AHMET AKGÜL HOCA EFENDİNİN SON YAZISI
Ey Mustafa Kemal’e “Deccal, Süfyan, İnsi ve sinsi şeytan!”
sıfatlarını yakıştıran ve kapı kapı dolaşıp AKP’ye oy toplayan ve seçim
zaferiyle göbek atan ama başka bahane bulamayıp “Atatürk’ü övüyor” diye Ahmet
Akgül’e sataşan Nurcular, Süleymancılar!..
Ey Atatürk’e “zındık, sapık!” gibi alakasız ve ahlaksız
yakıştırmalarda bulunan, “Bizim Atatürk” kitabını yazıp tarihi gerçeklere ışık
tuttuğu için Ahmet Akgül’e çatan ve çamur atan, ama seçimi AKP kazansın diye
sahte fetvalar uyduran, Kadiri, Nakşi ve Mevlevi Tarikatcılar!..
Ey “laiklik zulümdür, demokrasi küfürdür, İslam’ın bir
hükmünü inkâr ve istihfaf eden (küçümseyen), gereksiz ve geçersiz gören mürted
olur” diye yırtınan, Atatürk’e sahip çıktığı için Ahmet Akgül’e ters bakan, ama
ne olduysa birden çark edip laik, demokrat ve Avrupa Birliği sevdalısı AKP
saflarına katılan “Koyu Şeriatcılar, İrancılar, Hizbullahcılar!”
Ey, Mustafa Kemal’e “Selanik belirsizi, İslam ve vatan
haini, Din ve ahlak tahripçisi” diye saldıran, “O da Atatürkcü oldu!” diye
aleyhimize kumpaslar kuran başta Kadir Mısıroğlu sapkını ve Abdurrahman Dilipak
şaşkını olmak üzere bütün yandaş yazarlar ve yalaka yorumcuları!
Ey “Siyonizm’in takipçisi, küfür ve zulüm sisteminin
tatbikçisi, Yahudi iblisin tetikçisi” saydıkları, yetmez; “Bizim Atatürk”
kitabını yazdığı ve tarihi gerçekleri saptayıp, istismar kasıtlı saptırmaları
ortaya çıkardığı için Ahmet Akgül’ü karalamaya çalıştıkları halde; Sn. Recep T.
Erdoğan’ı Erbakan’ın halis talebesi, Sn. Ahmet Davutoğlu’nu ve AKP iktidarını
ise, Milli Görüş’ün siyasi varisi ve temsilcisi diye alkışlayan ve bunların
tahribatlarına mazeret ve keramet uyduran Elaziz takımı!
Ve ey AKP ve elebaşları için: “Bunların bazı hataları da
olsa yine de kardeşlerimizdir, diğer partilerle bir tutmamız mümkün değildir.
AKP’nin başarıları bizleri sevindirmektedir, ama yanlışlarını da düzeltmek
gerekir” diyerek iktidara yaranmaya ve yağcılık yapmaya çalışırken, 40 yıldır
Milli Görüş sevdasından bir milim sapmayan, en çetin dönemlerde ve en dişli
kesimlere karşı Erbakan’ı ve haklı davasını cesaret ve ciddiyetle savunan Ahmet
Akgül için ikide bir “Bizimle hiç alakası bulunmamaktadır ve zaten kendisi
Atatürkcülüğe kaymıştır!” dedikodularıyla aleyhimize karalama kampanyası
yürüten ve bu kasıtlı ve karanlık politikalarıyla SP’yi % 0.6’lara düşüren
Saadet Partisinin parazit GİK ve Genel Başkanları!
Oysa 10 Kasım 2015 Atatürk’ü anma etkinlikleri toplantısında
konuşan,Sn. Cumhurbaşkanı ve Sn. Başbakan; Gazi Mustafa Kemal’e övgüler
yağdırmış, şükranlarını aktarmış, Onun kutlu çığırının sadık yolcuları
olduklarını vurgulamışlardı. Sanki, Ahmet Akgül’ün “Bizim Atatürk” kitabını
özetlemeye çalışmışlardı.
