19 Ağustos 2016 Cuma

ATATÜRK PEYGAMBER EFENDİMİZİN SOYUNDAN GELMEKTEDİR.


ATATÜRK PEYGAMBER EFENDİMİZİN SOYUNDAN GELMEKTEDİR:

Aşağıdaki videoları izlerken şunu da unutmamalıyız. Seyyidlik yada Şeriflik üstünlük vesilesi değildir. Allah indinde üstünlük ancak takva iledir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kızı Fatıma'ya:
"Ey kızım Fatıma, babam peygamber diye güvenme. Rabbine karşı kulluk vazifeni yap. Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan, vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam." buyurmuşlardır.
(Müslim, İman, 89, Hadis no:351)

Peki durum böyleyken aşağıdaki videoları yayınlamamızın sebebi nedir? Bunlar:

Atatürk'ün soyuna yapılan iftiralara, ve Atatürk'ü dinsizlikle suçlayanların iftiralarına cevap vermektir. Atatürk'e iftiralar atanların kökenine inersek bu kişilerin dış güçlerin ajanı ve maşası olduklarını anlarız. Nihayi amaç ise bu milleti ve vatanı bölmektir.








15 Ağustos 2016 Pazartesi

ÖNEMİNE BİNAEN TEKRAR: GERÇEK ATATÜRK

AHMET AKGÜL HOCA ATATÜRK'Ü GERÇEĞE ÇOK YAKIN ANLATMIŞ

EN ALTTA DA KISA YORUM VAR, OKUYALIM İNŞALLAH

Değerli, derinlikli ve Milli düşünceli bir dostum vesilesiyle tanıştığım, Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nden 9. Dönem Elazığ Milletvekili olan Rahmetli Abdullah (Demirtaş) Bey’in oğlu Muhterem İbrahim Demirtaş anlatmıştı. Babası Abdullah Demirtaş, Elazığ Palu-Kovancılar arasındaki SEKERAT Beylerinden Rahmetli İbrahim Bey’in oğludur ve yine meşhur Harput musikisinin üstat starlarından Enver ve Paşa Demirbağ’ların hamisi Sekratlı Ali Bey’in kardeşi olmaktadır. Mustafa Kemal de, Muş’u Rus işgalinden kurtarmak üzere 1915 yılında Diyarbakır’dan gelip Sekerat’ta Karargâh kurmuşlar ve Rahmetli Abdullah ve Ali Bey’lerin ve babaları İbrahim Bey’in konağında kalmışlardı.

9. Dönem DP Elazığ Milletvekili olan Abdullah Demirtaş, aynı zamanda varlıklı bir zat olan babasının saygınlığı ve dindarlığı sayesinde Urfa ve Diyarbakır gibi illerden getirilen büyük âlimlerin eğitim ve öğretiminde ve çeşitli medreselerde özel dersler alarak 12 ilimden mezun olmuş değerli bir ilim adamıdır ve şu tevafuka bakınız ki, kendi okuduğu ve kenarlarına şerh ve haşiyeler koyduğu çok müstesna Arapça ve Osmanlıca kitaplarının bazısı Kovancılar’daki bir ahbabımız tarafından 40 sene kadar önce bize ulaştırılmıştı ve hala kütüphanemizde bulunmaktadır. Rahmetli Abdullah Bey, aynı zamanda dini hamiyet ve Milli hassasiyet sahibi bir zat olup, Afyonkarahisar’ın Emirdağ kazasında sürgünde bulunan Bediüüzaman Hazretlerini, oğlu İbrahim Bey’le birlikte ziyarete gidecek kadar da cesaret ve ciddiyet sahibi örnek bir Müslüman’dı.

İşte tanıştığımız İbrahim Demirtaş Bey, Rahmetli babası Abdullah Bey’den şöyle bir olay aktarmıştı:
1925 yılında Palu merkezli başlatılan, sonra yayılıp Bingöl, Muş, Diyarbakır ve Elazığ’ı da karıştıran meşhur Şeyh Said isyanı münasebetiyle, aslında bu hareketle hiçbir ilişkileri ve tasvipleri olmadığı halde, Abdullah Bey ve aile fertleri de takip ve taciz altına alınmışlardı. Şeyh Said Efendi iyi niyetli ve dini gayretli bir zat olsa da, aslında Musul’u bizden koparmaya çalışan, Kürtçülük damarıyla milli birlik ve dirliğimizi bozmaya uğraşan başta İngilizler o günkü dış merkezlerin hazırladığı tertip ve tezgâhın farkına varmamıştı. Ve maalesef Mustafa Kemal’in otoritesini sarsmak ve sıkıntıya sokmak suretiyle Musul’la ilgilenme fırsatını elinden almak amacıyla Kazım Karabekir gibi bazı paşaların bölgeye gidip ayaklanmaları halinde bu harekete destek çıkılacağı ve ordunun kendisine katılacağı vaadiyle kışkırtmasıyla da o vahim olaylar yaşanmıştı.

İşte böylesine kritik ve kaotik bir ortamda Abdullah Bey Palu askerlik şubesine çağrılmış ve derhal askere alınacağı hatırlatılmıştı. Şube Yüzbaşısından rica edip, hiç değilse Elazığ’da yaşayan annesini görüp duasını almak ve hazırlık yapmak üzere birkaç günlük izin almıştı. Sekrat’taki evlerine geldiğinde kendisinin oldukça tedirgin ve telaşlı olduğunu gören konak müdavimlerinden ilim ve irfan ehli ve maneviyat sahibi Yusuf Hoca Efendi Abdullah Bey’e bunun sebebini sormuş ve işin aslını öğrenince de kendisini şöyle teselli ve teskin buyurmuşlardı:

“Sakın ha hiç korkma ve meraklanma… Her şeyin bizzat Cenabı Hakkın tayin ve takdirinde olduğunu unutma… Bize düşen Yüce Rabbimize iltica edip yalvarmaktır. Şimdi Biz, Kur’an’ı Kerim’de ve Hadisi Şeriflerde öğretilen müstecap (kabul olunan) duaları ve yakarışları yaparız, o şube Yüzbaşısına da manevi bir mektup yazar ve kalbini yumuşatması için Rabbimize sığınırız, Talak Suresi 2. Ayette haber buyrulduğu gibi “(Samimiyet ve teslimiyetle) Allah’tan korkup (sakınan ve O’na sığınan) kimselere, (hiç bilinmedik ve beklenmedik sebeplerle sıkıntılardan) çıkış yolları ve kurtuluş kapıları açılacaktır”. Bu yüzden siz yarın tekrar şubeye uğrayınız, Yüzbaşı tarafından inşallah hürmet ve izzetle karşılanıp ağırlanırsınız.. Kalkarken de ”Terhis tezkeremiz hazırlanmadı mı?” diye de hatırlatırsınız!?.

Bu mübarek ve muhterem Yusuf Hoca Efendi’nin birçok garip ve acaip hallerine rastlamıştık, ama bu söylediklerine pek aklınız yatmamıştı. Buna rağmen hatırı kalmasın ve saygısızlık olmasın diye ve son bir ümitle ertesi gün tekrar Palu şubesine gittiğimde, hayretler içinde kalmıştım. Çünkü Yüzbaşı beni kapıda karşılamış ve kahve ısmarlayıp ağırlamıştı. Bir müddet sohbetten sonra kalkmak için müsaade isterken, cesaretimi toplayıp Yusuf Hoca Efendi’nin tavsiyesi üzerine “Yüzbaşım Terhis teskeremiz hazırlanmadı mı?” diye sorunca Şube Yüzbaşısı hazırlanan resmi terhis belgesini çıkarıp bana uzatmışlardı.

O dönemde, devlete uzun süreli ve önemli hizmetler sunan ve ilim tahsiliyle uğraşıp toplumun Milli Mücadele’ye katılmasına rehberlik yapan özel şahsiyetlerin askerlikten muaf tutulmasına ve “Vatani görevini yapmıştır” tezkeresi yazılmasına dair bazı istisnai kanun maddelerinin Abdullah Bey’e de uygulandığı, ilahi bir ilhamla kalbi rikkat ve şefkate gelen Yüzbaşının zaten hak ettiği bir kolaylığı kendisine sağladığı anlaşılmıştı.

Mesele daha net anlaşılsın ve olayı aktaran zevatın manevi ve ahlaki yönü ortaya çıksın da ona göre yaklaşılsın ve yorum yapılsın diye, bu kadar uzun bir girişten sonra şimdi asıl Mustafa Kemal’le ilgili konuya gelelim:

BURASI YAZININ EN ÖNEMLİ YERİ VE GERÇEK ATATÜRK'Ü ÇOK YAKIN ANLATMIŞ:

İşte Konaktaki hikmet ve keramet ehli Yusuf Hoca Efendi’nin Atatürk’le ilgili tavır ve tasarruflarını, 9. Dönem Milletvekilimiz ve bilgin bir hemşerimiz olan Abdullah (Demirtaş) Bey, oğlu İbrahim Bey’e, mahrem bir anı olarak şöyle aktarmışlardı:

Bunca manevi himmetine ve Rahmani marifetine şahit olduğumuz ve derin bir saygı duyduğumuz Yusuf Hoca Efendi’ye bir gün, bazılarının kendisi hakkında şu şekilde sitemde bulunduklarını söyleyerek: “Madem müstecap dualarla ve Allah katında naz makamındaki niyazıyla bu Yusuf Hoca bazı hayırların celbine ve belaların define yarayacak yakarışlarda bulunuyor, öyle ise pek çok kötülüklerin önünü açtığı ve İslam’a aykırı davrandığı söylenen Mustafa Kemal’i durdurmak ve tahribatlarına engel olmak için niye bir girişimde bulunmuyor?” diye hakkında dedikodu yapıldığını hatırlatmıştım. Bunun üzerine O Zat bana şu tarihi itiraflarda bulunmuşlardı:

“Yakinen tanımadığımız, bazı girişimlerindeki asıl niyetini ve hedefini kavrayamadığımız Mustafa Kemal’le ilgili bende de aynı olumsuz kanaatler oluşmaya başlamıştı. Bunun üzerine Kuran’ı Kerim’deki bütün dua ayetlerini ve Hazreti Peygamber Efendimizin meşhur dua hadislerini, seçkin sahabilerin ve büyük İslam âlimlerinin mübarek ve müstecab dua metinlerini, İsm-i Azam olarak bilinen bütün yakarış şekillerini, özel vakitlerde ve samimi bir yönelişle tekrarlayıp Yüce Rabbimizin nusret ve himayesine sığınarak ve O’nun rahmet kapısını bu çok tesirli dua tokmaklarıyla çalarak, Mustafa Kemal’in durdurulması ve devre dışı bırakılması için yalvarmış ve Bakara suresi 102. Ayetinde haber verilen “Babil’deki Harut ve Marut isimli (insan kılığına girmiş) iki meleğe indirilip öğretilen” cinsten bazı özel tılsımları hazırlayıp uygulama aşamasına dayanmıştım. Ancak işte o gece manevi görevliler beni şiddetle ikaz edip, bundan vazgeçmem için beni hiddetle uyarmışlardı. Mustafa Kemal’in, Anadolu arsasında kurulacak yeni bir Türk-İslam medeniyetine alan hazırladığını; İslam’a değil, koflaşmış kurumlara ve yozlaşmış kafa yapısına karşı çıktığını, şu anda ekonomik ve askeri yönden üstün ve etkin bulunan yabancı güçleri oyalamak ve içerideki hassas dengeleri korumak için tavizkar ve tahripkâr görünen bazı davranışlara mecbur kaldığını, ama bütün bunların sonunda büyük hayırlara ve kutlu yarınlara vesile olacağını bana hatırlatmışlardı.
Bu manevi uyarılara rağmen “Belki de şeytani bir tuzaktır” diyerek aynı beddua ve tılsımları tekrar yapmaya kalkıştığımda, bu sefer Rahmani olduğundan asla şüphe etmeyeceğim şekilde, ruhani görevliler gelip, bu inat ve ısrarımdan vazgeçmediğim takdirde, maddi ve manevi büyük belalara uğrayacağımı haykırmış, o gece yarı felç olmuş şekilde uyanmış ve o yanlış kanaatlerimi bırakmıştım.”

