olduğu için bu vahdet 
yaklaşımı İran için önemli bir siyaseti oluşturmaktadır…"
İRAN VE TÜRKİYE'NİN ÖNEMİ
Bugün İslam dünyasında var olan Şii-Sünni gerilimi 
daha çok aslında Şii ve neo-Selefi gerilimi olarak 
gözükmekte ve Türkiye'nin İslami algısının selefilikten 
beslenmediğini düşünecek olursak Türkiye ortada bir 
yerde durmaktadır. İran her ne kadar anayasal olarak 
Caferi mezhebine dayanmakla birlikte İmam Humeyni'nin
iradesi hep vahdetten ve kardeşlikten yana olduğu için 
bu vahdet yaklaşımı İran için önemli bir siyaseti 
oluşturmaktadır. İslami vahdet mezhebi referanslarla 
değil Kur'anî referanslarla oluşturulur. Bu bağlamda iki 
ülkenin sorumluları olarak bu yaz ilkini yaptığımız 
vahdet toplantısını gerçekleştirdik. Diyanet İşleri 
Başkanlığımız ve İran Takrib-i Mezhep Başkanlığının 
mensupları bir araya geldiler. İranlı âlimlerle Türkiyeli 
alimler bu konuları enine boyuna tartıştılar. Her iki 
tarafın âlimleri taassuba dayalı dar mezhepçilikten 
uzaklaşarak İslam kardeşliğiyle yeni bir dilin inşa 
edilmesi üzerinde mutabık kaldılar. Bu toplantıyla 
başlayan çalışmanın devam ettirilerek kurumsal bir 
yapıya dönüşmesi ve bilahare diğer ülkelere de açılarak 
İslam kardeşliği esasında yapısal birlikteliğe geçilmesi 
en büyük temennimizdir. Öncelikle mezhebe dayalı 
çatışma alanlarının oluşmaması için bu birliktelikler 
üzerine düşeni yapmalıdır.
Elbette mezhepleri yok saymak mümkün değildir. Bu bağlamda Mezhep ihtilafları ümmetin dinamizmine işaret eder. Tarih boyunca Şii ve Sünni Müslümanlar arasındaki münakaşa ve tartışmalar İslam'ın farklı yorumlanması için bir zenginlik oluşturmuş ve taraflara rehberlik etmiştir. Bugün körüklenen ihtilafların temelinde İslam'ın asıllarına dönmekten çok, İslam'ın asıllarıyla restleşme eğilimi gözlenmektedir. Müslüman geleneğin cevvaliyetini sağlayan ilmi münakaşaların bugün sosyo-kültürel gerekçelerle birbirlerine karşı konuşlanmış ve koşullanmış gruplar nezdinde lojistik bir destek ünitesine dönüştürülmesi aklı başında hiçbir vicdan tarafından kabul edilemez.
SURİYE'DE SAVAŞ 
"Suriye olayları maalesef bir trajedidir. Hiçbir çıkar, 
hiçbir siyaset, hiçbir strateji, bir Müslümanın kanının 
akmasını önlemekten daha değerli değildir…"
Suriye'deki savaşın boyutu ve bu savaşın bölgesel istikrar ve güvenliği tehlikeye düşürmesinin yanı sıra insani bir dram yaşanmaktadır. Suriye'de bilindiği üzre cihadi ve tekfirci guruplar mukaddes İslam dinine yakışmayan eylemleri İslam adını kullanarak gerçekleştirmektedirler, (Son zamanlarda sosyal medya ve çeşitli internet sitelerinde baş kesme sahneleri gibi), bu durum karşısında İran ve Türk uleması ve Dini kurumları bu çatışmaların hafifletilmesi ve bu kabil eylemlerin önüne geçilmesi için nasıl bir girişim başlatabilirler?
Biz bu tür vahşetlerin savaş ortamlarında dahi olsa kabul
edilemeyeceğini, bunun her türlü ahlaka ve hukuka aykırı
olduğunu yukarıda açıkça ifade ettik. Ancak vahşet ve 
cinayet sadece bireyde bireye değil, devletten bireye ve 
topluma yönelik olunca da cinayet ve vahşettir. 
Evet, Suriye'de bir dram yaşanmaktadır. Maalesef üzülerek belirtmek gerekir ki, bu dramın ayak sesleri önceden geldiği halde ulema ve dini kurumlar bu duruma sessiz kaldılar, siyasiler üzerinde toplumsal baskı yaparak bu olaylar belki önlenebilirdi. Suriye olayları maalesef bir trajedidir. Hiçbir çıkar, hiçbir siyaset, hiçbir strateji, bir Müslümanın kanının akmasını önlemekten daha değerli değildir. Müslümanlar olarak çağrımız öncelikle barışa yani İslam'a olmalıdır. Bir Müslüman Müslümanın kanının akmasına yönelik siyaset yapamaz. Nerden ve kimden gelirse gelsin Kerbela'nın ruhu aynıdır. Zalim zalimdir, mazlum mazlumdur. Zalime karşı dururken de kişiler asla tedhiş yapmaz ve zulme rıza gösteremez. Suriye'de derhal ateşkes sağlanmalıdır. Dini kurumlar ve ulema olarak çatışmanın devamını istemek mümkün değildir. Biz âlimler olarak bir girişim başlatmalıyız ve öncelikle çatışmaların durmasını istemeliyiz. Ben günlük politika anlamında bir şey diyemem ancak İslam'ın siyasi aklının barış olduğunu ve herkesin güven içinde yaşayacağı toplumsal ahlaki ve hukuki yapının tesis edilmesi gerektiğini söyleyebilirim. Hiçbir şey bir insanın can, mal, akıl, nesep ve din hürriyetinden daha acil ve daha değerli değildir. İslam'ın yüksek umdelerini, onun sabitelerini hiçe sayacak bir şekilde fitne ateşi çıkaranların hiçbir kutsalı yoktur. Dini ve onun yüksek temsillerini türlü hile ve desiselerle oyuna getirenler, İslam'ın pak ve nezih mirasını zorbalıkla eşleştirmeye çalışanlar karşısında ulemanın sessizliği kabul edilemez ve bu durumda ulemaya büyük bir sorumluluk düşmektedir. Müslüman dünyanın birlik ve beraberlik beklentisini bir daha hiçbir şekilde gerçekleşmeyecek şekilde yapılan her türlü fesat girişimi karşısında sadece teyakkuzda olmak yetmez. Âlimler inisiyatif alarak kendi sosyal çevrelerinde, etki alanlarında bu pozisyonları reddeden ve Müslümanları bilinçlendiren çalışmalara öncülük etmeli, destek vermelidirler. Aslolan İslam kardeşliğidir. Kardeşliğin tahkim ve takviyesi Müslüman âlimlerin sorumluluğundadır. Fitne kıtalden beterdir. Bugün hem fitne hem de kıtal hüküm sürmektedir. Âlimlerin yüksek feraset ve bilinçleriyle ümmetin bu hengameyi aşmasına yardımcı olması elzemdir. Bu konuda yerel ve bölgesel güç sahipleri de mevcut tehlikeye karşı uyarılmalı, İslam'ın birlik resminin korunması için seferber olması sağlanmalıdır. İlim adamlarımız, alimlerimiz, mütefekkirlerimiz bugüne kadar sahip oldukları şeref ve itibarı din-i mübin-i İslam'a mutlak sadakat ve tavizsiz duruşlarından almışlardır. Âlimlerin gündelik çıkar ve beklentiler ya da basit/özenti tezler adına İslam'ın yüce çıkarlarını göz ardı etmeleri asla kabul edilemez. Âlimlerin bağımsızlığını korumak sadece siyasi aktörlerin değil aynı zamanda ulemanın ilkesel duruşuyla da ilişkilidir. Âlimlerimiz, fitne ve şerre alet olmamak noktasında her zaman dikkat sahibi olmak zorundadırlar.