Şimdi açıkça soruyoruz ve hepinizden mertçe ve mümince bir
yanıt bekliyoruz.
1- Sn. Erdoğan ve Sn. Davutoğlu’nun Atatürk’e yönelik bu
iltifat ve itiraflarında samimi ve gerçekçi iseler, size göre onlar da mı,
dinden ve imandan çıkmışlardı?
2- Yok eğer bu övgü sözlerini konjonktür gereği ve takiyye
niyetiyle söyledilerse, bu bir münafıklık ve sahtekârlık sayılmaz mıydı?
3- “İcabında böyle siyasi taktikler uygulanabilir”
diyorsanız, bu durumda halâ aciz, çaresiz, yetersiz ve yetkisiz konumda
saydığınız şahısları “Dindar ve korkusuz kahraman!” diye pohpohlamanız nasıl
bir patavatsızlıktı?
4- Yok eğer “Sn. Cumhurbaşkanı ve Başbakan, doğru şeyler
söylemiştir, bunlar samimi ve gerçekçi tespitlerdir, Mustafa Kemal Milli ve
üstün kabiliyetli bir şahsiyettir” diyorsanız, bugüne kadarki yanlış ve haksız
tavrınızdan tevbe etmeniz ve özellikle Ahmet Akgül’den özür dilemeniz lazımdır!
Cumhurbaşkanı ve Başbakanın 10 Kasım ve Atatürk tavrıyla,
yandaşlarının yaklaşımı tamamen aykırıydı ve bu sahtekârlık açıkça
sırıtmaktaydı! İktidar kurmaylarının halâ Atatürk’e hakaret yağdıran
yandaşlarına ve davranışlarına hiç ses çıkarmamaları enteresandı ve kafa
karıştırıcıydı.
İşte Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın 10 Kasım
konuşmasından bazı pasajlar:
Anıtkabir’deki törenin ardından Ankara Ticaret Odası Kongre
Merkezi’nde düzenlenen anma töreninde konuşan Erdoğan, Atatürk’ü saygı ve
şükranla anmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün
ebediyete intikalinin 77. yıl dönümü dolayısıyla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih
Yüksek Kurumu tarafından ATO Congresium'da düzenlenen anma töreninde yaptığı
konuşmaya: "Vefatının 77. yıl dönümünde Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı,
Cumhuriyetimizin banisi, ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü
rahmet, tazimle yad ediyorum" diye başlamıştı. Sn. Erdoğan:
“Rahmetli Arif Nihat Asya, 'Bizi sen sevgisiz, susuz,
havasız ve vatansız bırakma Allah’ım' derken ifade ettiği işte bu ruhtur, bu
azimdir, bu inanıştır. Bunun için Rabbimize ne kadar hamd etsek azdır. Gazi
Mustafa Kemal'in 1919'da başlayıp 1923'te cumhuriyeti kurarak taçlandırdığı o
büyük mücadelesi de milletimizi vatansız bırakmaması mücadelesi değil
miydi?" ifadelerini kullanmıştı… Avrupa'nın içlerinden Afrika'nın
ortalarına kadar uzanan Osmanlı'yı yok etme çabasının son ve nihai hedefinin
Anadolu olduğunu vurgulayan ve:
"Amaç, bizi Anadolu'ya sıkıştırmak değil bizi
Anadolu'da boğmaktı. Bizi vatansız bırakmak isteyenleri Gazi Mustafa Kemal'in
önderliğinde verdiğimiz o büyük mücadele sayesinde kanımızla, canımızla,
yüreğimizle durdurduk. Dikkatinizi çekiyorum, cumhuriyetimizi kurduğumuzda
ülkemizin nüfusu yaklaşık 10 milyon civarındaydı. Sadece Balkanlar'daki
kaybımız 2 milyondu. Rus harbi sonrasındaki kayıtlarda yine milyon rakamıyla
ifade edilir. Birinci Dünya Savaşı'nı, Kurtuluş Savaşımızı saymıyorum bile.