Kur’an-ı Kerim’de Kehf suresi 60-82 ayetlerinde anlatılan Hz. Musa (AS) ile Hz. Hızır (AS) arasındaki, özel “ledün ilmini” ve ilahi kader hikmetini öğrenme kıssasını ve zahiren yanlış ve yararsız gibi görünen bir takım icraatların, hangi hayırlı sonuçları doğuracağıyla ilgili sırları kavramadan, bu aktarılan konuları anlamak ve mesajları algılamak elbette zor olacaktır.
İşte bu merhum ve Muhterem Milletvekilimiz Sekratlı Abdullah (Demirtaş) Bey’in, İsrail’e aşırı yakınlığı ve hatta hizmetkâr tavırları ve her dönemde Bakanlarının, bir ikisi hariç, tamamını tescilli Masonlardan seçip ataması yüzünden Başbakan Adnan Menderes’e de -30 kadar arkadaşıyla- karşı çıkıp aralarının açıldığını yine oğlu İbrahim Bey anlatmışlardı.

Rahmetli Erbakan Hocamız; 1960 ihtilalinde İstanbul Emniyet Müdürü yapılan bir generalin, Gümüş motor fabrikasını ziyarete gelerek, kendisine:
“Biz ülkemizde bu tür milli ve yerli sanayi yatırımları çoğalsın, Atatürk’ün ifadesiyle, “Türkiye’miz muasır Batı medeniyetinin fevkine çıksın (yani yakalasın ve onu aşsın)” diye bu harekete kalkıştık, şimdi bizden istediğiniz her türlü imkân ve kolaylık size sağlanacaktır” dediğini aktarmıştı. Hocamız ise, Sizden tek istediğimiz; bütün generallerimize toplu halde, “sanayileşme davamız konusunda milli sorunlarımız, sorumluluklarımız ve çıkış yollarımız” konulu bir konferans vermemize fırsat hazırlamanızdır, buyurmuşlar, sonunda bu amacına ulaşmışlar ve 200 kadar Generalimizin katıldığı bir salonda bu konuyu detaylarıyla anlatmışlardı. Bu toplantı da bazı hususların slaytlarla açıklanması için kapatılan elektriklerin tekrar açıldığında, paşalarımızın nerdeyse tamamının yüksek hissiyat ve heyecandan ağladıklarının farkına varmıştı. Çünkü Erbakan onlara gerçek bağımsızlığa ve yüksek kalkınmışlığa ulaşmanın reçetelerini, adım adım Büyük İsrail’e eyalet yapılmamızı önleyecek tarihi projelerini ve bizi şerefli millet yapan değer ve dinamiklerin vazgeçilmezliğini ortaya koymuşlardı. Oysa Mustafa Kemal, 1937 yılında, dönemin yarı resmi yayın organı sayılan Hâkimiyeti Milliye Gazetesinde yayınlattığı bir mesajında: “Batılı ülkelerin, İslam toprağı olan ve Kutsal Mescidi Aksa’yı barındıran Kudüs’te ve Filistin’de, bir Yahudi Devleti kurmaya çalıştıklarını; Hz. Peygamberimizin manevi mirasına ve bölgenin barış ve huzuru hatırına böyle bir girişime kesinlikle karşı çıkacaklarını ve İslam dünyasıyla beraber, gerekirse kahraman ordularımızı üzerlerine göndermekten sakınmayacaklarını” söyleyip uyarmış, bu uyarıları Batılılarca ciddiye alınmış ve 1937’de kurulması planlanan İsrail Terör şebekesi, 1948’e kaydırılmıştı. Şimdi her türlü zulüm ve fitnenin kaynağı olan Siyonist İsrail’in kuruluşuna izin vermeyecek ve 11 yıl geciktirecek kadar inançlı ve kararlı bir şahsiyetin küfür ve kötülükle suçlanması, İsrail’e doğrudan ve dolaylı hizmetkarlık yapan Başbakan ve Cumhurbaşkanlarının ise “dindar kahraman” olarak alkışlanması, herhalde ahmaklığın ve çifte standardın (münafıklığın) en açık ve en cıvık alameti olmalıydı!..
Mürşidi Kamil Şeyh Ali Rıza Septi Hazretlerinden icazetli olan ve Palu Meydan Mezarlığında medfun bulunan Şeyh Mahmud Samini Hazretlerinin halifelerinden ilim ve irfan kutbu İmam Efendi Hazretlerinin sırdaşı ve uzun yıllar yoldaşı olan 1. Dönem Ergani Mebusluğu da yapan Dede Nüzhet Efendi’nin Mustafa Kemal’e yazdığı şiir de enteresandır, bazı tespitlerinde abartılar ve teşbihlerinde tartışmalar olsa da O’nun nasıl mümin ve muvahhit olduğunu anlatmaktadır.
Dede Nüzhet Efendi’nin İttihat ve Terakki Masonlarına yazdığı şu mısralar da O’nun mili ve manevi duyarlılığını yansıtmaktadır:

“Bu hürriyet midir ya kati, zürriyet midir, bilmem
Mülkü Milleti mahvetmeye, bir niyet midir, bilmem
Yoksa ki, bu boktan mürekkep, cem’iyet midir, bilmem
Bu nazmımla asılsam, canıma, minnet midir bilmem
Çalınsın başınıza Nemrud veş, ateşli tokmaklar
Çekilin artık yeter, ey kahbeler, kancıklar, alçaklar!”

Öyle değil, ama haydi diyelim ki sizin iddia ve iftiranıza göre O kâfir bir insandı. Peki, Kuran’a göre münafıklar kâfirden çok daha bayağı ve aşağı sayılmaz mıydı? Sizlerin “Muhafazakâr, dindar, halkın adamı” diye alkışladığınız Cumhurbaşkanlarınız, Başbakanlarınız:
• Kur’an’ın ahkâm ayetlerini artık gereksiz ve geçersiz saydıkları,
• Faizi meşrulaştırıp, rüşvete resmiyet kazandırdıkları, zinayı suç olmaktan ve ceza almaktan çıkarıp yaygınlaştırdıkları,
• İslam Birliği’ni “boş hayal” görüp Haçlı Avrupa Birliği’ne yamanmaya çalıştıkları,
• BOP eş başkanı olup 27 İslam ülkesinin ve Türkiye’mizin parçalanmasına zemin hazırladıkları,
• Batılı gâvurlarla bir olup Irak’ı, Libya’yı, Suriye’yi kana bulayan, korkunç kaoslara yol açtıkları için münafık olmamışlar mıydı?
“Gerçekten münafıklar cehennem ateşinin en aşağı katındadır” (Nisa: 145)
“Şu münafıkları acıklı bir azapla müjdele ki, Onlar (Kur’an düzenini isteyen) Mü'minleri bırakıp, kâfirleri dost ve yönetici tutmakta; izzeti (onur, kuvvet ve ganimeti) Haçlı kâfirlerin yanında aramaktadır” (Nisa: 138-139)
“Ey Nebim, Kâfirlerle (mücadele ettiğin gibi) ve münafıklarla da cihat et, onlara karşı sert ve caydırıcı davran!” (Tevbe: 73) ayetleri gayet açık ve anlaşılırdır.
Atatürk pek çok şeyi Milli Birlik ve dirlik hatırına yapmıştı
Şanlı Milli Mücadelemizin zor şartlarına ve düşmanla işbirliği yapan vatana hıyanet fırsatçılarına karşı kurulan İstiklal Mahkemeleri, 1925 Şeyh Sait isyanıyla başka bir hüviyet kazanmıştı. Muhalif görülenler ağır cezalara çarptırılmış, idamlar yapılmıştı. İtiraz edilecek bir üst mahkeme yolu ta baştan kapatılmıştı. Milli Mücadele'de emeği geçen; hatta ona önderlik edenlerin bazıları bile “vatan hainliği” ile suçlanmış, geniş çaplı bir tasfiye başlamıştı.
6 Mart 1925 tarihinde altı gazete birden (Tevhid-i Efkâr, Son Telgraf, İstiklal, Sebilü'rreşad, Aydınlık, Orak-Çekiç) kapatılmıştı. Savcı'ya göre “İsyanın türlü türlü sebepleri vardır” ve “Bu sebeple gazeteciler tutuklanmalı, yazılarının isyana tesiri dokunduğuna kanaat gelen gazeteciler sorgulanmalıydı.” Dönme münafık Ahmet Emin Yalman’dan, Eşref Edip gibi İslamcı aydınlara çok farklı kesimden isimler aynı mahkemeye çıkarılmıştı. Maksat Milli Birlik ve dirliği bozacak yayınlara ve kışkırtmalara engel olmaktı. Velid Ebuzziya ile “şakşakçı, fırıldakçı” diye sürekli karşı çıkıp sataştığı İleri Gazetesi'nin sahibi Suphi Nuri bile aynı mahkemede buluşmuşlardı. A. Emin Yalman, dostlarının ricası üzerine İsmet Paşa'ya bir mektup yazmış, tekellüf dolu istirhamların arasına birkaç gazetecilik ilkesini de sıkıştırmıştı. O ürkek metni okuyan İsmet Paşa’ya göre: “Bu bir bağlılık ve pişmanlık ifadesi değil, adeta bir siyasi nota” havası taşımaktadır.
Bu İstiklal Mahkemeleri’nde maalesef birçok yanlışlık ve haksızlıklar, fesatçılık ve fırsatçılıklar, ağır baskılar hatta barbarlıklar da yaşanmıştır. Ancak Şeyh Said isyanıyla patlak veren: “Dini değerleri ve etnik kökenleri istismar edip halkı kışkırtarak Türkiye’yi parçalama, devleti çaresiz ve etkisiz bırakma ve böylece Sevr’in ertelenmiş hedeflerine ulaşma” şeklindeki şeytani planlara karşı Milli Birlik ve dirliğimizi koruma telaşıyla, bu keyfi uygulamalar disiplin altına alınamamıştır.
Mustafa Kemal Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Nutku’nda: “Bu kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyecanı içindeyim” dedikten sonra: “Bundaki muvaffakıyeti Türk Milleti’nin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârâne yürümesine borçluyuz” demesi bundandır. Devamında: “Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler yapacağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk Milleti ancak MİLLÎ BİRLİK VE BERABERLİK’le güçlükleri yenip aşmıştır.”[1]
Hakikaten, İstiklâl Savaşı’nın en büyük sıkıntısı, halkın Birlik ve Beraberliğini teminde yaşanmıştı. Nitekim İstanbul’daki İttihatçı kafaların işbirlikçi kadroların ve bazı teslimiyetçi aydınların menfî tutum ve davranışları, bir kısım halkı tereddütlere sevk etmiş, Ankara’nın işini zorlaştırmıştı. Ve zaten, Millî Mücadele’nin Meclis’le işe başlamasının çok sebeplerinden biri de Birlik ve Beraberliğin sağlanmasına en büyük katkıda bulunacağının bilincinde olunmasıdır. Bundan dolayıdır ki, İstiklâl Savaşı’nın hazırlık döneminde M. Kemal Paşa; öncelikle Millî Birlik ve Beraberliği sağlamıştır. Milleti aynı ortak amaç etrafında birleştirmeyi gerçekleştirmeden, yani kalbî, dimağî ve manevî ittihat ve birliği sağlamadan Kurtuluş Savaşı’nı topyekûn başlatmamıştır. Gerçekten bağımsızlığımızın kazanılmasında Birlik olma duygusu başrolü oynamıştır.
Millî Birliğin tesisinde, halk ile aydın arasındaki fikir alış verişinin zaruretine de inanan Atatürk: “Başarılı olmak için aydınlarla halkın düşünce ve gayesi arasında bir uygunluk olması lazımdır. Yani aydınların halka telkin edeceği ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır”[2] kanaatini taşımaktadır. Yani, hiçbir şey, halka rağmen yapılmamalı, halka ters düşmeye ve halkı hor görmeye kalkışmamalıdır. Çünkü bu, Millî Birlik ve Beraberliğin temel taşıdır. Büyük liderler halkı, arkasından gelmeye inandırmış ve onların itimadını kazanmış insanlardır.
Millî Birlik, M. Kemal’ce o kadar hayatîdir ki, onu Millî bir Ülkü hâline getirmemizi arzulamaktadır: “Millî Birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek Millî ülkümüz olmalıdır.”[3] “Kat’iyyen Bilmeliyiz ki, iki üç parça halinde yaşayan milletler zayıftır. (Bu yüzden büyük bir İslâm âlimi ‘İki pehlivan kavga ederken, bir çocuk bile her ikisini dövebilir’ buyurmuşlardır.) Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin hududu ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğretmemiz lazımdır:
1) Milliyetine (Din ve Dil birliğine),
2) Türkiye Cumhuriyeti Devletine,
3) Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne düşman olanları tanıtmak ve onlarla mücadele yapmak şarttır.”[4]
M. Kemal, sürekli başımıza gelenlerin temelinde, her zaman Birliğe gitmek ve güçlenmek isteğimizin bulunduğunu hatırlatmıştır:
“Bazı büyük ve hayali şeyleri yapmayacağı halde yapacakmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını ve garazını, bu memleketin ve milletin üzerine çekmek yanlıştır. Biz geçmişte panislâmizm (İslâm Birliği) kurmak için ciddi ve netice verici hazırlıklar yapmadığımız halde kalkıp bunları “yapacağız” dedik. Düşmanlar da ‘Yaptırmamak için bir an evvel bunları boğalım’ dediler. İttihatçıların dediği gibi Panturanizm (Türk Birliği) için gerekli ve yeterli adımları atmadık, alt yapısını hazırlamadık, ama “atacağız, kuracağız” dedik. Malum merkezler yine ‘öldürelim önlerini keselim’ dediler. Bütün dava bundan ibarettir.”[5] sözleri anlamlıdır ve Hilafeti de bu yüzden lağvedip ileride şartlar olgunlaştığında sahip çıkılsın diye Meclis’in şahsı manevisine bırakmıştır.
Âlim, şair ve filozof olan ve Sivas Kongresi’ne delege olarak katılan Mehmet Fazlullah Gulami (Darül Hilafe Medresesi Müdürü) 1923’te Cumhurbaşkanı seçilen Atatürk’e tebrik mesajı olarak şu şiiri yazıp yollamıştı:
“Hiç görmedi saadet, Millet hükümetinden
Güzeldir Cumhuriyet, Kur’an olursa düstur
Cuşa geldi gönüller, mahzun sükûnetinden
Gazi Mustafa Kemal, oldu Reis-i Cumhur”
Atatürk’ün de bu Zata resmi bir teşekkür telgrafı vardır. Bu Zatın dörtlüğü bize şunları hatırlatmıştı:
“Türkçe tefsir ettirdi, Gazi Paşa Kur’an’ı
Peygambere hayrandı, akl-ı selim bürhanı
Sahte Atatürkçüler, “Kemalizm” uydurdular
Boğup murdar ettiler, Vatana Koç kurbanı..”