"Bu bayram vesilesiyle İslam dünyasında akan kanların sadece Kurban kanı olmasını diliyor, barışın, esenliğin ve güvenin tüm İslam dünyasına gelmesini Rabbimden niyaz ediyorum…"

Sayın Başkan, Mübarek Kurban Bayramından dolayı İran halkına yönelik bir mesajları var mıdır?

Hac İslam'ın vahdetinin tecelli ettiği bir mevsimdir. Bu mevsimin ruhuna uygun ümmet olmamızın provasıdır hac. Arafat'ta meydana gelen tablonun cebeli rahmetle sınırlı kalmayıp İslam coğrafyasının her yerinde tecelli etmesi Rabbimden en büyük niyazımdır. Kurbanlarımız bizleri Rabbimize yakınlaştırır. Kurban bayramı da bizleri birbirimize akraba etmeye vesile kılar. Bu duygu ve düşüncelerle İran'daki bütün Müslüman kardeşlerimizin mübarek kurban bayramlarını tebrik ediyorum. Bu bayram vesilesiyle İslam dünyasında akan kanların sadece Kurban kanı olmasını diliyor, barışın, esenliğin ve güvenin tüm İslam dünyasına gelmesini Rabbimden niyaz ediyorum.

9 Ekim 2013 Çarşamba

ANLAŞTILAR. MISIR'IN İŞGALİ BAŞLIYOR.YAZDIKLARIMIZ AYNEN ÇIKIYOR.

ANLAŞTILAR. MISIR'IN İŞGALİ BAŞLIYOR.YAZDIKLARIMIZ AYNEN ÇIKIYOR.



YAZDIKLARIMIZ AYNEN ÇIKIYOR ALLAHU ALEM.

HADİS YORUMLARINA GÖRE SURİYE'DEN ÖNCE ABD'NİN MISIR'I İŞGAL EDECEĞİNİ YAZMIŞTIK.

YAHUDİLERİN OBAMA'YA SURİYE VE İRAN SALDIRISINI YAPMAMASI NEDENİYLE EKONOMİK BASKI KURDUKLARINI,OBAMA'NIN YAHUDİLERLE ANLAŞACAĞINI VE BU ANLAŞMANIN MISIR'IN İŞGALİ ÜZERİNE YAPILACAĞINI İFŞAA ETMİŞTİK.

ABD DIŞ İŞLERİ BAKANLIĞINDAN DURUP DURURKEN VE HİÇ KİMSE BU KONUDA BİR AÇIKLAMA BEKLEMEZKEN MISIR İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI YAPILDI.BU AÇIKLAMA OBAMA'NIN YAHUDİLERLE ANLAŞTIĞI ANLAMINA GELİYOR.YANİ ABD 17 EKİM KRİZİNİ AŞACAK,KARŞILIĞINDA SİNA'YI İSRAİL'E VERECEK.

PSAKİ:

ABD'nin, sağlık, eğitim ve özel sektörün gelişimi gibi konularda Mısır halkına doğrudan yarar sağlayan destekleri sunmaya devam etmek için geçici Mısır Hükümeti ile çalışacağını, ülkesinin, Mısır'ın sınırlarının güvenliğinin korunmasına yardımcı olmak, terörle mücadele, kitle imha silahlarının yayılması ve Sina Yarımadası' nın güvenliğini temin etmeye dönük yardımlarını sürdüreceğini kaydetti.

NE VAR Kİ BU AÇIKLAMADA?


ABD NE DİYORSA TAM TERSİNİ 

YAPACAKTIR.ALIŞTIK ARTIK.


MISIR'IN SINIR GÜVENLİĞİ DİYOR; MISIR'IN 

SINIR GÜVENLİĞİNE SABOTAJLAR YAPILACAK


TERÖRLE MÜCADELE DİYOR; MISIR'DA EL 

KAİDE AKTİF OLACAK


KİTLE İMHA SİLAHLARININ YAYILMASI DİYOR; 

MISIR'DA KİMYASAL KULLANILACAK


SİNA YARIMADASININ GÜVENLİĞİ DİYOR; 

SİNA İŞGAL EDİLECEK


SENARYOYU BİRLEŞTİRİRSEK ALLAHU ALEM:


LİBYA'DAKİ EL KAİDE MISIR'IN BATI 

CEPHESİNDE SINIR GÜVENLİĞİNİ YOK 

EDECEK.YANİ LİBYA'DAN MISIR'A 

GİRİŞLER,SUİKASTLER,PUSULAR,KOMPLOLAR,K

URTARILMIŞ BÖLGELER VS.MISIR ORDUSU 

LİBYA'YA GİRİP GİRİP ÇIKACAK AMA SINIR 

GÜVENLİĞİNİ KONTROL ALTINA ALAMAYACAK.

ÖTE YANDAN SUUD EL KAİDESİ SİNA 

YARIMADASINI SAVAŞ ALANINA 

ÇEVİRECEK.BURADA KİMYASAL SİLAH 

KULLANACAK.GÜVENLİK BİTECEK.KİMYASAL 

SİLAH TAHRİR MEYDANI' NDA İHVANCILARA 

KARŞI DA KULLANILABİLİR. 


YİNE "EL KAİDE PATLATIR" BATI İSE "SİSİ 

ATTI" DİYEBİLİR.