Vatanımızı yani bugün üzerinde yaşadığımız toprakları çok ağır bedeller
karşılığında kurtarabildik. Ama hamd olsun kurtarabildik, burası önemli.
Vatansızlığın ne anlama geldiğini işte yakın çevremizde yaşanan hadiseler bize
çok çarpıcı şekilde gösteriyor. Bugün de vatanımızı korumak için bedel ödemeye
devam ediyoruz. Sadece son 3-4 ayda 165 şehit verdik. Yüzlerce yaralımız,
gazimiz var" buyuran Sn. Cumhurbaşkanına: “Bizi Anadolu’da boğmak isteyen
Haçlı Batı bu düşmanlığından vaz mı geçmişti ki, halâ Avrupa Birliği peşinde
koşulmaktaydı?” diye sormak lazımdı.
Başbakan Davutoğlu’nun konuşması
Başbakan Ahmet Davutoğlu da, millete öncülük eden liderlerin
tarihin izini sürdükçe geleceğe büyük miraslar bıraktığını vurgulayarak,
tarihin hızlı aktığı dönemde akıl ve yürekle öncülük edenlerin tarihte derin
miraslar bıraktığını ve bu anlamda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 5 önemli
vasfıyla aslında yüzyıl önceki tarihi akışa derin izler bırakan neslin öncüsü
ve temsilcisi olduğunu vurgulamıştı. Birinci vasfın özgüven olduğunu vurgulayan
Davutoğlu:
"Eğer liderler kendileri özgüvene sahip değillerse zor
dönemlerde ait oldukları toplumlara, milletlere, halklara özgüven aşılayamaz ve
onları harekete geçiremezler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu anlamda
hepimizin zihnine nakşedilen en önemli özgüven işareti, işgal orduların
donanması İstanbul’a geldiğinde onlara doğru bakıp ’İşgal edilmiş bir ülkenin
subayı olarak değil, kurulacak bir Cumhuriyetin tohumlarını atacak lideri
olarak ’Geldikleri gibi gidecekler’ demiş olmasıdır. Geldikleri gibi gittiler
çünkü o gün işgal topraklarımızda söz konusuydu ama zihinlerimizde ve
yüreklerimizde söz konusu değildi. Bu örnek dahi bize şunu gösterir, topraklar
işgal edilebilir ama zihinlerde bu işgal psikolojik özgüven yenilgisine yol
açmamışsa bütün o işgaller biter ama bazen ülkeler bağımsız görülse bile eğer
zihinler işgal edilmişse bir millet özgüvenini yitirmişse belki de en büyük
esareti yaşamaya başlar" açıklamasında bulunmuşlardı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ikinci önemli vasfının ’sadece
kendine duyduğu özgüven değil, aynı zamanda millete duyduğu özgüven’ olduğunu
açıklayan Davutoğlu: "Bir lider çok üstün bir özgüvene sahip olabilir ama
içinden çıktığı milletle bütünleşmemiş ve ona güven duymamışsa onu harekete
geçiremez" ifadelerini kullanmaktaydı. “Dördüncü vasıf, özgüven
duyabilirsiniz, milletinize güven duyabilirsiniz ama tarihin akışını doğru
okuyamazsanız bu tarihi akışa yön veremezsiniz" diyen Davutoğlu,
"Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün belki de en önemli vasıflarından birisi o
dönem bir imparatorluk nesli olarak Cumhuriyet’in önünü açarken tarihin akışını
doğru okumasındadır" tespitlerini yapmışlardı.
Ancak Sn. Ahmet Davutoğlu sözleri arasında: “Tarihsel mirasa
sahip çıkarken, küresel şartları da dikkate almak ve konjonktüre uygun
davranmak gerektiği” anlamında bir cümle kurarak Siyonist Dünya düzenine uyum
sağlamak lüzumunu da ağzından kaçırmıştı.