1[1] Atatürk, Türk Gencinin El Kitabı, Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğünce Derlenmiştir. 3. Basılış, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul-1973, s. 9-10.
2[1] Hakimiyet-i Milliye, 26.3.1923 – “ (a. g. e., s. 23 – 24)
3[1] Ekim 1933 (Hâkimiyeti Milliye)
4[1] Atatürk, Türk Gencinin El Kitabı, Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğünce Derlenmiştir. 3. Basılış, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul-1973, s. 31
5[1] a. g. e., s. 60



YORUM

CUMHURİYET, SULTAN II.MAHMUD TARAFINDAN KURULMAK İSTENMİŞ AMA ARAPLARIN İNGİLİZ OYUNUNA GELMESİNDEN ÇEKİNİLEREK VAZGEÇİLMİŞTİ.

CUMHURİYET, İKİNCİ OLARAK İSE CENNETMEKAN ABDÜLMAHİD HANIN PROJESİYDİ.O DA KURMAK İSTEDİ O DA ARAPLARDAN ÇEKİNDİ.

SONRA ARAPLAR BİRİNCİ CİHAN HARBİNDE YAPACAKLARINI YAPINCA (İHANET EDİNCE) CUMHURİYET İÇİN ARTIK HİÇ BİR ENGEL KALMAMIŞTI.

KARDEŞİ CENNETMEKAN VAHDETTİN HAN İLE CUMHURİYETİN KURULAMAYACAĞI DA ÇOK AÇIKTI.

ÇÜNKÜ ORDULARI YOK EDİLEN OSMANLI DEVLETİNİN SON PADİŞAHIYDI VE YENİ KURULACAK DEVLETİN BAŞINDA OLMASI DA İMKANSIZDI.YIKILAN DEVLETİN SON PADİŞAHI OLARAK TARİHTEKİ YERİNİ ALACAKTI.

ANCAK CENNET VATAN KAFİRE BIRAKILMAYACAKTI. ANADOLU'DA YEPYENİ BİR CUMHURİYET DEVLETİ KURULACAKTI. 

BU İŞ İÇİN EN GÜVENİLİR VE EN ZEKİ OSMANLI PAŞASI DA ATATÜRK'TÜ. VE ATATÜRK HEM ABDÜLHAMİD HANIN HEM DE VAHDETTİN HANIN HAYRANLIK DUYDUKLARI DEHA BİR KOMUTANDI. HEM DE EN GÜVENDİKLERİ KOMUTANDI.

İNGİLİZLERİN OYUNU İSE ŞUYDU:

OSMANLININ ORDUSUNU İMHA ETMİŞLERDİ AMA ORDUYU İMHA ETMEK BAŞKA BİR ŞEYDİ ANADOLUYU İŞGAL ETMEK VE TÜRK MİLLETİNİ İMHAYA ÇALIŞMAK ÇOK BAŞKA BİR ŞEYDİ.

"ACABA ANADOLUYU İŞGAL EDEBİLİR MİYİZ, BAŞARILI OLABİLİR MİYİZ" DİYEREK TÜRK MİLLETİNİ TEST ETMEK İSTEDİLER VE YUNANI İZMİR'E ÇAĞIRDILAR.

EĞER YUNAN İZMİR'DEN ÇIKARILAMASAYDI YANİ KURTULUŞ SAVAŞI KAZANILAMASAYDI, İNGİLİZLER ANADOLUNUN BİR KISMINI YUNAN'A BIRAKIP KALANINI KENDİLERİ İŞGAL EDECEKLERDİ. İSTEDİKLERİ İSE İSTANBUL'DU VE O DA ONLARA YETERDİ.

AMA KARŞILARINDA BİR ORDU OLMASA BİLE BİR ORDUYA BEDEL BİR KOMUTAN VE DÜNYAYI DİZE GETİREN ÜSTÜN BİR AKIL VARDI. 

ABDÜLHAMİD HAN VE VAHDETTİN HAN BUNLARI ÇOK ÖNCE GÖRMÜŞLER VE TÜRK MİLLETİNİN GÜCÜNÜN TEST EDİLECEĞİNİ ANLAMIŞLAR VE EMANETİ MUZAFFER KUMANDAN ATATÜRK'E TESLİM ETMİŞLERDİ BİLE. 

ANADOLU VE TÜRK MİLLETİ EMİN ELLERDEYDİ VE ATATÜRK ZATEN YUNANI GELDİKLERİ GİBİ GÖNDERECEKTİ.

İNGİLİZLER DE KURTULUŞ SAVAŞI ZAFERLERİNDEN SONRA ANADOLU'NUN İŞGALİNDEN VAZ GEÇTİKLERİ GİBİ İSTANBUL'U DA BIRAKIP GİTMEK ZORUNDA KALACAKLARDI.

YANİ İNGİLİZLER VE FRANSIZLAR ATATÜRK KARŞISINDA SEVR'DEN VAZGEÇİP LOZAN'A RAZI OLDULAR.

ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞINI KAZANAMASAYDI LOZAN HİÇ OLMAYACAK VE SEVR'E RAZI OLACAKTIK. 

SEVR ESARETTİ. LOZAN İSE SEVR'E GÖRE ZAFER. EN AZINDAN ZAMAN KAZANMA ZAFERİYDİ. 

AMA ORDUSUZ KAZANILMIŞ BİR ZAFER. 

BUNU ATATÜRK DE VAHDETTİN HAN DA DEFALARCA İFADE ETMİŞLERDİ. MİLLETİN ZAMANA İHTİYACI VARDI.


ATATÜRK HAKKINDA İLERİ GERİ KONUŞAN CAHİLLER BUNLARI ANLAYAMAZ. 

ANLAMASI İÇİN ORGENERAL RÜTBESİNE GELMESİ VE ORDUSUNUN TAMAMINI KAYBETMESİ VE TEK BAŞINA BİTMİŞ BİR MİLLETTEN İMKANSIZLIKLAR İÇİNDE YENİ BİR MUKAVEMET GÜCÜ OLUŞTURUP YEDİ DÜVELE MEYDAN OKUYABİLMESİ LAZIM. O ZAMAN ZATEN ATATÜRK'Ü DE ANLAR.


4 Ağustos 2016 Perşembe

OTUZ YÜZLÜ ABD- DOKUZ YÜZLÜ AB

YAZIYI DÖRT YIL ÖNCE YAZMIŞTIK. ÖNEMİNE BİNAEN TEKRAR YAYINLIYORUZ.

ESKİ GENELKURMAY BAŞKANI İLKER BAŞBUĞ 15 TEMMUZ İÇİN AHMET HAKAN'A AYNEN ŞUNU SÖYLEDİ:

"CIA, CEMAATE DARBE YAPTIRMIŞ VE BAŞARISIZ OLMASINI İSTEMİŞ OLABİLİR." 

DÖRT YIL ÖNCEKİ YAZIYI ŞİMDİ YENİDEN OKUYALIM.


OTUZ YÜZLÜ ABD- DOKUZ YÜZLÜ AB

MISIR NASIL KARIŞTI, NASIL KAN GÖLÜNE DÖNECEK?





“Üçüncü Dünya Savaşında Türkiye” yazı dizimizin ikincisi de hazır ama öncelik arzettiği için bu yazıyı araya aldık.


Mısır’daki bu olaylarda şehit olan Müslümanlara Allah CC rahmet eylesin.Tüm zavallılara da ALLAH CC akıl izan versin.Bu zavallıları aşağıda açıklıyoruz.

ABD Cemal Abdülnasır’ı savaşla devirdikten sonra Mısır’da tüm kesimleri kontrolüne aldı ve hala sıkı bir denetim altındalar. Enver Sedat’ı ABD getirdi,Camp David anlaşmasını (İsrail’le barış) yaptığı için Halit İslambuli ve arkadaşları tarafından öldürüldü.Hemen yanında oturan Mübarek ise yara almadan kurtuldu ve Mısır’ın başına geçti.Aynı ABD Mübarek’i de devirdi,Mursi’yi getirdi,Mursi’yi de devirdi,Sisi’yi getirdi.Ve katliamı başlattı.Katliamı başlatan ABD’dir.