SÜVEYŞ KANALINDA ABD VEYA BİR NATO 

ÜLKESİ GEMİSİ BATIRILIR VE İŞGAL İÇİN TÜM 

SEBEPLER OLUŞMUŞTUR,ARTIK İŞGAL EDİLİP 

SİNA İSRAİL'E BIRAKILABİLİR.

TABİ ANLAYANLARA. 


ABD DIŞ İŞLERİ BAKANLIĞININ AÇIKLAMASI 

ŞİMDİ MISIR SENARYOSUNUN 

BAŞLAYACAĞINA BİR İŞARETTİR.


HADİS YORUMLARI YİNE HAKLI ÇIKMIŞTIR, 

ELHAMDÜLİLLAH.


ALLAH CC MISIR'IN,SURİYE'NİN,LİBYA'NIN, 

TUNUS'UN VE TÜM MÜSLÜMANLARIN 

YARDIMCISI OLSUN İNŞAALLAH. 

ÖZGÜR SURİYE HABER AJANSI TÜRKİYE'DE 'BALIK' AVINDA

ÖZGÜR SURİYE HABER AJANSI TÜRKİYE'DE 'BALIK' AVINDA



EKRANDAKİ LOGOYA DİKKAT LÜTFEN!
HANGİ HABER AJANSI SERVİS EDİYOR?

VİDEOYU SERVİS EDEN HABER AJANSI ÖZGÜR SURİYE HABER AJANSI. YANİ ÖSO HABER AJANSI.

VİDEODA HİZBULLAH KATLİAM YAPTI DENİLİYOR.

GÖNÜLLÜ BALIĞIMIZ DA O KADAR ÇOK Kİ....HAMSİ MÜBAREK..

BU HABERİ BİZİM İSLAMCI BASIN HİZBULLAH ALEYHİNE MANŞETTEN YAYINLAMIŞ.

YORUMCULARIMIZ DA "KAHROLSUN HİZBULLAH" DİYE TEK AĞIZDAN ONLARCA YORUM GEÇMİŞ.

KARDEŞİM İNSAN BU KADAR BALIK OLUR MU? HAYRET YANİ..

HABER OKUMAYI BİLMİYORUZ VESSELAM.

BU HABERİ GÖREN KİŞİ VİDEODAKİ HABER AJANSINA BAKMALI,KİM SERVİS EDİYOR AMACI NE DİYE DÜŞÜNMELİ.

AKILLI ADAM ŞU SONUCA VARIR:

"ÖSO SERVİS ETMİŞ.NASIL ÇEKMİŞSE? HİZBULLAH'IN İÇİNE GİRİP BU VİDEO ÇEKİLEMEYECEĞİNE GÖRE,ÖSO HEM YAPMIŞ,HEM ÇEKMİŞ HEM DE SERVİS ETMİŞ.ÖSO ASLINDA BÖYLE ŞEREFSİZ EYLEMLER YAPMIYORDU AMA ARTIK O DA BAŞLAMIŞ DEMEK Kİ" DER.

BİZE GÖRE DE ÖSO: 

ABD'NİN TAVRINDAN DOLAYI ÜMİTSİZLİĞE DÜŞMÜŞ,TAMAMEN SİNİRLERİ BOŞALMIŞ VE NE YAPTIĞINI BİLMİYOR.

EĞER ABD "İŞGAL İÇİN GÜN SAYIYORUZ" DESEYDİ BU VİDEOYU ASLA GÖREMEZDİK.

O SİTELERDEKİ CAHİL YORUMCULARA DA ŞU MESAJI YAZDIK:

SİZLER "ÖZGÜR SURİYE HABER AJANSI" NIN BALIKLARI MISINIZ?

BAZI 'İSLAMCI GEÇİNEN BASIN' ONLARIN GÖNÜLLÜ BALIĞI ZATEN.

BU VİDEO MUHALİFLER TARAFINDAN YANİ ÖSO TARAFINDAN YÜKLENMİŞ.ÖLDÜREN DE ONLAR.

ŞU SORUYU NEDEN SORMUYORSUNUZ?

"BU VİDEOYU HİZBULLAH'IN İÇİNE GİRİP NASIL ÇEKTİNİZ?"

BU KATLİAM ÖSO KATLİAMIDIR.HİZBULLAH DEĞİL.BALIK OLMAYINIZ.

BİR OKURUMUZUN HZ.PEYGAMBER SAS EFENDİMİZİ GÖRDÜĞÜ RÜYASI


BİR OKURUMUZ RÜYASINDA HZ.PEYGAMBER SAS EFENDİMİZİ GÖRMÜŞ VE RÜYASINI BİZE MAİL ATMIŞ.MAİLİ AYNEN YAYINLIYORUZ:

""İlgi ve alakanıza çok teşekkür ederim, her yazıma cevap vererek ne kadar tevazu sahibi olduğunuzu gösteriyorsunuz, Allah siz ve sizin gibilerden razı olsun inşallah.

Peygamber efendimizi s.a.s. rüyamda görmem ise çok enteresandır geçen yıl kutlu doğum haftasında nasip oldu, yüzünü çok net olarak görme şerefine nail oldum.

İtiraf etmeliyim ki, ibadetlerimi titizlikle yapan bir kişi de değilim sadece dürüst ve yapabildiğim kadar adaletli olmaya çalışan son derece sıradan birisiyim. 

Rüyama gelince, sarıklı ve cüppeli  ve de sakallı, bir imam peygamber efendimizin huzurlu olmadığını mezarının  yerinin de olması gerektiği yerde olmadığı ve peygamber efendimizin yerinin değişerek asıl olması gerektiği yere gitmesi gerektiğini ben ve benimle beraber bir kaç kişiye söyledi.

İmamın yol gösterdiği yere bir mağarada peygamber efendimizin kabrine geldik kapağını açtığımızda ben peygamber efendimizle s.a.s. göz göze geldim benim gözlerimin içine baktı, benim için inanılmaz bir andı.

Efendimiz canlıydı pırıl pırıl ve boylu poslu uzun olmayan sakallı çok güzel yüzlü bana bir şeyler demek istercesine gözlerimin içine baktı efendimizi dışarıya aldık çok bitkin olduğunu ve yıkanmak istediğini söyledi.

Yan tarafta mağaranın gözükmeyen kısmında su dökünerek banyosunu yaptı ve sonra beni gideceğim yere götürebilirsiniz dedi.