Geçen sene (2014) “On Kasım konuşmaları ve yükselen
Atatürk”, başlıklı yazısında Yeniasır yazarı Hüseyin Kocabıyık şunları
aktarmıştı.
“Devletimizin kurucusu Atatürk'ü derin bir muhabbetle andık.
Uzun süredir ilk kez bu kadar geniş ölçekte ve bu denli yaygın bir mutabakatla
anıldı ve hatırlandı Atatürk. Kendi kendime bunun nedeni nedir? diye sordum.
İktidarda muhafazakârlar var. Kimilerince "Atatürk düşmanı" diye
yaftalanan bir iktidar hem de. Cumhurbaşkanı ve Başbakan keza öyle. Kendi
sorumun cevabı, 10 Kasım münasebetiyle yapılan devlet açıklamalarının içinde
vardı:
“Cumhurbaşkanımız Erdoğan, samimi, içten ve her kelimesine
inandığını belli ederek bir konuşma yaptı. Bugün geldiğimiz seviyede Atatürk'ün
hayallerinin önemine vurgu yaptı. Cumhurbaşkanımız en çok da Atatürk'ün
"bağımsızlık ve milli irade" kavramlarına verdiği öncelikli değerin
altını çizdi. Bir şey daha söyledi: bugüne kadar bize farklı farklı ve
Atatürk'le gerçekte hiç ilgisi olmayan ideolojik Atatürk ve Atatürkçülükler
gösterildi. Oysa Atatürk'ü doğru anlamak için her şeyden önce onun milli
iradeci yanına bakmak lazımdır.
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun 10 Kasım konuşması da tek
kelimeyle muhteşemdi. Atatürk üzerine şunca kitap okudum, yıllardır şunca nutuk
dinledim, bu kadar güzel, bu kadar belagati tam ve içeriği yüklü bir konuşma,
ne konuşması, aynı zamanda bir Atatürk analizi dinledim. BAŞBAKAN Davutoğlu
harika analizinde, Atatürk'ün özgüven ve vizyonerlik vasıflarıyla inanç ve
realite arasındaki dengeyi milletin istikbali lehine nasıl kurduğunu bilimsel
bir biçimde anlattı. Davutoğlu da, Cumhurbaşkanımız gibi Atatürk'ün üzerinde
şekillendiği temel fikrin milletin hâkimiyeti fikri olduğunu dile getirdi.”
Atatürk’ün ölümünün 77. yıl dönümü törenlerle anılırken CNN Türk
programcısı Nevşin Mengü takipçilerini kızdıran bir tweet atmış ve “En iyi
yaptığımız şey fetişleştirmek” diyerek, istismarcı Kemalistlerin ve bazı
kesimlerin Atatürk’ü putlaştırdığına ve bir nevi tapınma aracı yapıp
kutsadıklarına dikkat çekmişti.
Akit TV’den 10 Kasım küstahlığı!
Mustafa Kemal Atatürk ölümünün 77. yılında tüm yurtta ve
devlet erkanınca şükran ve saygıyla anılırken Akit’in televizyon kanalı Akit
TV, 10 Kasım haberinde “Zulüm dönemi 1938’de kapanmıştır. İngilizlerin ve
Anadolu’yu işgal eden gavur askerlerinin bile yapamadığını Mustafa Kemal
başarmış ve bizi tarihimizden ve Milli kimliğimizden koparmıştır” ifadelerini
kullanmıştı.
Şimdi bu küstah münafıklara tekrar hatırlatmak lazımdı:
Sizlerin İslam kahramanı ve çağımızın korkusuz adamları diye alkışladığınız ve
AKP iktidarına övgüler sıraladığınız Sn. Cumhurbaşkanı ve Başbakan Atatürk’ü
saygı ve şükranlarla anarken, sizin bu tür anırmalarınız ne maksatlıydı? Onlar
mı korkularından riyakarlık yapmaktaydı, yoksa sizin gibiler mi ucuz kahramanlık
ve münafıklık peşinde koşmaktaydı?