Çünkü asıl amaç Mısır’da iç savaş çıkarmak,üçe bölmek,bir kısmını İsrail’e bağlamak ve Büyük İsrail’i kurmaktır.BOP’un Mısır ayağını seyrediyoruz.Tıpkı Libya ve Suriye gibi.NATO Süveyş Kanalı’nı istila edecektir.O nun için de “Süveyş Kanalında gemilerin seyir güvenliği” bahane edilecektir.Bu bahane de Süveyş kanalında seyreden gemilere provokatif eylemlerle gerçekleştirilebilir.Süveyş Kanalını kullanacak gemilerimiz dikkat etsin de zararı bize gelmesin diyoruz.(Çünkü muhtemelen NATO ülkesi gemileri hedef alınacaktır)

Bir ülkede iç savaş olması için silahlı iki taraf olması gerekir.Oysa Mısır’da silahlı bir ordu var ama karşısında silahlı bir güç yok.Silahsız masum insanlar var.İşte bu yüzden Adeviye cinayetleri her yönden bir katliamdır.İhvan silahlanırsa öldürecekler,silahlanmazsa küresel paralı tetikçiler (El Kaide ve tekfirciler) devreye sokulacaktır.Bir aydınımız “Mossad Sisi’ye suikast ile katliamı meşru hale getirebilir” dedi ama buna gerek yok çünkü ücretli tetikçilerden Mısır’da gayet çok.Hem Sisi’yi katliamından sonra daha çok kendilerine bağladılar ve kullanmaya devam edecekler.(Bir genelkurmay başkanı kolay mı yetişiyor,niçin öldürsünler?)El Kaide’nin Mısır’da emir alıp göreve başladığının ilk işareti patlayan bir araç yüklü bomba olacaktır.Artık bu onların marka olmuş bir eylemleri.(Irak’da,Suriye’de hergün patlıyor.Lübnan’da patlayan bomba yüklü aracı kimin patlattığını yazmaya ne hacet?Hizbullah’a karşı El Kaide patlattı,bu kadar net.)



ABD bu otuz yüzlü kanlı oyununu Mısır’da orkestra şefi gibi nasıl yönetiyor bir bakalım:

ABD Dışişleri Bakanlığı çok örgütlü devasa bir teşkilat.Senaryo ile anlatırsak aynen şöyle çalışıyor:

Mübarek ABD’yi arıyor.Dışişlerinden bir nolu odadan Mr.One açıyor:

-Mübarek: “İstihbarat aldık,İhvancılar Tahrir’de gösteri yapmak için hazırlanıyorlarmış” diyor.

-Mr One: “Anlaşıldı,toplansınlar takipteyiz” deyip kapatıyor.

-İki nolu odanın telefonu çalıyor,arayan İhvan liderlerinden birileri..”Facebooktan,twitterden bayağı adam topladık Tahrire çıkalım mı?” diyor.Karşıdaki Mr Two: “Çıkın ama taşkınlık yapmayın” diyor.Kapatıyor.

- Mısır İstihbarat Başkanı ABD’yi arıyor.Üç nolu odadan Mrs Tree açıyor.

“ İhvan haftaya Tahrire çıkıyor,Mübarek’in haberi var” diyor.Aldığı cevap “Biliyoruz,her şey kontrol altında”.

-Dört nolu odanın telefonunu Mr Four açıyor.Arayan Mursi “Ya bu işe girdik ama inşallah başımıza bir şey gelmez değil mi” diyor.Mr Four “Korkmayın kimse size bir şey yapamaz” diyor kapatıyor.

-Beş nolu odanın telefonunu Mr Five açıyor. Arayan Eski Sisi. “ Tahrir dolarsa ortalık karışacak,ne yapalım diyor.Mr Five” Boşver çiğnemekle sokaklar aşınmaz” diyor.Eski Sisi gülüp kapatıyor.

Mısır’la görüşmeler bitince Mr One’dan Mr Thrty’e kadar hepsi toplanıp durum değerlendirmesi yapıp yarın ne yapacaklarını kararlaştırıyorlar. Birinci gün böyle tamamlanıyor

Ve ertesi gün:

Yine telefonlar çalmaya başlıyor:

-Açan CNN Ortadoğu. “Haftaya Tahrir’de Mübarek aleyhine İhvancılar gösterilere başlayacak,Mübarek gidecek ona göre yayın yapın” denilip kapatılıyor.

-Mübarek aranıyor ve “Gösterilere müdahale etmeyin,imaj bozulmasın” deniyor.

-İhvan aranıyor: “Çıktınız mı sokağa?” “Çıktık” “Kaç kişi var” “Yüzbin” “ Yüzbin kişi ile Mübarek gider mi,bir milyon yapın” deniyor.

Ve Tahrir’de bir milyon.

-Ordu aranıyor “Karışmayın bu İhvan ile Mübarek’in meselesi” deniyor.

-Mübarek sıkıştı Mr One’ı arıyor “olaylar büyüdü ne olacak” diyor.Aldığı cevap “Biz bu kadar kalabalığı beklemiyorduk,istifa etmen gerekecek galiba,yerine sağlam bir adam bul istifa et,ülkeyi seçime götür”deniyor.

Ve Mursi sandıktan çıkıyor:

Mr.Four’u arar ve teşekkür eder.Fakat farkında değildir, o odaların ortak toplantısında ekonomik abluka kararı çıkmıştır bile.

-Orduya,körfeze telefonlar yağar Mısır ekonomisini bozmak için.O da olur.

- Yine Mübarek aranır ve “Hadi gözünüz aydın,olaya el koyuyoruz.Tahrir artık sizin,şimdi sıra sizde,çıkın meydana” der kapatırlar.

-Yeni Sisi’nin telefonunu da Mr Five aramıştır.” Hayırsız..Genelkurmay başkanı yaptık teşekkür bile etmedin,Tahrir’e Mübarekçiler çıkacak müdahale etmeyin” der.

-Mursi’yi arayan kişi de “Madem onlar Tahrire çıkıyor siz de Adeviye’ye çıkın,gösterin gücünüzü” der.

- Esas emir  beş nolu odadan Sisi’ye gelir “Ne seyrediyorsun kardeşim,Mısır elden gidiyor,bu İslamcılar Şeriat Devleti kuracaklar,yönetime el koy Mursi’yi tutukla,tam zamanı” der.

Ve darbe olur ama darbe başarılı mı,başarısız mı bir yıl geçmeden belli olmaz ve bu ABD de bunu çok iyi bilir ve DARBE DE DEMEZ YASAL DA DEMEZ.Kıvırır yani.

Biz de deriz ki “ Darbe diyemedi”.Diyemedi değil DEMEDİ.Bizden mi öğrenecek darbenin ne olduğunu.Darbeyi yapan o.Yanlış olan ABD’nin bu tavrı değil,bizim tavrımız.Biz diyemedik esas “Bu darbeyi siz yaptınız,amacınız nedir” diye.ABD’nin emri olmadan Suud ve Katar Emirlerinin darbecilere değil 12 milyar dolar bir dolar bile veremeyeceklerini bilemiyor muyuz?

-Yine bir telefon,arayan Sisi açan beş nolu oda.”Bu adamlar Adeviye’yi boşaltmıyorlar ne yapalım?” Cevap “ Asker geride dursun polis biraz korkutsun,su.gaz.vs.Yine çekilmezlerse ele başılardan birkaç kişi ölecek şekilde ateş açın.”

Birinci katliam,ikinci ve üçüncü.Belki beşbin şehit var Allah CC rahmet eylesin ve kalanlara kolaylık versin.

Bu duruma böyle gelindi.Peki bundan sonra?

İşte bir telefon daha.On nolu odadan Mr. Ten arıyor.Açan Eymen El Zevahiri.

(Hani şu sivil halkın içinde araç yüklü bomba patlatıp da kadın,çocuk demeden masum insanları öldüren ve nedense bunu hep İslam Ülkelerinde yapan ve aklına hiç İsrail gelmeyen ve de böyle Cihad yaptığını iddia eden El Kaide lideri var ya işte o Zevahiri)(Bre adam bir tane de Tel Aviv’de patlat da gerçekten cihatçı mı diye kafamız karışsın biraz.) (Bakınız Kardavi Mısır’da darbecilere tavır aldı,kafamız karışmaya başladı,ama bizim değil.Bu Kardavi çok uyanık adam.ABD’nin darbecilerin karşısına döneceğini erken anladı.ABD’den önce sallamaya başladı.Sahaya El Kaide’nin ineceğini gördü.)(El Kaide’de Mısır’da masum insanları yine bomba yüklü araçlarla öldürmeye başlayınca bu Kardavi yine destek verecek ve bize göre maskesi yine düşecek.)

On nolu odadan Zevahiri aranmıştı ya:

-Mr.Ten:“Kahire’de yüklü araç var mı?”

-Zevahiri:“ İki tane var”

-Mr.Ten:“Üç tane de Port Said’den alın iki günde bir patlatın, ıskalamayın bir dolar alamazsınız.” VE ORDUNUN İKİYE BÖLÜNMESİ.. VE İÇ SAVAŞ..

ALLAH CC diyoruz başka hiçbir şey demiyoruz.

İlk önce Mübarek ABD ‘ye küstü,sonra Mursi ve İhvan.Aldatıldıklarını düşünüyorlar.Yarın da Sisi küsecek -eğer ajan değilse-.

Bunların bir kısmı hain (Ajan) bir kısmı da kandırılmış zavallılardır.

Mısır’da bu zavallılardan bir Allah’ın kulu çıkıp da “Beni aradığınız bu odadan bunları konuşuyorsunuz da diğer otuz odadan bu ülkede kimleri arayıp ne konuşuyorsunuz” DİYEMİYOR.İŞTE BUDUR ZAVALLILIK.

MISIR’DAN ŞU DERSİ ÇIKARMALIYIZ:

Türkiye Mısır olur mu sorusunun cevabı şu soruda gizlidir:

Acaba Mısır’daki bu ajanlardan ve bu zavallılardan bizde de var mıdır?

Eğer varsa biz de bu yazımızla görevimizi yapalım:

-Ey devletim! Eğer varsa ajanları bulmak,temizlemek senin görevindir,ama bunların ardına takılanlar da varsa onlar bizim zavallı insanlarımızdır onları da kazanalım.MİT’imiz,ABD ile Türkiye arasındaki tüm iletişimleri çok dikkatli takip etmelidir.Kimse de gocunmamalıdır.

-Ey Geziciler sizin de aranızdan bu odalardan arananlar varsa,

-Ey Kürt kardeşlerim sizin de aranızda bu odalardan arananlar varsa,

      -Ey Ak Partililer, CHP’liler, MHP’liler, BDP’ liler sizin de aranızda bu odalardan arananlar varsa,

      1-Biliniz ki ABD’de bu odalardan yüzlerce var. ABD’yi kendi dostunuz zannetmeyiniz, fena yanılırsınız, tek dostu olmadığınızı iş işten geçtikten sonra öğrenirsiniz.

      2-Bakınız Mısır’da tüm taraflar ABD’yi sadece kendi dostları sanıyordu.Oysa ABD, Mısır’da Mısır halkı hariç herkesin dostu çıkıyor.”Siz bu orkestranın çalgıcılarısınız, şefiniz benim” diyor.



3-Bizler;

Türküyle,Kürdüyle,Lazıyla,Çerkeziyle,Arabıyla,Alevisiyle,Şiisiyle,Sünnisiyle ikibin yıllık bir medeniyetin şanlı sahibi,bin yıl İslam’ın bayrağını bu otuz yüzlü tarihsizlere karşı dalgalandırmış tüm dünyaya bedel ŞEREFLİ BİR MİLLETİZ. Lütfen çok uyanık olalım ve Hz Peygamber SAS Efendimizi,O’nun Ehli Beytini, Ashabını,bu şanlı tarihi ve bu şerefi bizlere hediye etmiş milyonlarca şehidlerimizi üzmeyelim.Ve bu otuz yüzlülerin orkestrasına çalgı olmayalım.

Alimlerin Hadis yorumlarından anladığımız bu Arap Baharı Fitnesi Deccal’in fitnesinden sonraki en büyük fitnedir.Bundan sonra da Deccal’in fitnesi gelecek ama müsterih olalım Deccal’in fitnesi tüm gayri müslümleri kandıracak ama müslümanları asla.Çünkü o zaman evet o zaman İslam Aleminin başında İnşaallah Hz.Mehdi AS bulunacak.Tüm bu fitnelerin hesabını da tek tek soracak.

Hayal bu diyenlere- eğer Müslüman- ise “Önünde Hz.Cebrail AS’ın arkasında Hz.Mikail AS’ın yürüdüğü Hz.Mehdi bunları yapamaz mı?” diyoruz.