Gördüklerim bundan ibaret, ben kendi kendime yaptığım yorumda, gördüğüm yol gösteren imamın mehdi olabileceğine, peygamber efendimizin huzursuzluğunu da İslamiyetin içinde bulunduğu duruma, (hurafelerden dolayı ve örneğin Arap şeyhleri zenginlik içinde yaşarken Afrika'da insanların açlıktan ölmesi Mısır'da Suriye'de ve dünyanın pek çok yerinde insanların ve çocukların ölürken bu zenginlikteki İslam dünyasının bunlara kayıtsız kalmasına) yordum, Allah c.c. bilir.

Selamlar ve saygılarımla..""

7 Ekim 2013 Pazartesi

SUUD'LU DİN ADAMI SURİYE'DE CİHADA ÇAĞIRIYOR.

Suudlu Meşhur Din Adamından Cihad Çağrısı

Suudlu Meşhur Din Adamından Cihad Çağrısı

Suudi Arabistan hükumetinin Irak, Afganistan ve Suriye'de sergiledikleri ABD yanlısı tutum ve politikalara rağmen Suudi din adamları birer birer cihad çağrısı yapıyor. Son olarak Suudi Arabistan'ın saygın din adamlarından Şeyh Abdullah el Guneyman Suriye'de cihad çağrısı yaptı.


MEŞHUR DİN ADAMINA BAKAR MISINIZ LÜTFEN?

SURİYE'DE CİHAD ÇAĞRISI YAPIYOR.

BRE ŞEREFSİZ! MÜSLÜMANA CİHAD YAPACAK DEVLET Mİ YOK?

İŞTE MYANMAR..
İŞTE İSRAİL..
İŞTE İNGİLİZ..
İŞTE ABD...

ALİM DİYE, DİN ADAMI DİYE GEÇİNEN BU DOLAR MAAŞLI KÖPEKLERE İNANMAYINIZ..

SUUD KRALI ABD KÖPEĞİDİR, BUNLAR DA SUUD KRALININ KÖPEKLERİDİR.BUNLAR MÜSLÜMAN FALAN DEĞİLLERDİR KARDEŞLERİM İNANMAYINIZ.

ABD'DEN İZİN ALMADAN LAVABOYA GİDEMEZ BUNLAR.




BU YAZIYI DİKKATLİCE OKUYAN TÜRKİYE'Yİ RAHATLIKLA YÖNETEBİLİR

BU YAZIYI DİKKATLİCE OKUYAN TÜRKİYE'Yİ RAHATLIKLA YÖNETEBİLİR



David Rockefeller'den son yüzyılın en büyük itirafları

ABD'li Yahudi bankacı iş adamı David Rockefeller den son yüzyılın en büyük itirafları.....


ABD’li Yahudi bankacı işadamı DavidˆRockefeller, son yüzyılın en büyük itiraflarını yaptı.

İşte David Rockefeller’in söyledikleri:


TÜRKİYE’YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA “MARSHALL YARDIMI” İLE EL ATTIK
Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bize desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece CELAL BAYAR kurtuldu, çünkü bir MASONDU ve yakın arkadaşı Papa Roncalli ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.

1980 DARBESİ BİZİM İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA YAPILDI
Aynı ülkede gerçekleşen 1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. O zamanlar ülkede bir solcular, bir sağcılar iktidara geliyor ve bizim isteklerimiz doğrultusunda ülke ekonomisini yönlendiriyorlardı. Fakat Amerika ve Avrupa’da gelişmiş ülkelerin piyasaları doyuma ulaşmışlar ve biz yeteri kadar mal satamaz olmuştuk. Bunun üzerine diğer az gelişmiş ülkelere uyguladığımız planı onları da uygulamak istedik ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerini ve ithalatın serbest bırakılmasını talep ettik. Bu istediğimizi kabul etmiş görünüyorlar, fakat işi uzatıyorlardı.

BİNLERCE TÜRK GENCİ UYDURMA İDEOJİLER UĞRUNA CAN VERDİ

En sonunda bu ikilem yine bildiğimiz yollarla, Ordo Ab Chaos ile çözüldü. Yani önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Aslında başında onay vermiş gibi göründüğümüz Kıbrıs Savaşı’ndan sonra ülkeye uygulanan ambargo sayesinde halk canından bezmiş, ülkede yağ ve tuz bile bulunamaz olmuştu. Karaborsacılar zenginleşirken halk iyice sefalete düşmüştü. Ülkeye gönderilen provokatörlerimiz için bu halkı kışkırtmak hiç zor olmadı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar. Olaylar öyle bir dereceye geldi ki, hergün elli-altmış kişi sokak çatışmalarında ölmeye başlamıştı. Bütün ülke terör korkusu altında eziliyordu. İnsanlar akşamları sokağa çıkamaz olmuştu. Her an bir serseri kurşuna hedef olmak vardı. Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler. Çünkü nihayet terörizm sona ermiş, ülkeye huzur gelmişti. Aslında provokatörlerin görevi bitmiş, sahneden çekilmişlerdi. Burada oynanan oyun, halkı umutsuz ve çaresiz bir duruma düşürmek ve onlara bir “kurtarıcı” sunmaktır; ondan sonra bu kurtarıcı ne yaparsan yapsın hemen kabullenecektir.

ÖZAL, İSTEKLERİMİZ DOĞRULTUSUNDA KAPILARI SONUNA KADAR AÇTI

Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, tam da bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı. Bizim şirketlerimiz bu bakir piyasaya kurtlar gibi saldırdılar. İlk önceleri fiyatları çok düşük tutarak yerli sanayinin rekabet gücünü düşürdüler. Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. Sanayi şirketlerimiz stoklarını eritirken finans şirketlerimiz de ülkeyi artan ithalatı karşılayabilmeleri için yüksek faizlerle borç yatağına sürüklüyorlardı. Böylece, gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırdığımız bu ülkelerin hemen hemen hepsinde uygulanan ve 80’li yıllarda başlatılan bu proje ile, bütün ülkeler, hem bizlerden aldıkları mallarla sanayi şirketlerimizi zenginleştirmeye devam ediyorlar, hem de bu malların karşılığı olan ödemelerini yapabilmek için bizim finans şirketlerimizden aldıkları yüksek faizli kredilerle, her sene artan bir borç batağına sürükleniyorlar.

TÜRKİYE’DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ, DOST, AİLE GİBİ KAVRAMLAR UNUTULDU

Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.

“KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ” HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK

Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim hiçbir istediğimiz geri çevirecek durumda değil. Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakarlık etmek zorunda kalacak.

TÜRKİYE BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ… SU KAYNAKLARININ ÖNEMLİ BİR KISMI BURADA


Rockefeller de sözü devralarak başlıyor;

Türkiye hakkında biraz daha durmak istiyorum; çünkü dünyadaki en stratejik konumdaki ülkedir ve bizim için çok önemlidir. Nedenlerine gelince:

Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.

İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyeti yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.

Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır. Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır. Ortadoğu hemen hemen elimizde sayılır. Kafkasya ve Orta Asya’daki diğer Türk devletleri de yakında darbelerle kargaşaya boğulacaklar ve avucumuzun içine düşecekler. Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.

EN ÖNEMLİSİ, TÜRKLER MEDENİYETİN BEŞİĞİDİR VE KÖKENLERİ SÜMERLERE KADAR DAYANIR

Dördüncüsü, ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.

Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Türkler, Milattan Önce 4.000’lerde Orta Asya’da yaşayan büyük bir felaketten sonra yaşadıkları yerleri terk edip, Mezopotamya’ya ve Rusya üzerinden Avrupa’ya gelen Aryanlar, yani dünyadaki en medeni olarak kabul ettiğimiz Ari Irk’tandırlar ve Avrupa’daki Finliler, Macarlar gibi bazı uluslar Türk kökenlidir. Ayrıca Anadolu’da büyük uygarlıklar kuran Hititler ve Asurlular’ın da Türk kökenli olma ihtimali yüksektir.

Milattan Önce 3.500 yıllarında Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ilk yazıyı bulan, toplumda adaleti sağlamak için ilk yasaları çıkaran ve mahkemeleri kuran, ilk para kullanan ve vergi toplaya, ilk okul açan ve tekerleği bulan ulustur: yani dünya medeniyetinin başlangıç noktasıdır ve soyları tarihçilerimizin araştırmalarına göre Türk kökenli insanlardır. Çünkü Sümerler o bölgenin yerli halkı değildirler; yani göçebedirler ve tarihçilerimizin araştırmalarına göre “kız” manasına gelen “kır” kelimesi, “öküz” manasına gelen “ökür” kelimesi gibi bugüne kadar çözülebilen 1000 civarında Sümerce kelime ve “Ayağını yere sıkı bas, Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır, Sel gibi silip süpürmek, Yağ gibi erimek” gibi yüzlerce atasözü bugün Türkçe’de kullanılmaktadır. Sümerlerin Ay Tanrısı’nın simgesi olan “Yarımay”, bugün Türk bayrağında kullanılmaktadır. Roma ve Yunan medeniyetleri Sümerlerden oldukça fazla faydalanmışlardır; mesela yapılarındaki süslemeleri ve Tanrıları Sümer tapınaklarından gelir.

Fakat biz bunu örtbas etmek için, Milattan Önce 2.000 yıllarında, yani Sümerlerden 1.500 yıl sonra başlamış olmasına ve Yunan medeniyetini, dünyadaki ilk medeniyet olarak dünyaya tanıttık. Daha da ilginç olanı, Yunanlılardan önce Mısır Medeniyeti başlamıştır; ama onlar da ancak Sümerlerden 1000 sene sonra piramitlerini yapabilecek uygarlık düzeyine gelebilmişlerdir. Mayalar ve İknalar; Sümerlerden 2000 sene sonra ziguratlarını aynı biçimde yapmışlardır.

MEDENİYETİN BEŞİĞİ OLARAK TÜRKLERİ KABUL EDEMEZDİK, BU MİRASA EL KOYMALIYDIK


Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine binbir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk. Sümer Kralları Urukagina ve Urnammu, çok tanrılı bir toplum kurarak, insanlar arasında adaleti sağlamak ve haksızlıkları önlemek için yasalar çıkararak, çağımız toplumlarına öncü olurlarken, bugün tek tanrılı bir toplum olan Türkiye’de bizim çalışmalarımız sonucu, fuhuş, rüşvet, hırsızlık, haksız kazanç ve gelir dağılımı aşırı düzeylerdir.

Aslında insanlar tarih kitaplarını açıp okusalar, bütün gerçeği görecekler ama insanoğlu için duyduğuna inanmak yeterlidir, okumak çok zor gelir.

Ben de o ana kadar en medeni ulus olarak İngilizleri görüyordum. Duydukları hiç hoşuma gitmeyince konuyu değiştirmek istedim.

OSMANLI’YI YIKMAK ZOR OLMADI
“Dünya ülkelerini nasıl ele geçirmeyi düşünüyorsunuz?” diye sordum. Rothschild kendimden emin bir tavırla konuşmayı sürdürdü.

Rothschild: Sana tarihten örnekler vererek gücümüzü göstermek istiyorum; Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı. İsrail devletinin kurucusu sayılan Theodor Herlz, o zamanki Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit’e giderek, bizim ailemizin desteğiyle Filistin topraklarını satın almak istedi. Fakat padişah bize karşı çıktı. Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Çünkü padişahlar genellikle Türk kadınları yerine, fethettikleri ülkelerden köle olarak getirdikleri başka din ve ırklara mensup kadınlarla evleniyorlardı. Tabii Hürem Sultan gibi bu kadınlar zamanla ülke yönetiminde söz sahibi oldular ve kendileri gibi yabancı kökenli adamlarıyla bizim istediğimiz gibi, ülkeyi yıkıma götüren bir şekilde yönetmeye başladılar. Padişahlar ise devlet yönetiminin emin ellerde olduğu düşüncesiyle zevk ve sefaya dalmışlardı. Bu da Osmanlı’nın çöküş devrini başlattı. Mason örgütleri tarafından kışkırtılan insanların çıkardıkları isyanlarla topraklar kaybedilmeye başlandı. Hazine plansız harcamalarla tüketildi. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu. Tabii ki sonuçta bizim finans ve silah sanayi şirketlerimiz servetlerini onlarca kez katladılar. I. Dünya Savaşı sonunda Monarşizm tez olarak, Demokrasi antitez olarak, Komünizm’i yani sentezi oluşturdu.

HİTLER, BİZİM TARAFIMIZDAN GETİRİLDİ, ÇÜNKÜ BURADAKİ YAHUDİLER İSRAİL DEVLETİNİ KURMAYA YARDIMCI OLMADILAR

İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi. Hitler’in bulunduğu mevkiye gelmesi ve Alman ulusunu büyülemesi, yine bizim tarafımızdan aldığı mali yardımlar sayesinde olmuştur. Harriman, Guaranty tröstü gibi Amerikan finans devleri, Alman çelik kralı Thyssen’ın mali yardımları ve Thule Örgütü’nün desteğiyle Hitler, dünya savaşı başlatacak güce erişiyordu. Bu iş için Hitler seçilmişti; çünkü Yahudilerden nefret ediyordu. Sebebi ise, babaannesi o zamanlar zengin bir Yahudinin yanında hizmetçi olarak çalışıyordu ve babaannesi bu Yahudi patronu tarafından hamile bırakılmış, durumdan haberdar olan evin hanımı tarafından evden kovulmuştu. Babaanne kucağında bir bebek ile, yani Hitler’in babasıyla, başka bir iş bulamayınca koyu Katolik olan baba evine geri dönmüştü. Hitler zamanla bu gerçeği öğrenmiş, Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi. Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır. Bu saçma soykırım masalı Türklere yüklenecek ve böylece Türkiye yüz milyarlarca dolar tazminat ödemek zorunda kalacak. Bu da Türk ekonomisi için büyük bir darbe olacaktır.