Atatürk Hakkında söylenenler:
Biz Müslümanlar rengi uçmuş ve sönmeye yüz tutmuş bir
kıvılcım iken, O'nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş halini
aldık. Mustafa Kemal ışık ve ilham kaynağımızdır!
Muhammed İkbal
Kemal Atatürk, yalnız bu yüzyılın en büyük adamlarından biri
değildir. Biz Pakistan'da, Onu geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri
olarak görüyoruz. Askeri bir deha, doğuştan bir lider ve büyük bir yurtsever.
Eyüp Han Pakistan Cumhurbaşkanı
Atatürk ismi bize; bu yüzyılın büyük insanlarından birinin
tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderlik kavramını, modern
dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri deha olarak yüksek kudret ve
cesaret kahramanlığını hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir
imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve
bağımsızlığını şerefli bir şekilde sağlaması ve o zamandan beri koruması,
Atatürk' ün ve Türk halkının başarısıdır. Şüphesiz ki, Türkiye'de giriştiği derin
ve geniş inkılaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini başarı ile
kazanan başka bir örnek yoktur.
John F. KENNEDY A.B.D Başkanı
Büyük Atatürk'ün ufulünden (güneş gibi batmasından) dolayı
teessürümüz o derece derin ve sonsuzdur ki, bunu ifade etmek için kelime
bulamıyorum. Çünkü Atatürk, yalnız Türkiye'nin değil, bütün şarkın ve mazlumlar
dünyasının Ata'sı idi.
Emanullah HAN Afgan Kralı
Şaşırtıcı ve çekici bir lider ve asker olarak büyük, fakat
devlet adamı olarak daha büyük bir şahsiyet.
Japan Times
“Atatürk İslam’a değil, yozlaştırılmış dini kurumlara ve
yobazlaşmış kafalara karşıydı. Ardından uydurulan ve uygulanan bazı yanlış ve
yararsız dayatmalar, Onun din karşıtı gibi algılanmasına yol açtı. Oysa Atatürk
içtenlikle inançlıydı, Kur’an ve Peygamber hayranıydı..”
Prof. Dr.
Anıl Çeçen
Atatürkçü Düşünce Derneği Kurucu Başkanı[1]
Atatürk’ten bazı anılar:
Yenilseydik sorumlu ben olacaktım
Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim,
Binbaşılar dâhil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede
bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki araç, gereç,
personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi. Tümenlere binbaşılar, Kolordulara
yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti. Var
olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin
eseriydi. Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek
müstesna bir mutluluktu. O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu.
Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti
ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:
- İşte büyük zafer böyle bütün komutan ve neferlerin üstün
gayret ve cesaretiyle kazanılan ortak bir eserdir. Ve tabi şerefler de
ortaktır.
Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin
ediyorduk. Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta
kendisiyle konuşur gibi ilave etti:
- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait
olacaktı!
Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin,
zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte
kahramanlarını hatırladım.
Ord. Prof. Sadi IRMAK[2]
Türkçü değilim, ama Türküm!
Yanlış yorumlara uğradığını ve uğrayabileceğini sezmiş
olacak ki Atatürk. Türkçülük sözünü hiç kullanmamıştır. Daima "Türk
milleti, milliyet, milliyetçilik" sözlerini kullanmıştır. Kendisine:
Türkçü müsünüz? diye sorulduğu zaman, bizi herkesten iyi bilen bu büyük insan:
“Ben Türküm”, diyerek kesin ve keskin tavrını yansıtmıştı.
Hasan Ali YÜCEL[3]
Türk orduları başkumandanıyım
Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç
Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan
birisi, Başkomutanın doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine
yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını
ve rütbelerini sormaya başlamıştı.
- Binbaşı mısınız?
- Hayır.