Üç ay sonra Mekke’ye bakalım,Tahrir’i orada da görürsek,geliyor İnşaallah.


On yıl içinde hepsi olup bitecek,(Allah’u Alem)ömrümüz olursa görürüz.İNŞAALLAH.



1 Ağustos 2016 Pazartesi

GERÇEĞE DOĞRU



YAZI ALINTIDIR. GERÇEKLERE BİRAZ YAKLAŞTIĞI İÇİN PAYLAŞTIK.

Savunma danışmanı Agha Humayun Amin, “NATO’nun stratejik Koridoru Kürdistan ile Türkiye’de gerçekleşen darbe kalkışması arasında bir bağlantı var mı?” şeklindeki sorumuza bu kalkışmanın, “ABD’nin Kıyma Makinesi Stratejisi nin bir parçası” olduğu yanıtını verdi. Amin, 2013 yılında Türkiye. İran, Irak ve Suriye’den kurulacak parçalarla Orta Doğu’da sözde Büyük Kürdistan kurulacağını belirterek, “NATO’nun stratejik koridoru Kürdistan ile Kafkasya ve Hazar üzerinden Hindistan’a uzanılacak. Türkiye, Balkan devletleri gibi parçalanırken, Kürdistan’la Rus güney akım boru hattına darbe indirilecek” tespini yapmıştı. Yeniçağ Gazetesi bu değerlendirmeleri 30 Mart 2013’te, “NATO’nun Stratejik Koridoru Kürdistan” manşetiyle okuyucuları ile paylaşmıştı. Bilindiği gibi, bir süre sonra ABD ile üyesi oldukları Avrupa Birliği’nin baskılarıyla Karadeniz’e sahili bulunan Bulgaristan ve Romanya gibi ülkeler ile Ukrayna daha önceden kabul ettikleri Güney Akım Projesi’ne zorluk çıkardı. Rusya da Güney Akım’ı iptal ederek Türk Akım’a dönüştürmüştü.

TSK’yı zayıflatmak

Enerji Güvenliği Uzmanı Amin, ABD ve NATO içindeki müttefiklerinin, terörle savaş bahanesi uydurmak ve bölgeye müdahale şartları oluşturmak için IŞİD ile PYD ve benzeri örgütlerin, “Kıyma makinesi stratejisi” kapsamındaki projenin birer parçası olduğunu söyledi. Amin, ABD’nin bu strateji ile bölgemizde yaşanan gelişmeleri şöyle anlattı. “Orta Doğu’daki orduları bir kurum olarak manevi ve fiziksel olarak tahrip edip, istikrarsızlık yaratarak ve Balkanlaştırarak bölgeyi ele geçirmek için terörle savaş bahanesi ortaya atıldı. ABD, Türk ordusunu zayıflatmak için ülkesinde üslenmiş olan Fethullah Gülen’i, klasik istihbarat taktikleriyle ajan provokatör olarak kullandı. Bir yandan da ABD kaynakları Türk yönetimini,  Operasyon hedefi olarak Türk ordusu tahrip edilirse, Türkiye Balkanlaşarak yani parçalara ayrılarak küçülür. ABD ve NATO da İslamcılık bahanesiyle Türkiye’yi işgal eder’ diye uyarıyordu.”

Şii-Sünni çatışması taktiği

Amin, “Kıyma Makinesi Stratejisi” nin Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi kapsamında devreye sokulduğunu ve “Arap Baharı” ile geliştirildiğini kaydederek, şöyle devam etti: “Kıyma makinesi stratejisi eski Başkan George Bush döneminde ortaya çıkmıştı. Bu strateji, Başkan Barack Obama tarafından günümüzde geliştirildi ve İslam ülkelerinde şiddet ve karışıklık çıkarıp, işgalini ve yok edilmesini öngörüyordu. Amerikan kıyma makinesi Suriye’de Rusya sayesinde başarısız oldu. ABD, Müslüman ülkelerinde devleti bir arada tutan orduyu hedef alarak, Irak ve Libya’yı tahrip edip parçalamayı başardı. Ancak Suriye’de bunu yapamadı. Irak ordusu tahrip oldu ve ardından İslam alemi, 100 yıl sürecek Şii-Sünni çatışması ve ayrışmasına tanık oluyor. Irak zaten tam anlamıyla Balkanlaştırıldı. Liderler sayesinde büyük bir dünya savaşı ve stratejik anarşiye doğru gidiyoruz. Çünkü politika uygulaması ve tarihin akışını düzenlemesi gereken pilotlar pilot üniformalı, ama yetenekleri yok. Bu bizi Saraybosna durumuna götürür. Yani liderlerin olayları kontrol etmesi yerine, olayların liderleri idare etmesi durumu.”

Suriye bittikten sonra sıra Türkiye’ye gelecek

Pakistanlı emekli Binbaşı Agha Humayun Amin, ABD’nin NATO üzerinden yürüttüğü stratejik planı şöyle açıklamıştı: “Bölgedeki petrol ve doğal gaz kaynakları kontrol altına alınmak isteniyor. Hatlar kesilmek isteniyor İran’ın, Türkiye ve Suriye ile bağlantısının koparılması amaçlanıyor. Bunun başarılması halinde Doğu Akdeniz üstünden Avrupa’ya petrol ve doğal gaz satılmasının önü kesilecek. Türkiye’nin parçalanarak küçük eyaletlere bölünmesi de öngörülüyor.

NATO kurtlar sofrası

İran’dan gelip Irak ve Suriye’den geçerek Doğu Akdeniz’e ulaşan 10 milyar dolarlık PARS gaz boru hattı projesi iştah kabartıyor. Türkiye’den Hindistan’a açılacak NATO koridorunun bir bölümünde kurulacak Kürdistan, Rus güney akım gaz boru hattının güvenlik dinamiğinde önemli değişikliğe yol açacak. NATO, kurtlar sofrasıdır. Türkiye ise NATO’nun garip kurdudur. NATO’nun kurtları Suriye’yi yedikten sonra sıra Türkiye’ye gelecek. ABD liderliğindeki NATO, 1991’den beri kuzuları yiyor. Önce Sırbistan, ardından Kosova, Afganistan, Irak ve Libya yıkıldı. Suriye’nin dönüm noktası olmasını umuyorum.” Pakistanlı Amin, ABD ve İngiltere’nin amacının, kıta Avrupası ve Rusya’nın ulusal ekonomisi ile enerji sektörünün entegrasyonunu sabote etmek olduğunu ileri sürdü ve “Atılan adımlar bu amaçladır” dedi. “NATO’nun stratejik nosyonunun, İsrail’in kuzey sınırlarını Hizbullah’a, güney sınırlarını ise Hamas’a karşı güvenliğe almak; Rusya’nın DoğuAkdeniz’de, Suriye’nın Tartus limanındaki deniz üssünü ortadan kaldırmak olduğunu kaydeden Amin, şunları söylemişti: ” ABD güdümündeki NATO, Türkiye, Suriye, Irak ve İran’dan koparılacak topraklarda kurulacak kukla Kürdistan’la hem Akdeniz’e hem de Kafkaslar’a açılmayı planlıyor, Karadeniz üzerinden Kafkasya ve Hazar Denizi bölgesine ulaşamayan ABD güdümündeki NATO, rotayı karaya çevirdi. ABD; Türkiye, Suriye, Irak ve İran’dan koparılacak topraklarda kurulacak kukla Kürdistan ile Rusya’nın yumuşak karnı Kafkaslar’a doğrudan erişimi sağlayacak, böylece bölgedeki petrol ve doğal gaz kaynaklarını kontrol altına alacak. Projeyle İran’ın, Türkiye ve Suriye’ye ulaşması, Doğu Akdeniz üstünden Avrupa’ya petrol ve doğal gaz satmasının önü kesilecek.

Salim Yavaşoğlu/y.çağ

31 Temmuz 2016 Pazar

DOMBRA - GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

FUAT İNAN'DAN GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DOMBRASI:

ADAM GİBİ ADAM ATAM
Cihan askerleri yurdu sarmışken
Donanmalar Marmarayı kuşatmışken
Geldikleri gibi giderler
Bütün işgalci gemiler 
Dedi Mustafa Kemal ATATÜRK
Yurtta barış cihanda barış şiyardı
Ölen düşman askerine vatan diyardı
Dünya başkumandan saydı
O Vatan sevdasındaydı
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Bağımsızlık benim karakterimdir diyen
CUMHURİYETTİR bize en güzel hediyen
Yüz yılda bir gelen adam
ADAM GİBİ ADAM ATAM 

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK..!





OKTAN KELEŞ'İN SON YAZISI



Düşündüklerim

Türk ordusu itibarsızlaştırılmamalı. Emir komuta zinciri kopmayacak şekilde tedbirler alınmalıdır. Türklerin tarih boyu en iyi yaptığı iş ordu teşkilatlandırıp kurmaktır, bunu tüm dünya tarihçileri yazar.
Darbecilerin, FETÖ’cülerin orduya sızmış olması; şu yaverin, şu yardımcının FETÖ’cü çıkmış olması yüzünden  orduda, “yaverlik, şu mevki, şu sistem kalkmalıdır” demek mantıklı görünmemektedir. Bu durum, Adalet Bakanlığı’na, Başbakan Yardımcılığı’na ve diğer bakanlıklara FETÖ sızdı diye,  Adalet Bakanlığı, şu bakanlık, bu bakanlık, şu mevki kaldırılmalıdır demek kadar yanlıştır. Yönlendirilmelere dikkat etmek lazım, yine kandırılmamak lazım! Acaba bu yöntemlerle, yönlendirmelerle ordu darbe yapmaya çekilir mi?
Sivil siyaset, orduyu yönetim altına almaya kalkarsa, her gelen orduyu kendi ideoloji ve ajandasına göre kullanmak istemez mi? Üstelik orduya darbeci sızmasın diye tedbir olarak; sivil siyasetin, falan birlik Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığına bağlansın demek çok mantıklı değil. GATA Sağlık Bakanlığı’na, Jandarma’nın  İçişlerine bağlanması nasıl bir tedbir?
İyi de zaten Sağlık Bakanlığı, İçişleri ve Milli Eğitim Bakanlıkları sivil değil miydi? Buralara sızan binlerce FETÖ’cü tasfiye edildi. Keza diğer kurumlardan da. Buralar sivil idareye bağlı değil miyid? Demek ki mantıklı bir tedbir değil gibi geldi bana.
Sivil-ordu dengesi iyi sağlanmalıdır. Kesinlikle siyasiler milletin birlik beraberliğine halel getirmemelidir. Tekrar söylemekte fayda var; bütün husumetler askıya alınmalıdır, “önce vatan” düsturu ön planda olmalıdır. Bu buhran geçti mi yine birbirimizi yemeye devam ederiz.
Tüm dünya gıpta etti Türkiye’ye. Gördüler ki, Türk Milleti için “söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” Şunu da biliyor melunlar, bu asil millet TURAN KANLIDIR! Bir gün zamanı geldi mi onları da yiyecek. BU DA GÜÇLÜ BİR ORDUYLA OLUR.
Çare Atatürk'ün ordu anlayışına dokunulmamalı ve gevşeyen vidalar sıkılmalıdır diye sadece düşündüm. Unutulmamalı Türk ordusu bu coğrafyadaki varlık sebebimizdir. Bindiğimiz daldır, dala dadanan böcekleri temizlemek, budamak başka, kesmek başkadır. Unutulmamalıdır düşman her fırsatı değerlendirmek ister. Göz bebeğimiz Türk ordusu şu siyasetin falan ideolojinin emellerinin ordusu değil, YÜCE TÜRK MİLLETİNİNDİR.
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE.
TENGRİ BİZ MENEN

 
Oktan Keleş    
   
oktankeles@gmail.com         
Twitter:@oktankeles  


YORUM 

Ordunun sivilleşmesi,beraberinde siyasallaşmayı da getirir. Yani askeri okulların Milli Savunma Bakanlığına bağlanarak sivilleşmesi, bu okullarda siyasallaşmaya da kapı açar.