ATOM BOMBASI, YAHUDİLERİN YAŞADIĞI ALMANYA’YA ATILAMAZDI, BU NEDENLE JAPONYA KIŞKIRTILDI

Almanlar’dan nefret eden o zaman ki Siyonist başkanımız Einstein’ın Amerikan Başkanı Roosevelt’e bir öneri mektubu göndermesiyle atom bombası çalışmaları Manhattan Projesi altında başlatılmış ve kısa sürede sonuç alınmıştı. Ama bir sorun vardı, bu bomba çok güçlüydü ve deneme yapılabilmesi için Amerika’nın halkın desteğiyle savaşa girmesi gerekiyordu. Ayrıca Alman şehirlerinde çok sayıda Yahudi yaşıyordu; bu ülkeye atom bombası atılamazdı. Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.

İSRAİL DEVLETİ, ROTSCHILD AİLESİ’NİN CÖMERT MALİ DESTEĞİ İLE KURULDU

Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu. Ordo Ab Chaos yine işe yaramıştı. Bu arada savaşta iflas eden ülkelerin ekonomilerinin düzeltilmeleri için Harriman, Rockefeller, Vanderblit ve Rothschild finans kurumlarından aldıkları borç paralar devreye giriyordu.

SOVYETLER BİRLİĞİ’NE YETERİ KADAR ÜLKE TAHSİS EDİLMİŞ, MALİ DESTEK VERİLMİŞTİ

Sovyetler Birliği, Hegel Diyalektiği gereği bir karşıt güç yaratılması gerektiği için, Amerikan International Barnsdall Corporation şirketinin verdiği ekipman ve yine Amerikan W.A Harriman Company ve Guaranty Tröstü tarafından verilen mali desteklerle petrol kuyuları ve maden yatakları açarak, ekonomisini geliştirdi. Bu arada dünya ülkeleri komünizm ve kapitalizm arasında seçimlerini yapmaya başlamışlar; Sovyetler Birliği’ne kapitalizmi savunan bizlere karşı eşit bir güç oluşturması ve bu oyunun sürdürülebilmesi için yeteri kadar ülke tahsis edilmişti.

ÇİN, HENÜZ KONTROL EDEMEDİĞİMİZ BİR ÜLKE AMA ABD EKONOMİSİNE KATKISI BÜYÜK
Çin ise Amerikan Bechtel Corporation’ın verdiği teknoloji ve beyin gücüyle süper bir güç haline geldi. Bu ülke henüz kontrol edemediğimiz, dünyadaki tek ülke. Fakat Amerikan ekonomisine büyük katkıda bulunuyorlar; çünkü iş gücü çok ucuz, ayda 30 dolara çalışacak işçi bulmak bizim ülkelerimizde patronların en tatlı rüyası olurdu.

VİETNAM, KORE, KAMBOÇYA, TAYLAND, ENDONEZYA, AFGANİSTAN, İRAN-IRAK, YUGOSLAVYA SAVAŞ ENDÜSTRİSİ’NİN DENEME VE GELİŞMESİNE YARADI

Size dünyadan kısa örnekler vererek konuşmamıza devam edeceğim; Vietnam savaşında, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği silah endüstrileri, yeni imal ettiği silahları deneme fırsatı bulmuştu ve silah sanayisini canlandırmak için devlet, eskileri kullanarak elden çıkarmıştı. ‘Agent Orange’ adlı kimyasal silah ile bu zehirin bitkiler üzerinde ölümcül etkileri görülmüş oldu. Bir ülke ekonomisi batağa sürüklendi.

Kore savaşı ile bu ülke iyiye bölündü ve kalkınma hayalleri suya düştü. Böylece ülke ekonomisi tahrip edildi. Ayrıca bu ülkede mikrop bombaları ve dioksin gibi çeşitli zehirler ile biyolojik savaş denemeleri yapıldı.

Kamboçya’da Amerika ile ticaret yapmayı reddeden lider Sihanuk 1970 yılında bir darbe ile devrildi ve yerlerine ülkeyi kaosa sürükleyen Pol Pot ve Kızıl Kmerler geçirildi.

Tayland’da yine ülke yönetimi devrilerek yerine diktatörlük rejimi kuruldu. Ülke ekonomisi yıllarca bize çalıştı.

Endonezya devlet başkanı Suharto 1957-58 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin verdiği silahlarla Doğu Timor’u işgal etti ve yıllarca sürecek bir kaos yarattı, binlerce insan öldü.

Afganistan savaşı Ruslara silah sanayisini geliştirmek için büyük fırsatlar sunmuştur. Biz de yeni üretilen silahların etkilerini deneyebilmek için büyük bir fırsat yakalamıştık. Ayrıca ülke çok zengin yer altı kaynaklarına sahiptir. Afganistan yönetimi şu anda tamamen bizim kontrolümüz altındadır.

İran-Irak savaşı Saddam’a büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu iki bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu de yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu.

Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti. Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.

1990 Yugoslav savaşında salkım bombaları kullanıldı. Bu teknoloji harikası bombalar yere yaklaştıklarında yüzlerce küçük bombalara ayrışıyorlar ve yere düştüklerinde hala patlamamış olanlar her zaman aktif birer bomba olarak kurbanlarını bekliyorlar.

Rotthschild konuşmasına “Bu ülkelerin şimdi tamamen bizim kontrolümüz altında olduğunu sanırım söylememe gerek yok” diyerek ara verdi. Onun kaldığı yerden Rockefeller devam etti.

ZAİRE, ÇAD, YEMEN, GUATEMALA, ŞİLİ, BREZİLYA, DOMİNİK, SOMALİ, PANAMA, EL SALVADOR, BOLİVYA, EKVATOR, PERU, URUGUAY, ANGOLA’DAKİ SAVAŞLAR VE DARBELER BİZİM PLANLARIMIZDI

Zaire devletinin başına CIA destekli bir darbe ile 1965 yılında geçen Mobutu, George Bush’un deyimiyle Afrika’daki en iyi adamımız oldu.