- Albay mı?
- Hayır.
- Korgeneral mi?
- Hayır.
- Peki nesiniz?
- Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan
ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde
dolaşması işitilmiş değil de!.. O yüzden şaşırdım!
General SHERRIL[4]
Sen Gazi'yi tanır mısın?
Ankara’da Atatürk’le birlikte dolaşırken rastladığımız yaşlı
bir amcaya sordum. Sen Gazi'yi tanır mısın baba?
İhtiyar beni, saçma bir sual sormuşum gibi alaycı bir
şekilde süzdü:
- Gazi'yi tanımayan var mı ki? dedi ve ilave etti: - Ben
görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Veli Camii'nde cuma namazı kılarmış. Ta
göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi nur yüzlü, peygamber gibi mübarek
bir ihtiyarmış!...
Gülmemi zor tutarak, Atatürk'ün sakalsız ve genç yüzüne
baktım. O, kaşlarını kaldırarak kendini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız
zaman da güldü ve:
- Varsın, dedi, o da öyle bilip hatırlasın. Hakikati
öğrenmek bel ki biçarenin hayalini yıkacaktı, onun hayalindeki şirin sakallıyı
öldürtüp de sevgisini kaybetmekte ne mana vardı?..."
Niyazi Ahmet BANOĞLU
Bize inanmayanlar da haklıydılar!
Mustafa Kemal
realist bir liderdi. Lekelemelerin politika kadrosunu nasıl daraltacağını ve
kendisini bir avuç partizan takımı elinde bırakacağını düşünerek, açıkça bir
suç işlemiş olanlar dışında yalnız kişisel değerlere saygı gösterdi. Sicil
yoklamalarına ve yetenekli insanların eski hatalarına rağbet etmedi. Bir gün bana:
- Kuva-yı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı
idiler, demişti.
Falih Rıfkı ATAY[5]
Vatanım canımdan azizdir!
Doktor Asım anlatmıştı:
- Atatürk'ü istasyonda gördüm, dedi. Doktor olarak durumunu
beğenmedim. Arkadaşları da burnunun kanadığını söylediler. Ben kanamanın
burnundan olduğunu sanmıyorum; görünen duruma göre, bir karaciğer kanaması
olması akla daha yakın. Eğer böyle ise, durum vahimdir, dedi. Bu sözleri
duyunca dünya başıma yıkıldı sandım. Geceyi güç geçirdim. Sabahleyin erkenden Çankaya'ya
gittim. Odaya girince bana gülümseyerek baktı ve:
- Hayrolsun, ne var? diye sordu.
- Hastalığınızı merak ediyorum, dedim. Yorulmanızdan endişe
duyuyorum. Bana iki yabancı uzman tavsiye ettiler. Çok yetkili kimselermiş.
Eğer izin verirseniz, kendilerini Türkiye'ye davet etmek ve sizi görmelerini
sağlamak istiyorum. Bunu ricaya gelmiştim.
Kaşlarını hafifçe çattı. Biraz düşündü. Böyle bir davetin
politik tesirlerini hesapladığı belli idi:
“- Ortalıkta, Hatay meselesi var. Hastalığım dışarıda
duyulursa iyi olmaz... Bu noktayı değerlendirmek lazımdır. Sen Neşet Ömer'le
konuş. Burada zaten Tıp Kongresi yapılıyor. Gelip bir muayene etsinler. Bakalım
onlar ne diyecek? Sonra düşünürüz, çünkü vatanım canımdan azizdir.”
İsmet BOZDAĞ
Söz; işine karışmayacağım!
Eski Bahriye Nazırı ve Milletvekili Rauf Orbay anlatıyor:
"Mustafa Kemal Paşa beni Meclis'teki odasına davet etti:
- Rauf kardeşim, dedi, niçin bu görevi kabul etmiyorsun,
görüyorsun ki, Meclis senin üzerinde duruyor. Başka birini seçmek istemiyor.