Duruma ve döneme göre bazen "AKP li subaylar", bazen "CHP li subaylar" ya da "MHP li subaylar" hatta "HDP li subaylar" tanımları ortaya çıkar ki bu kahraman ordunun gücünü tamamen yitirmesi demektir. 

Zira sivil kurumlara göre orduyu daha istikrarlı ve güçlü yapan elindeki silah değil sahip olduğu kurucu ideolojidir. O ideoloji de siyaset üstü Atatürkçü düşünce sistemidir.

Türk Ordusu; demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cunhuriyeti Devletinin ülkesi, vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, üniter yapısının Atatürk İlke ve Inkılapları doğrultusunda yılmaz bir bekçisidir ve ÖYLE KALMALIDIR.Çünkü gücünü tanktan, toptan değil bu ilkelerden alır.

Cumhuriyetin ve Ordunun kurucusu Atatürk, orduyu siyasetten uzak tutmuş ve daima uzak kalmasını istemiştir. Şimdi ne kadar büyük bir zekaya sahip olduğu daha da iyi anlaşılmaktadır.

Atatürk'ün daha anlaşılamayan nice özellikleri vardır ama 2023'e kadar anlaşılabileceği kanatinde değiliz.

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE


30 Temmuz 2016 Cumartesi

İKİ AMERİKA BİR TÜRKİYE

SONDAN BAŞA GİDELİM.

1-HZ.MEHDİ AS GELİYOR İNŞALLAH.

Yaşananlar Hz.Mehdi AS'ın zuhurunu getirecek olayların son devresinin başlangıcıdır. Artık ya bu muharremde ya da seneye beklenmeli İnşallah.

2-  PKKVE PYD İLE HATAY'A VURACAKLAR

Irak ve Suriye'nin kuzeyinde hain Kürt koridorunu oluşturan ABD'nin Yahudi kanadı; Hatay'a vurmak ve Arslanı köpeğe boğdurmak için son ataklarını yapmaktadır.

Evet iki ABD var ve biri Yahudi kanadı. Ve o kanat Türkiye'yi Suriye yapmak istiyor.İç savaş istiyor. Kan gövdeyi götürsün ve HALK MÜLTECİ OLSUN İSTİYOR.

İsrail için güneyi boşaltılmış, halkı mülteci olmuş bir Türkiye istiyor. Tek engel kahraman ordu.


Kahraman ordu varken bunu yapamıyorlar. Köpeğin Arslana gücü yetmiyor.

Köpeğe her türlü yardımlar yapılırken Arslanın da gücünü yok etmek için çalışıyorlar.
PKK ve PYD'ye 30 binden fazla uzun menzilli silahlar verildiği yazılıyor sayfalarda.Uçak düşüren füzeler vs.


Hatay PKK koridorunun son noktası. Hadis yorumlarına göre de Hatay'a vurulacak.

ABD'nin Yahudi kanadı PKK ve PYD ile Hatay'a vuracak ama önce Türk Ordusunun zayıflatılması ve hatta Türkiye'nin NATO'dan atılması için her türlü planı devreye sokuyor.

3-TÜRKİYE'Yİ NATO'DAN ATACAKLAR

NATO üyesi Türkiye, Hatay'dan saldırı alırsa; kim saldırırsa saldırsın NATO Türkiye'ye destek vermek zorundadır. Ama Türkiye'ye saldıran zaten ABD, İngiltere ve İsrail olacağından;
TÜRKİYE'YE NATO'DAN ATMA OYUNU OYNANIYOR. 15 Temmuzun arkasında bu plan var.

Ahmet Takan'ın bu haftaki yazısı aşağıda ve bu konuyu anlatıyor.


KARA TAHSİN PAŞA


Ahmet TAKAN
30 Temmuz 2016 Cumartesi 00:00
Beklediğim, sizlere  aktardığım gibi oldu. "YAŞ" çok yaş çıktı. Hele, Çarşamba günü saray zirvesinde  R. Erdoğan'ın dikte ettirdiği  kararların, 1 günlük Perşembe toplantısında  alınmış "YAŞ" kararları gibi saraya onaya götürülmesi seremonisi yok mu?.. Evlere şenlikti. Hiç,  "aynı karargahla aynen devam" analizlerine  dalıp vaktinizden boşa çalmayacağım. Halk arasında yaygın olarak kullanılan bir deyiş olabilir ama  Anayasa da  "Başkomutan" olarak tarif edilen  ismin "dere geçilirken at değiştirilmez"i  yakıştırdığı koca koca komutanlar bunu içine sindirebildiyse diyecek fazla bir şey kalmaz. Dere geçildikten sonra  neler olacağı da onların bileceği iştir!..
" TSK tasfiye ediliyor" diye avaz avaz bağırıyoruz. Sözde 1 günlük "YAŞ"ın ardından  Başbakan Yıldırım da çıkıp  "tankların çıkarıldığı, helikopterlerin kaldırıldığı bütün kışlaları kapatıyoruz" demez mi?.. Allah, darbeye girişip  bu millete, devlete hainlik edenlerin bin kez daha cezasını versin. Cinnet sürecinde bambaşka bir yere doğru  sürüklendiğimiz  ortada. Kışlaları kapatmak...  Atatürk'ün Gençliğe hitabesi hiç gözümün önünden gitmiyor...
Açık açık "güçler dağıtılacak" deniyor. Genelkurmay'ın, Kuvvet Komutanlıklarının dağıtılması gündemde. Askeri liselerin kapatılması, harp okullarının tasfiyesi.. Bir de bunlara eklenen demokrasi bayramı söylemleri, başkanlık sistemi yorumları yok mu?.. Çıldırmak içten bile değil!..
TSK'nın tasfiye sürecinde  "YAŞ" kararları ile nasıl  sinsi bir adım daha atılıyor farkında mısınız?.. TSK'nın beyni "kurmay"lık müessesesi hızara verildi!..  Balyoz, Ergenekon vs.. gibi süreçlerle başlayan kurmay kıyımı farklı versiyonu ile  devam ediyor...Benim gibi  sivil bir vatandaş yapmıyor bu tespiti sadece. Eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Ümit Yalım, satır satır inceledi "YAŞ" kararlarını ve YENİÇAĞ'a şu açıklamaları yaptı:
 "Tuğgeneralliğe yükseltilen Albaylar listesine baktığımızda da liyakat sisteminin önemli derecede hasara uğratıldığı ve TSK'daki kurmay subayların tasfiye edildiği görülüyor. Günümüz muharebeleri birleşik ve müşterek harekât şeklinde cereyan etmektedir. Ayrıca, TSK kadrolarında yapılan görev tanımında, general rütbesine terfi ettirilecek subayların birleşik ve müşterek harekâtı sevk ve idare edecek yetenekte olması gerektiği yazılıdır. Birleşik harekât çok uluslu harekât olup İngilizce dilinin iyi derecede bilinmesi gerekir. Müşterek harekât ise kara, deniz ve hava kuvvetlerinin ortaklaşa yaptığı bir harekât olup, Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitiminin alınmasını gerektirir. 2016 YAŞ kararlarında, Kara Kuvvetlerinde 24 Kurmay Albay ile birlikte Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimini almayan 30 Albayın tuğgeneralliğe yükseltildiği görülmektedir.Özellikle Kara Kuvvetlerindeki kurmay subayların tasfiye edildiği görülüyor. Kumpas davalarında da özellikle kurmay subaylar hedef alınmış ve TSK'dan kurmay subayların tasfiye edilmesi sağlanmıştı. Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimini almayan ve Tuğgeneralliğe yükseltilen Albayların değerli subaylar olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktur. Ancak anılan subaylara verilen en yüksek eğitim KOMKARSU (Komutanlık ve Karargâh Subaylığı ) eğitimidir. Yetersiz eğitimle üst düzey görevlere atanan subayların bu görevlerde zorlanması kaçınılmazdır. Bu durum, pratisyen hekime, kalp ameliyatı yaptırılması ile eşdeğerdir. "
Kara Tahsin Paşa
"Balkan Savaşı sırasında yeteri kadar eğitimli olmayan paşaların Osmanlı Devletinin toprak kaybetmesine ve parçalanmasına neden olduğu bilinmektedir. Yanya Komutanı Esat Paşa, İşkodra Komutanı Rıza Paşa ve Edirne Komutanı Şükrü Paşa vatan topraklarını kahramanca savunurken Selanik Komutanı Tahsin Paşa (Kara Tahsin Paşa olarak anılır.Yunanlılar onu  milli kahraman da ilan etmiştir-aht-) hiçbir savunma yapmadan Selanik'i Yunan askerlerine teslim etmiştir. Tahsin Paşa, Harp Akademisi eğitimi almadığı için stratejik seviyede düşünememiş ve Selanik'i teslim etmek suretiyle Balkan cephesinin çökmesine neden olmuştur."
 Ümit Yalım, Şura kararlarında dikkat çeken önemli  diğer ayrıntıları ise şöyle sıralıyor;
" E-muhtıra döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri Salih Zeki Çolak Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevine devam ediyor. 28 Şubat döneminin Genelkurmay Genel Sekreteri Erol Özkasnak Tümgeneral rütbesinden emekliye sevk edilmişti. 28 Şubat dönemi Genel Sekreteri Tümgeneral rütbesinden emekliye sevk edilirken, e-muhtıra dönemi Genel Sekreteri'nin önce Korgeneral, daha sonra orgeneral rütbesine terfi ettirilmesi ve Kara Kuvvetleri Komutanlığına getirilmesi, Tayyip Erdoğan ve AKP Hükümetlerinin muhtıralar ve darbelerle mücadele konusunda samimi olmadığının somut bir göstergesidir. Orgeneral Çolak'ın 2016 YAŞ kararları ile Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevine devam ettirilmesi de e-muhtıranın danışıklı dövüş olduğunu açıkça gösteriyor."
Terör Bölgesine Kimler Atanacak?
"Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un emriyle, TRT'de Kürtçe yayın yapılması için rapor hazırlayan ve raporu hükümete gönderen subayın, 2016 YAŞ kararları ile Korgeneral rütbesine terfi ettirilmesi de dikkat çeken önemli bir ayrıntı. Albay rütbesindeyken rapor yazan subay defalarca ödüllendirilerek Korgeneral rütbesine kadar yükseltildi. Atama listeleri henüz resmi gazetede yayımlanmadı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine atanacak generaller arasında Silahlı Kuvvetler Akademisi eğitimini almayan generallerin oranı ne olacak onu da hep birlikte göreceğiz."



BİR MANİFESTO İLE DEVAM EDELİM

Her kim ki bu ülkenin seçilmiş hükümetine karşı ülke yönetimini silah zoruyla ele geçirmek için silaha sarılırsa resmi veya sivil halka ateş ederse namussuzdur, şerefsizdir, alçaktır.

Seçilmiş yönetimler darbe ile değil seçimle gelmeli seçimle gitmelidir.

15 TEMMUZUN ARKASINDA, ÖNÜNDE, ALTINDA, ÜSTÜNDE HER YERİNDE ABD VAR.AMAÇLARI PKK KÖPEĞİNE ARSLAN ORDUYU YENDİRMEKTİR.EN BÜYÜK NAMUSSUZLUK ŞEREFSİZLİK İŞTE BUDUR.

Türkiye içindeki PKK kadrolarını Suriye'ye PYD'ye gönderdiler.Türkiye'de ise YDGH adı altında yeni yetişen sempatizanlar kurulu PKKlıları ikame ettiler. Şimdi o PYD PKK'nın esas başta ABD olmak üzere tüm batılı ülkeler özel birlikleri ile PYD de savaşmaktadırlar.Yani PYD bir PKK terörö örgütünden ziyade uluslararası bir koalisyon gücüne dönüşmüştür.

Her şeye rağmen köpeğin Arslana yine de gücü yetmezse Kıbrıs'da İngiliz güçleri,Suriye,Irak ve Ürdün'de ABD koalisyon unsurları PYD üniformasıyla devreye girecektir. İşte bu nedenle Türkiye NATO'dan atılmalı ama batı atmış olmamalı.