Çad Hükümeti 1982 yılında bir darbe ile devrildi ve yerine diktatör Hissen Harbe geçirildi. Bu geçiş sırasında on binlerce insan öldü.

Yemen 1990 yılına kadar iki ayrı devlet halinde uzun yıllar birbirleriyle savaştılar. Bizim şirketlerimiz zenginleşmeye devam ettiler.

Guatemala’da hükümet, komünist rejim tehlikesi bahane edilerek CIA yardımıyla 1953 yılında devrildi ve bugüne kadar bizim tayin ettiğimiz askeri hükümetlerle ülke sonsuz bir kargaşa içinde yönetilmektedir.

Şili’de General Pinochet, 1973 yılında iktidarı ele geçirerek, yıllarca bizim isteklerimiz doğrultusunda ülkeyi yönetti. Amerika Birleşik Devletleri’ne aktardığı milyarlarca dolarla ülke ekonomisi bataklığa sürüklendi. Ülke insanları sefalet içinde yüzerken, bizler daha zengin olduk.

Brezilya da komünizmden kurtarılan bir diğer ülkeydi. Ülke yönetimi 1964 yılında bir darbe ile devrildi, ülke Amerika Birleşik Devletleri’nin Güney Amerika’daki en güvenilir müttefiklerinden biri oldu.

Dominik Cumhuriyeti, aynı şekilde 1963 yılında bir darbe ile bizim istediğimiz yöneticilere kavuştu. Ülkenin serveti bizlere aktı.

1990’lı yıllarda Kolombiya’da uyuşturucu ile mücadele etmek maskesi altında ülke yönetimi ele geçirildi. CIA bu ülkeden gelen uyuşturucu parasıyla dünyanın çeşitli ülkelerindeki operasyonlarını finanse ediyor.

Fiji, Grenada, Panama, Somali, El Salvador işgal edildi. Sarin, hardal gazı gibi sinir gazları halk üzerinde denendi. Yüz binlerce insan öldü ve hala ölmeye devam ediyor.

Bolivya, Gana, Ekvator, Haiti, Filipinler, Peru, Uruguay, Angola, Seyşel adaları gibi üçüncü dünya ülkelerinde yapılan darbeler ve karışıklıklar hep bizim planlarımızın bir parçasıydı.

BÜTÜN ÜLKE YÖNETİMLERİNİ KONTROL ALTINDA TUTUYORUZ, AKSİ HALDE TERÖR OLAYLARINI DEVREYE SOKUYORUZ

Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.

İstanbul’daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.

New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.

Ben “dünyada el atmadıkları başka ülke kaldı mı acaba” diye düşünüyordum. Rockefeller böyle beni şaşkınlığa uğratmanın zevkiyle içkisini bir yudumda bitirerek sözlerini tamamladı;

DÜNYADA HİÇBİR YERDE MAFYA VE KAÇAKÇILIK OLAYLARI BİZİM İZNİMİZ OLMADAN YAPILAMAZ

“Bu arada, bütün organizasyonların çok yüksek olan maliyetleri konusu var. Onların kaynağı ise vergiden muaf olan vakıflarımızın topladığı bağışlardan ve mafya ile olan bağlantılarımız sayesinde finanse diliyor. Dünyanın hiçbir ülkesine mafya veya kaçakçılık faaliyetleri, o devletin haberi ve izni olmadan yapılamaz. Yapılması için, üst kademelerde işbirlikçilerin olması gerekir. Bu işbirlikçiler gözünü para hırsı bürümüş insanlar seçilir ve bir kere bu işlere bulaşıldı mı, bir daha çıkış yoktur. Dünyanın her yerinde tamamen bizim kontrolümüz altında çalışan mafya, özellikle uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile ilgilenir, çünkü en tatlı para bu alanlardadır. Bu paradan biz en büyük payı alırız ve bu parayla birlikte masum görünüşlü vakıflarımızın desteğiyle bütün bu faaliyetlerimiz finanse edilir ve buna işbirlikçilere dağıtılan para ve rüşvetler dahildir.

NEDEN KUZEY AMERİKA VE BATI AVRUPA VARLIKLI BİR YAŞAM SÜRER DÜNYADAKİ 5 MİLYAR İNSAN, BİZİM 1 MİLYAR İNSANIMIZ İÇİN ÇALIŞIR

Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında. Hegel Diyalektiği’nin amacımız doğrultusunda ne kadar çok işe yaradığını görüyorsunuz. Hiç düşündünüz mü, Kuzey Amerika ve Batı Avrupa ülkeleri vatandaşlarına rahat ve varlıklı yaşam olanakları sunarken, dünyanın diğer ülkelerinde neden sefalet ve bitmeyen bir kargaşa var? Çünkü bizim ırkımız seçilmiş ırktır, diğerleri sadece köledirler. Eğer yaşamak istiyorlarsa ömür boyu bize bu şekilde hizmet etmek zorundadırlar. Dünyadaki 5 milyar insanı bizim toplumlarımızdaki 1 milyar insan için çalışıyorlar. Bütün zenginlikleri bizim şirketlerimize ve dolayısıyla bizim ülkelerimize atkılıyor. Biz gelişmiş ülkeler, her geçen gün daha da zenginleşirken, üçüncü dünya ülkeleri, ekonomileri çökertilmiş, halkı uydurma savaşlar ve olaylarla sefalete sürüklenmiş çaresiz bir halde; refah içinde yaşayan işbirlikçi yöneticileri ve zengin tabakları bizim emirlerimizi bekliyorlar.

Bizimle işbirliği yapanlar, çok yakında yeni dünya hükümetinde kendi bölgelerini bizim idaremiz altında yönetecekler. Üçüncü sınıf ülkelerin halkları eğitim düzeylerine göre işçi olarak çalışacaklar, bizim gibi gelişmiş halklar da bunların üstünde bir hiyerarşi içinde yönetici olarak görev yapacaklar. Bu sınıfa giren ülke insanları için cumartesi günleri dışında bütün bayram ve tatil günleri kaldırılacak ve ancak karınlarını doyurabilecekleri bir maaş karşılığında, bütün yıl boyunca haftanın altı günü çalışacaklar. Bizim insanlarımız günün çok az bir kısmını çalışmaya ayıracak ve günün geri kalan kısmını zevk ve eğlenceyle geçirecekler.