Anarşi olacak. Kabul etmeyişinin sebebi ne?
- Söyleyeyim Paşam, dedim. Ben bu vazifeyi kabul edersem,
sen yine benim işime karışacaksın. Ben de buna tahammül edemeyeceğim ve
çekilmek zorunda kalacağım. Halbuki, benim imanım, bu orduların başında, bu
milleti senin kurtaracağın merkezindedir. Bu yüzden seninle ihtilafa düşmeyi
katiyen kabul edemem. Mustafa Kemal Paşa son derece samimi bir tavırla:
-Kardeşim, ben namussuz muyum? deyince, hayret ettim.
-Ben böyle bir şey söylemedim.
-O halde, sana namusumla söz veriyorum ki Heyeti Vekile
Reisliği'ni (Başbakanlığı) kabul et, hükümeti kur, senin hiçbir işine
karışmayacağım, dedi ve hakikaten dediğini yaptı, Allah rahmet eylesin."
Rauf ORBAY
Hitler hakkındaki saptamaları!
Ben, Mustafa Kemal’i tek bir kez görmüştüm. Güzel ve
kültürlü bir Fransızca ile konuşuyordu ve görünüşe göre bundan hoşlanıyordu.
Bir ara konuşmayı Almanya'daki duruma yöneltti. Kısa ve kesin bir biçimde
formüllendirdiği sorularından, bu konunun kendisini ne kadar meşgul ettiği ve
Hitler'den hiç de hoşlanmadığı anlaşılıyordu. Konuşmamız sırasında, bu yönde
doğrudan doğruya bir sözünü hatırlamıyorsam da, sorularından ve jestlerinden,
diktatörler dünyasının bu yeni yıldızının (Hitlerin) hayranıolmadığı kolaylıkla
görülüyordu. Yalnız bir kez, o da konuşmamız sona ererken ve ben Nazi'lerin
savaş niyetlerine değinerek sözlerimi bitirirken, karşılık olarak, hemen hemen
felsefi-psikolojik bir görüş açıklaması biçiminde şunları söyledi:
- "Daha hiçbir askerlik ve devlet adamlığı başarısı
göstermemiş bir adama, iktidarı topyekün teslim etmek, başınıza büyük belalar
açacak temel bir hatadır. Orduyu bir onbaşıya teslim ederseniz, o zavallı büyük
bir askerî deha, büyük bir stratejist olduğunu kanıtlamak için de, her şeyi
göze almaktan çekinmeyecektir."
Rudolf NISSEN
Yabancı bir komutanın hayret ve hayranlığı!
Mustafa Kemal Fevzi Paşa ile birlikte cepheye koşmuştu.
Karargâhını Ankara'nın seksen kilometre kadar güneybatısında, demiryolu
üzerindeki Polatlı'da kurmuştu. Buraya varınca, atıyla, çevreye hâkim bir tepe
olan Karadağ'a çıktı; attan inerek düşmanın izlemesi muhtemel olan hücum yönünü
görmek istiyordu. Tekrar atına binerken Mustafa Kemal şiddetle yere düştü.
Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı; bir an için, ciğerlerini sıkıştırarak,
nefes almasına ve konuşmasına engel olmuştu. Yanındaki doktor, kendisini ciddi
şekilde uyardı: - Devam ederseniz hayatınız tehlikeye girer Paşam!.. Mustafa
Kemal:
- Savaş bitsin, o zaman iyileşirim yanıtını veriyor ve
tedavi için Ankara'ya gidiyordu. Fakat yirmi dört saat sonra yine cepheye
dönüyordu. Yarası ona acı veriyordu; güçlükle yürüyebiliyor, çok kez bir masaya
dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu.
Lord KINROSS
YAZI ZATEN OLDUKÇA UZUN
TEK CÜMLELİK YORUM
ATATÜRK ALEYHİNE KONUŞANLAR YA AŞIRI CAHİLDİR YA DA SİNSİ BİR VATAN HAİNİDİR.