Yani Türkiye'nin kendiliğinden NATO'dan çıkması isteniyor. Bütün dünyaya ve diğer NATO üyelerine "TÜRKİYE'Yİ NATO'DAN BİZ ATMADIK, KENDİSİ ÇIKTI" diyerek üyelerin NATO'ya olan güvenini sarsmayacaklar..

Ağustosun dokuzunda Sen Petersburg'ta Rus lider ile görüşmeye gidecek olan sayın Cumhurbaşkanı bu konuda çok dikkatli olmalı.

Zira ABD Yahudileri Rusya'yı da bu konuda kandırmış olabilirler. Yani Rusya'nın da şu an Türkiye hakkındaki düşünceleri ve planları ABD planları içine çizilmiş olabilir. Rusya da oyuna gelebilir. Uçak olayı da öyleydi. Rusya ile Türkiye ilişkilerini dondurmak isteyen ABD'nin bir oyunuydu ve sonradan anlaşıldı.

Cemaate darbeyi yaptıran ABD'dir. Millet engellemişse bu çok güzel bir olaydır.

Ahir zaman olayları açısından ise:

Kasımda ABD'de seçimler var ve Clinton Demokrat Partinin adayı olarak seçimleri kazanacak. Hadis yorumlarında geçen Melikenin ordusu Clinton'un ordusu Allahu Alem. Çünkü biz bunu Clinton hastalığı nedeniyle ABD Dış İlleriBalkanlığını bıraktığı dönemde yazmıştık. Hadis yorumunda geçiyor ABD başkanı olacak demiştik.

İşte o ordu Akdenizden Amik Ovasına çıkacak olan ordudur. Rus Ordusunu Amik Ovasından atmak için çıkacak ve Türk Ordusu ile birlikte Rus ordusuna karşı savaşacak. Allahu Alem 2018'de.

Ama o tarihe kadar her şey aleyhimize gelişecek gibi hadis yorumlarına göre.











7 Haziran 2016 Salı

BU YAZIYI HERKESE OKUTMALI VESSELAM

ATATÜRK HAİN MİYDİ?

(İyi niyetli olup da art niyetli neşriyatın etkisinde kalan ve Atatürk hakkında yanlış hükme varan insanlarımız lütfen bu yazıyı dikkatlice okusunlar. Hatta sadece okumakla kalmasınlar ve herkese de okutsunlar İnşallah.)



“Osmanlı - Türkiye Mukayesesi” kavramı üzerinden çirkin oyunlar oynanıyor.
Osmanlı düşmanları Vahdettin Han’a;  Türkiye düşmanları da Atatürk’e saldırarak Türkiye düşmanlığı yapıyorlar.

Osmanlı düşmanlarının iddiaları şunlar:

“Vahdettin vatan hainiydi. Türk Milletini sattı. 9.Ordu Müfettişi olarak önce tayin ettiği Atatürk’ü sonra görevden azlederek hatta hakkında idam kararı vererek Türk Milletine ve bağımsızlık mücadelesine ihanet etti. İngiliz gemisine binip kaçtı” diyorlar.

Türkiye düşmanlarının iddiaları ise şunlar:

“Atatürk vatan hainiydi. Vahdettin’i satışa getirdi. Padişahlığı kurtaracakmış gibi önce Vahdettin’in kendisini görevlendirmesi sırasında ona tabi oldu. Görevi alıp, Anadolu’ya geçip, taraftar toplayınca da Vahdettin’i tanımadı, isyan etti. Hatta payitahtın emrinden çıkıp İngiliz’in emrine girdi. Hem Osmanlıya hem de Türk Milleti’ne ihanet etti. Kurtuluş Savaşı hiç yapılmadı. İngilizler savaş yapmadan çekip gitti. Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk’e kurdurdular, saltanatı kaldırttılar, Hilafeti kaldırttılar, bununla kalsa iyi Kuran kanunlarını yok sayıp yerine batı kanunlarını ikame edip Laikliği getirdiler.” Diyorlar. 

Daha ileri giden şerefsizler de var:

Atatürk’ün kişilik haklarına saldıranlar. Filistin’deki Orduyu savaşmadan çekip Filistin’i İngiliz’e savaşmadan bağışladığını iddia eden de. O kendini bilir. Şerefsizin önde gideni bir PKK’lıdır.

Aşağıda detaylı yazacağız ama sadece bu iddianın cevabını burada verelim. Filistin’deki Osmanlı Birliği on bin kişiden oluşuyordu. Sekiz bin tanesi şehid olmuştu. Atatürk kalan iki bin askeri geri çekti. (Bre şerefsiz! O sekiz bin asker savaşmadan mı şehit oldu?)

Atatürk düşmanları Vahdettin Han’ı yükseltirken, Vahdettin düşmanları Atatürk’ü yükseltiyorlar. Amaçları birini yükseltmek değil ikisini de alçaltmak. 

Aslında bunların tamamı TÜRKİYE ve TÜRK MİLLETİ DÜŞMANIDIR. 

Zamana ve duruma göre bir Atatürk dostu Vahdettin düşmanı oluyorlar; bir Vahdettin dostu, Atatürk düşmanı oluyorlar. Yüz yıl önce Vahdettin düşmanı, Atatürk dostuydular. Şimdi ise Vahdettin dostu Atatürk düşmanı oldular.

Peki yüz yıl önce İngilizler kime dost kime düşmandılar? Şimdi kime dost kime düşmanlar?

Evet yüz yıl önce İngilizler de Vahdettin düşmanı Atatürk dostu idiler. Şimdi ise Vahdettin dostu Atatürk düşmanı oluverdiler.

(O zaman Osmanlının öyle yıkılması gerekiyordu, şimdi ise Türkiye’nin böyle yıkılması gerekiyor.)

NE ATATÜRK NE DE VAHDETTİN KESİNLİKLE HAİN DEĞİLDİ.


(Hem de en iyisi)


TAM TERSİNE VAHDETTİN BÜYÜK BİR DEVLET ADAMI, ATATÜRK DE OSMANLININ YETİŞTİRDİĞİ EN BÜYÜK KOMUTANDI. VE BURAYA DİKKAT VAHDETTİN HANA GÖRE ATATÜRK TÜRK MİLLETİ’NİN TEK UMUDUYDU. DOĞRU OLDUĞU DA İSPAT EDİLDİ.

İŞTE İSPATI:

Vahdettin Han’a saldıranlara cevaplar:

Vahdettin Han bir yıl sonra kendisini satışa getirecek Atatürk’ü yeni mi tanımış ki 9.Ordu Müfettişi olarak onu görevlendirmiş? Osmanlı Ordusunda başka paşa mı yoktu? Neden Atatürk?

Çünkü Vahdettin Han Atatürk’ü çok eskilerden tanıyordu. Gençliğinde Avusturya’ya birlikte gitmişlerdi. Yol arkadaşıydı. Atatürk, Osmanlı Subayları içinde Vahdettin Han’ın en sevdiği ve en güvendiği, en yakın subay arkadaşıydı. Vahdettin Han, Atatürk’ün Osmanlının en zeki, en başarılı subayı olduğunu gayet iyi biliyordu. Vahdettin bir yıl sonra kendisini satışa getirecek bir subayı 9.Ordu Müfettişi atayacak kadar APTAL DEĞİLDİ. Gerçek aptal Vahdettin Hanın aptal olduğunu düşünenlerdir. İngilizler de böyle düşünmüşlerdi.  

Vahdettin Türk Milleti’ni sattı mı? İngiliz gemisine binip kaçtı mı?

Vahdettin, Türk Milleti’ni İngilizlere sattıysa karşılığında da bir şey almış olmalı. Ne almış? İngiliz gemisine binip giderken Osmanlı Sarayından ne götürmüş? En azından likit, para, altın, mücevher götürmesi lazım değil mi?

Gerçek şu ki Vahdettin Han Türk Milleti’ni asla satmamıştır. Bu cennet vatanı Atatürk’e emanet ederek saltanatın kaldırılabilmesi ve Cumhuriyetin kurulabilmesi için bu aziz Milletin geleceği için kendisini feda etmiştir. Esir olarak gitmiştir. Hiçbir şey çalmamış, götürmemiş, hatta şahsi varlıklarını bile bırakıp gitmiş; gittiği yerde fakir, fukara olarak yaşamış ve cenazesi bile ortada kalmıştır. Şam Valisi cenaze masraflarını karşılamış ve Şam’a defnedilmiştir. Bu mu vatan haini?

Vatan haini öyle olmaz şöyle olur: 

Giderken nesi var nesi yoksa alır; üstüne hazinenin altınlarını da katar ve doğrudan HAVAİ’ye kaçar. İngiliz gemisiyle de gitmez, İngilizler gelmeden kaçar. Aksini düşünen aptaldır.
Vahdettin bahsini kısa keselim, konu uzun.

Ancak yukarıda çok kritik bir cümleye yer verdik açmak zorundayız:

Osmanlı Padişahları birçok kez Cumhuriyete geçmek istediler. Ama Arapların durumundan dolayı hep vazgeçmek zorunda kaldılar. (İngilizlerle iki yüz yıldan beri metres hayatı yaşıyorlardı)

2.Mahmut Han, Abdülhamid Han Cumhuriyet için çok istekli oldular ama İngilizlerin bunu Osmanlı aleyhine kullanmaları nedeniyle yapamadılar. 1.Dünya Savaşında Araplar ayrılınca da CUMHURİYET ZORUNLU OLDU. VE BİR FIRSAT OLARAK VAHDETTİN’İN ÖNÜNE GELDİ.

ATATÜRK DE DAHA KURMAYLIK DÖNEMLERİNDE CUMHURİYETÇİ BİRİ OLARAK BİLİNİYORDU. VAHDETTİN HAN ATATÜRK’ÜN CUMHURİYETÇİ OLDUĞUNU ÇOK İYİ BİLİYORDU. BU SIR DEĞİLDİ HERKES BİLİYORDU. 

VAHDETTİN HAN ATATÜRK’Ü ANADOLU'YA GÖNDERİRKEN, CUMHURİYET KURACAĞINI DA ÇOK İYİ BİLİYORDU VE KENDİSİ DE BUNU ÇOK İSTİYORDU. 
VE BU KONUDA TEK GÜVENDİĞİ KİŞİ DE ATATÜRK’TÜ. BAŞKALARI PADİŞAH DA OLABİLİRDİ DEĞİL Mİ?  ATATÜRK BU GÜVENE LAYIK OLDUĞUNU DA İSPAT ETTİ. BU KONU BU KADAR YETER.

GELELİM ATATÜRK DÜŞMANLARINA:

Atatürk, Vahdettin’e ihanet etmişse Anadolu’daki tek paşa Atatürk müydü? Diğer Paşalar İstanbul ile Padişah ile haberleşmiyorlar mıydı ki koşarak Atatürk’ün emrine girdiler?

Kazım Karabekir Paşa’nın İstiklal Harbinin Esasları isimli kitabını okumadan o kitabı okuyup da Atatürk aleyhine kullanan bazı şerefsizlerin kulaktan dolma sözlerine itibar edenler bizzat kendileri okusunlar. Kazım Karabekir Paşanın Atatürk’ü hainlikle suçlayan ya da ima eden tek bir kelimesi var mıdır? Yoktur. Sadece bir komutan olarak bazı konularda kendi açılımlarını da eklemiştir. Olay budur.

Anadolu’daki tüm Osmanlı Komutanları Atatürk’ün emrine Vahdettin’e düşman oldukları için değil hem Vahdettin’in emriyle hem de Atatürk’ü bildikleri ve çok sevdikleri için girmişlerdir.

Hangi komutan 1919- 1923 döneminde Atatürk’e karşı çıkmıştır? Hiç biri. Hepsi olayın farkındaydı. Ancak sayıları çok az ve konu sır olduğu için açıklanmamıştı. Spekülatif dedikodularla Atatürk düşmanlığı da bu yüzden gelişti. Biri çıkıp da o komutanların her şeyi açıklayıverseydi herkes Atatürkçü olacaktı. O başka.