İlk önce bütün bu anlatılanları çok büyük hayaller olarak görmüştüm; ama diğer ülkelerin durumu aklıma gelince gerçekleşme olasılıklarının olduğunu hesapladım. Gerçekten de çok az televizyon seyretmeme rağmen savaş ve ayaklanma haberleri gözüme çarpıyor, açlıktan ve sefaletten sürünen insanları seyrettiğimi hatırlıyorum. Ama ben medya adamıydım ve bütün bunların sebeplerini araştıracak zamanım yoktu…

6 Ekim 2013 Pazar

BURADA BİR GAYBİ MESAJ VAR MI?

BURADA BİR GAYBİ MESAJ VAR MI?



ACABA BU OLAYDA GAYBİ BİR MESAJ VAR MIDIR?

OLAY ŞU: 

KURTLAR AĞRI'DA SÜRÜYE DALMIŞLAR VE SÜRÜYÜ TELEF ETMİŞLER.

BİZE GÖRE:

ÇOBAN İSRAİL'İ,
SÜRÜ PKK'YI 
VE KURTLAR DA KANTURAOĞULLARINI TEMSİL EDİYOR.

MESAJ ŞU:

EY PKK!

İSRAİL'İN KÖPEKLİĞİNİ YAPMAYA DEVAM EDERSEN KANTURAOĞULLARI SENİ TELEF EDECEKLER.

KANTURAOĞULLARI KAHRAMAN TÜRKLER.

ALLAHU ALEM...

EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR..


5 Ekim 2013 Cumartesi

KÖR MÜYÜZ? SAĞIR MIYIZ? TEMBEL MİYİZ?


KÖR MÜYÜZ? SAĞIR MIYIZ? TEMBEL MİYİZ?


BAKALIM ŞU HARİTAYA; GÖREMİYORSAK KÖRÜZ..
OKUYALIM TARİHİMİZİ;HİÇ DUYMAMIŞSAK SAĞIRIZ..
BİRAZ CESUR OLSAK BELKİ BİZ DE GÖRÜRÜZ..
YAPAMIYORSAK ATALARIMIZIN YAPTIĞINI HEM TEMBEL, HEM KORKAĞIZ..

DÜNYA NÜFUSUNUN ÜÇTE BİRİ MÜSLÜMANDIR
TOPRAKLARININ ÜÇTE BİRİ İSLAM ÜLKESİDİR
ZENGİNLİKLERİN ÜÇTE İKİSİ MÜSLÜMANLARINDIR

HARİTADA GÖREMEDİĞİMİZ İSRAİL'E GÜCÜMÜZ YETMEZ
YERİNİ BULAMADIĞIMIZ İNGİLİZ'E SÖZÜMÜZ GEÇMEZ
EY MÜSLÜMAN! İLLA Kİ MEHDİ Mİ GELMESİ LAZIM?
KÖRSEN,SAĞIRSAN,KORKAKSAN İNAN Kİ MEHDİ DE GELMEZ.





4 Ekim 2013 Cuma

MELHAMELER KİMLERİN ELLERİ İLE DOĞAR?

MELHAMELER KİMLERİN ELLERİ İLE DOĞAR?




Hz.Peygamber Asm buyurdu ki:

64/14. İki azatlı, Arap azatlısı ve Rum azatlısı Melik 

olduklarında, onların elleri ile melhameler  doğar.  “Hz. İbn-i


Amr RA”


ARAP' IN AZATLISI ,ARAP SÖMÜRGESİ OLDUĞU HALDE 

BAĞIMSIZLIK KAZANIP ARAPTAN AYRILAN DEMEKTİR.



ARAP HEGEMONYASI İSE EMEVİLER VE ABBASİLER İLE 

EN GENİŞ SINIRLARINA ULAŞMIŞ VE SELÇUKLU 


HAKİMİYETİ İLE ARAP İMPARATORLUĞU YIKILMIŞTIR.



TÜRKLER İSE TARİHLERİ BOYUNCA HİÇBİR MİLLETİN 

ESARETİ ALTINA GİRMEMİŞLERDİR. YANİ ARAP 


HAKİMİYETİ ALTINA DA GİRMEMİŞLER HATTA ARAP 


HAKİMİYETİNİ DE SONA ERDİRMİŞLERDİR.



ARAPLARIN AZATLISI OLABİLECEK ÜLKE İSE ARAP 

OLMAYAN BİR ÜLKEDİR. MISIR,ÜRDÜN,IRAK, SURİYE 


HALKI İSE ARAPTIR VE ARAP AZATLISI 


OLAMAZ.DOLAYISIYLA ARAP AZATLISI SADECE VE 


SADECE İRAN OLABİLİR.



AYRICA AZATLIDAN MAKSAT SADECE BAĞIMSIZLIK İLAN

ETMEK DEĞİL AYNI ZAMANDA ARABA DA ÜSTÜNLÜK


SAĞLAYARAK YENİDEN ARAP SÖMÜRGESİ OLMA 


İHTİMALİ OLMAYAN DEMEKTİR.



HADİS' DE ANLATILAN ARAPIN AZATLISI İRAN OLABİLİR 

ALLAHU ALEM.



RUM'UN AZATLISI İSE AYNI FORMÜLE GÖRE RUM'DAN 

BAĞIMSIZLIK ALACAK VE ÖYLE BİR HALE GELECEK Kİ 


ARTIK RUM'UN KÖLESİ OLAMAYACAK KADAR GÜÇLÜ 


OLACAK.



YANİ RUM'DAN DAHA GÜÇLÜ OLACAK.BELKİ RUM'UN DA

LİDERİ OLACAK. BU DEVLET İSE ABD OLABİLİR ALLAHU 


ALEM.



ÇÜNKÜ ABD 200 YILLIK MAZİSİ OLAN BİR DEVLETTİR VE 

BUNDAN ÖNCE İNGİLTERE'NİN SÖMÜRGESİYDİ.



İNGİLTERE'DEN BAĞIMSIZLIK İLAN ETTİ VE BUGÜN 

DÜNYA LİDERİ DURUMUNA GELDİ.



DOLAYISIYLA HADİSTE BAHSEDİLEN ARAP' IN AZATLISI 

İRAN, RUM'UN AZATLISI İSE ABD 'DİR ALLAHU ALEM 


DİYORUZ.


HADİSTE BAHSEDİLEN "MELİK OLMA" İSE BİR 


ŞAHSIN MELİKLİĞİ DEĞİL ABD'NİN BATININ REİSİ,


İRAN'IN İSLAM ALEMİ'NİN REİSİ OLMASI ANLAMINDA 


OLABİLİR ALLAHU ALEM.



VE 3.DÜNYA SAVAŞINA DÖNÜŞECEK MELHAMELER 


ONLARIN ELİYLE OLACAKTIR VE BU GÜNKÜ 


KONJOKTÜR DE BUNA UYGUNDUR.

ALLAHU ALEM.