Ölünceye kadar Vahdettin de Atatürk de birbirlerinin aleyhine konuşmadılar. Belki işin sırrı gereği o zaman Vahdettin Hanın aleyhine konuşulması gerekiyorduysa da yine ölçüde kusur edilmemiştir. Bu konuda esas kriter Vahdettin Hanın sözleridir ki Atatürk’ün aleyhine tek sözü yoktur. Kriterdir çünkü Vahdettin Han Atatürk’ü övmek zorunda değildi. Belki Vahdettin kötülenmek zorundaydı ama Vahdettin Han için durum farklıydı. 

Atatürk’ün hain olduğuna inansa kesinlikle Atatürk aleyhine sözleri, makaleleri, açıklanacak yazıları olurdu. YOKTUR. BULAMAZLAR. ÇÜNKÜ VAHDETTİN ATATÜRK’Ü BİZDEN BİLE ÇOK SEVİYORDU. ÇÜNKÜ BİZDEN ÇOK İYİ TANIYORDU.

KURTULUŞ SAVAŞI HİÇ YAPILMADI MI?

İngilizler İstanbul’a Mondros Ateşkes Anlaşması ile savaş yapmadan girdiler. Lozan Antlaşması ile de savaş yapmadan çıkıp gittiler. Mondros Damat Ferit’in imzaladığı teslim anlaşmasıydı.
Lozan Antlaşması ise şu şartlarda yapıldı:

Evet İngilizler saltanatın, hilafetin, Kuran kanunlarının kaldırılmasını, Cumhuriyete geçilmesini, laiklik getirilmesini istiyorlardı. Yeni kurulan Cumhuriyetin batıya düşman bir tehdit değil batı normlarında batı dostu, batılı bir ülke olmasını istiyorlardı.

Sadece bunları isteseler iyiydi çünkü bunların bir kısmını Osmanlı Padişahları da istemiş ama yapamamışlardı. Başka neler istiyorlardı?

Üniformalı askerlerini çekip üniformasız askerlerini yerleştirmek bu cennet vatan sanki Türkler tarafından yönetilen Milli bir devletmiş gibi göstererek Türk Milletini kandırmak ve tıpkı eski sömürgeleri gibi yüzyıllar boyunca sömürmek istiyorlardı.

PEKİ BİZİM ELİMİZDE NE VARDI?

Osmanlı Devleti olarak Afrika’daki Ortadoğu’daki tüm topraklarımızı kaybetmiştik. Üstelik bunu da İngilizler ordularımızı yenerek değil Arapları ayaklandırarak başarmışlardı. Araplar bize ihanet etmişlerdi.(Bugün de aynı durum Kürtler için söz konusu, İnşallah İsrail’in oyununa gelmezler)

Arap Yarımadası, Irak, Suriye gitmişti. Yetmedi doğuyu Ermenilere, batıyı da Yunanlılara vermek istiyorlardı. Doğuda Ermeniler İngiliz ve Fransız silahları ile köylerimizde Türk, Kürt vatandaşlarımızı katlediyorlardı. İzmir’e Yunanı çıkarmışlar, Ankara’ya kadar gelmişlerdi.

Türk Milleti kırılmıştı, savaşacak ordumuz yoktu. Yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan oluşan on milyonluk mazlum, gazi bir millet.



Savaşacak Osmanlı Ordusu kalmadığından masada, ordusu olan İngiliz ve Fransız konuşacaktı. İngilizler yukarıdaki tüm isteklerine ilaveten Yunanlıların batıda alan hakimiyeti kurmasını istiyorlardı. Fransızlar da doğuda Ermeniler için aynı şeyi istiyorlardı. Aslında İngiliz ve Fransızlar Türkleri Anadolu’dan tamamen çıkarıp Orta Asya’ya yeniden göndermek istiyorlardı. Ama bunun imkansız olduğunu da biliyorlar ve Lozan'a oynuyorlardı.

Aziz İstanbul’un doğu yakasına İngilizler, batı yakasına Fransızlar çökmüş Anadolu’daki köpeklerinin (Yunan ve Ermeni) neler yapabileceklerini izliyorlardı.

Daha Türk Milleti Yunanın, Ermeni’nin hesabını görememişti ki sıra İngiliz’e, Fransız’a gelsin. Çok rahattılar ama bilmedikleri bir şey vardı.

Evet Türk Milleti düzenli Ordularını kaybetmişti ama İSTİHBARATI VE GAYRİ NİZAMİ ORDULARI dimdik ayaktaydı.  



Ülkenin bu hale geleceğini daha 1900 yılında gören Cennetmekan Abdülhamid Han Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurmuş ve her türlü önlemi almıştı.

Bu teşkilatın en başta gelen en başarılı subayları ise Mustafa Kemal ile Enver Paşa’ydı. Öyle ki daha Trablusgarb’da görev almışlar ve meşhur Libya kartalı Ömer Muhtar’a o gerilla taktiklerini bizzat Atatürk vermişti.

İttihat Terakkiye birlikte girmişler Enver Paşa Alman yanlılarına, Atatürk ise İngiliz yanlılarına yakın olmuştu. Osmanlı Almanlar’ın yanında savaşa girmeye karar verince Atatürk İttihat ve Terakki'den ayrıldı.Enver Paşa ise orada kaldı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti ülkeyi kanser gibi sarmış Yahudi, Ermeni ve Rumlardan oluşan bir hain şebekesiydi. Masonlar tarafından yönetiliyordu ve arkalarında tüm kafir dünyası vardı.Hepsi destekliyordu. Tasfiye etmek imkansızdı ama yönetiminde etkili olmak mümkündü.Şimdi o görev Enver Paşa'daydı. Almanlara karşı savaşa girilecek olsaydı belli ki Atatürk orada kalacak, Enver Paşa ayrılıp savaşın sonucunu bekleyecekti.

Bir parantez:
(Goben ve Bröstlav hikayedir. (Yavuz-Midilli) Osmanlı, savaşa Almanların yanında girmeye çok önce karar vermişti. Çünkü başka çaremiz yoktu. Osmanlıyı yıkmak isteyen bizzat İngilizlerdi. Almanlar değildi. Almanlar kazansaydı Osmanlı kurtulacaktı. İngilizler kazanırsa da Cumhuriyet kurulacaktı. Olay bu kadar nettir ve hepsi Yıldız İstihbarat Teşkilatının Planıdır.)


(Atatürk ve dava arkadaşı Enver Paşa.Osmanlının en iyi ajanları Libya'ya İtalyan'lara karşı Ömer Muhtar'a taktik vermeye gidiyorlar)

Lozan bu şartlarda yapıldı, Cumhuriyet bu şartlarda kuruldu. Düzenli ordumuz yoktu ama istihbarat devletimiz vardı ve dimdik ayakta kaldı. Burayı açmak biraz zor sadece şu kadar yazalım:

Atatürk Türk Gençliğine hitaben yaptığı tüm hitaplarda özellikle şu kelimeyi sürekli tekrarlamış ve üstüne basa basa söylemiştir.
“BAĞIMSIZLIK”

EVET. BU ÜLKE BİR SİYASİ DEHA OLAN VAHDETTİN İLE BİR ASKERİ DEHA OLAN ATATÜRK’ÜMÜZ TARAFINDAN O ŞARTLARDA KURULMUŞ VE BU GÜNLERE GELMİŞTİR.

Varsın İngiliz, Fransız “bizim dediğimiz oldu” desin. Onlar öyle bilsin. Türkiye üzerine İngiliz’in, Fransız’ın oynadığı oyunlar artık anlaşılmıştır. Ama Atatürk’ün onlara vurduğu siyasi darbeler sadece askeri bir deha değil aynı zamanda siyasi bir deha olduğunu da ispat etmiştir.

Lozan’da onlara söylenen şudur:

İstedikleriniz bunlar mı? “Tamam” denildi. (Karşılığında Anadolu ve Misakı Milli sınırları kurtarıldı. Çünkü bu sınırlar Osmanlı’nın Fatih dönemine eş değerdeydi. Hayır dense savaşacak güç yoktu. Yunanı ve Ermeni’yi destekleyip Anadolu’yu tamamen kaybettireceklerdi. Lozan için kullandılar.)

“Tamam” denildi. Çünkü:

Cumhuriyeti zaten biz de istiyoruz. Saltanatı kaldırmayı. Hilafeti zaten Ordu yoksa koruyamayız, tutmanın da anlamı yok. Batı kanunları? İşimize gelirse tutarız, istediğimiz zaman kaldırırız.

Üniformasız askerler! Üniformalı itler defolsun, üniformasız itlere de katlanırız. Tabi bir yere kadar. Gerektiğinde de gerekli dersi veririz. Kurulacak sistem içinde bu kısmen mümkün.

NE ZAMANA KADAR?

DÜZENLİ ORDULARIMIZ ONLARIN DÜZENLİ ORDULARININ KARŞISINA ÇIKIP PERİŞAN EDEBİLECEK GÜCE ERİŞİNCEYE KADAR. O DA MELHAMEİ KÜBRADIR İNŞALLAHU ALLAHU EKBER.

Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında 1923- 1938 arasında Türkiye’nin en önemli sanayi yatırımlarını yaptırmış, bir an önce bu aziz milletin onlar kadar güçlü olması için çabalamıştır.

ABD, hiç devreye girmeseydi çoktan güçlü bir ülke olacaktık. Düşünebiliyor musunuz daha 1926 yılında Atatürk Kayseri’de savaş uçağı fabrikası açtırmış ve ilk savaş uçağımızı uçurmuştuk. ABD devreye girip, NATO üyesi olup, ithale döndürülünce yerli savunma sanayi kilitlenmiştir. Bugün bu konudaki gelişmeler de bu güne kadar ki tüm gelişmeler de ABD ile değil ABD’ye rağmen yapılmaktadır. ABD düşmanlığının yükseldiği dönemlerde ABD dostları aracılığı ile kendisini affettirmek amacıyla ikinci ellerinde kolaylıklar da sağlamıştır ama tam milli olmasına da asla izin vermemiştir.  

Bir parantez: (Bakınız İran ABD ile arası iyi iken değil; ABD ambargo koyunca milli savunma sanayinde önemli gelişme sağladı.)

Evet bu ülke iki unsur üzerine kuruldu. Öyle olması gerekiyordu. Milli unsurlar ve gayri milli unsurlar.

Bizler hep gayri milli unsurları gördük, kendi aralarındaki mücadelelere şahit olduk. (27 Mayıs da ABD’nin Menderesine karşı İngiltere tarafından yapılmıştı.) 

Ama milli unsurlar hep gizli kaldılar. Ve onların başındaki isim de ATATÜRK’ DÜ. Bir numara ATATÜRK’DÜ.

İki numara ise Mareşal Fevzi Çakmak’tı. Ötekileri biz de bilmiyoruz ama Atatürk bizim için hep bir numara olacak kalacak. 

Ta ki Hz. Mehdi AS sancağı teslim alıncaya kadar.

Şunu da ekleyelim ve bu konu artık tamam olsun:

Ajan ne demektir?

Ajan camiye de gider, havraya da, kiliseye de gider tarlaya da. Yerine göre rakı içer, yerine göre zemzem. Bir gün cübbe giyer bir gün smokin.

Sonra bir gün İngiliz kamerasının karşısına geçer ve gökten inen yıldızları anlatır. Jetonları düşenler çektikleri ve MI6'da sır gibi sakladıkları görüntüleri doksan yıl sonra bizzat kendi elleriyle sosyal medyaya yüklemek zorunda kalır.

Ama nafile, atı alan Üsküdar'ı geçmiştir. Geçmiş ola. İngiliz'in borusu ötmez olmuştur.Sıra ABD'nin davuluna gelmiştir.İki yıl daha çalacak sonra o da patlayacaktır İnşaallahu Allahu Ekber. 



Bir sonraki yazı ATATÜRK DİKTATÖR MÜYDÜ?