14 Kasım 2015 Cumartesi

BU YAZIYI MUTLAKA OKUYUNUZ


AHMET AKGÜL HOCA EFENDİNİN SON YAZISI

Ey Mustafa Kemal’e “Deccal, Süfyan, İnsi ve sinsi şeytan!” sıfatlarını yakıştıran ve kapı kapı dolaşıp AKP’ye oy toplayan ve seçim zaferiyle göbek atan ama başka bahane bulamayıp “Atatürk’ü övüyor” diye Ahmet Akgül’e sataşan Nurcular, Süleymancılar!..

Ey Atatürk’e “zındık, sapık!” gibi alakasız ve ahlaksız yakıştırmalarda bulunan, “Bizim Atatürk” kitabını yazıp tarihi gerçeklere ışık tuttuğu için Ahmet Akgül’e çatan ve çamur atan, ama seçimi AKP kazansın diye sahte fetvalar uyduran, Kadiri, Nakşi ve Mevlevi Tarikatcılar!..

Ey “laiklik zulümdür, demokrasi küfürdür, İslam’ın bir hükmünü inkâr ve istihfaf eden (küçümseyen), gereksiz ve geçersiz gören mürted olur” diye yırtınan, Atatürk’e sahip çıktığı için Ahmet Akgül’e ters bakan, ama ne olduysa birden çark edip laik, demokrat ve Avrupa Birliği sevdalısı AKP saflarına katılan “Koyu Şeriatcılar, İrancılar, Hizbullahcılar!”

Ey, Mustafa Kemal’e “Selanik belirsizi, İslam ve vatan haini, Din ve ahlak tahripçisi” diye saldıran, “O da Atatürkcü oldu!” diye aleyhimize kumpaslar kuran başta Kadir Mısıroğlu sapkını ve Abdurrahman Dilipak şaşkını olmak üzere bütün yandaş yazarlar ve yalaka yorumcuları!

Ey “Siyonizm’in takipçisi, küfür ve zulüm sisteminin tatbikçisi, Yahudi iblisin tetikçisi” saydıkları, yetmez; “Bizim Atatürk” kitabını yazdığı ve tarihi gerçekleri saptayıp, istismar kasıtlı saptırmaları ortaya çıkardığı için Ahmet Akgül’ü karalamaya çalıştıkları halde; Sn. Recep T. Erdoğan’ı Erbakan’ın halis talebesi, Sn. Ahmet Davutoğlu’nu ve AKP iktidarını ise, Milli Görüş’ün siyasi varisi ve temsilcisi diye alkışlayan ve bunların tahribatlarına mazeret ve keramet uyduran Elaziz takımı!
Ve ey AKP ve elebaşları için: “Bunların bazı hataları da olsa yine de kardeşlerimizdir, diğer partilerle bir tutmamız mümkün değildir. AKP’nin başarıları bizleri sevindirmektedir, ama yanlışlarını da düzeltmek gerekir” diyerek iktidara yaranmaya ve yağcılık yapmaya çalışırken, 40 yıldır Milli Görüş sevdasından bir milim sapmayan, en çetin dönemlerde ve en dişli kesimlere karşı Erbakan’ı ve haklı davasını cesaret ve ciddiyetle savunan Ahmet Akgül için ikide bir “Bizimle hiç alakası bulunmamaktadır ve zaten kendisi Atatürkcülüğe kaymıştır!” dedikodularıyla aleyhimize karalama kampanyası yürüten ve bu kasıtlı ve karanlık politikalarıyla SP’yi % 0.6’lara düşüren Saadet Partisinin parazit GİK ve Genel Başkanları!

Oysa 10 Kasım 2015 Atatürk’ü anma etkinlikleri toplantısında konuşan,Sn. Cumhurbaşkanı ve Sn. Başbakan; Gazi Mustafa Kemal’e övgüler yağdırmış, şükranlarını aktarmış, Onun kutlu çığırının sadık yolcuları olduklarını vurgulamışlardı. Sanki, Ahmet Akgül’ün “Bizim Atatürk” kitabını özetlemeye çalışmışlardı.

Şimdi açıkça soruyoruz ve hepinizden mertçe ve mümince bir yanıt bekliyoruz.
1- Sn. Erdoğan ve Sn. Davutoğlu’nun Atatürk’e yönelik bu iltifat ve itiraflarında samimi ve gerçekçi iseler, size göre onlar da mı, dinden ve imandan çıkmışlardı?
2- Yok eğer bu övgü sözlerini konjonktür gereği ve takiyye niyetiyle söyledilerse, bu bir münafıklık ve sahtekârlık sayılmaz mıydı?
3- “İcabında böyle siyasi taktikler uygulanabilir” diyorsanız, bu durumda halâ aciz, çaresiz, yetersiz ve yetkisiz konumda saydığınız şahısları “Dindar ve korkusuz kahraman!” diye pohpohlamanız nasıl bir patavatsızlıktı?
4- Yok eğer “Sn. Cumhurbaşkanı ve Başbakan, doğru şeyler söylemiştir, bunlar samimi ve gerçekçi tespitlerdir, Mustafa Kemal Milli ve üstün kabiliyetli bir şahsiyettir” diyorsanız, bugüne kadarki yanlış ve haksız tavrınızdan tevbe etmeniz ve özellikle Ahmet Akgül’den özür dilemeniz lazımdır!
Cumhurbaşkanı ve Başbakanın 10 Kasım ve Atatürk tavrıyla, yandaşlarının yaklaşımı tamamen aykırıydı ve bu sahtekârlık açıkça sırıtmaktaydı! İktidar kurmaylarının halâ Atatürk’e hakaret yağdıran yandaşlarına ve davranışlarına hiç ses çıkarmamaları enteresandı ve kafa karıştırıcıydı.
İşte Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan’ın 10 Kasım konuşmasından bazı pasajlar:
Anıtkabir’deki törenin ardından Ankara Ticaret Odası Kongre Merkezi’nde düzenlenen anma töreninde konuşan Erdoğan, Atatürk’ü saygı ve şükranla anmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ebediyete intikalinin 77. yıl dönümü dolayısıyla Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından ATO Congresium'da düzenlenen anma töreninde yaptığı konuşmaya: "Vefatının 77. yıl dönümünde Kurtuluş Savaşımızın Başkomutanı, Cumhuriyetimizin banisi, ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü rahmet, tazimle yad ediyorum" diye başlamıştı. Sn. Erdoğan:

“Rahmetli Arif Nihat Asya, 'Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız ve vatansız bırakma Allah’ım' derken ifade ettiği işte bu ruhtur, bu azimdir, bu inanıştır. Bunun için Rabbimize ne kadar hamd etsek azdır. Gazi Mustafa Kemal'in 1919'da başlayıp 1923'te cumhuriyeti kurarak taçlandırdığı o büyük mücadelesi de milletimizi vatansız bırakmaması mücadelesi değil miydi?" ifadelerini kullanmıştı… Avrupa'nın içlerinden Afrika'nın ortalarına kadar uzanan Osmanlı'yı yok etme çabasının son ve nihai hedefinin Anadolu olduğunu vurgulayan ve:

"Amaç, bizi Anadolu'ya sıkıştırmak değil bizi Anadolu'da boğmaktı. Bizi vatansız bırakmak isteyenleri Gazi Mustafa Kemal'in önderliğinde verdiğimiz o büyük mücadele sayesinde kanımızla, canımızla, yüreğimizle durdurduk. Dikkatinizi çekiyorum, cumhuriyetimizi kurduğumuzda ülkemizin nüfusu yaklaşık 10 milyon civarındaydı. Sadece Balkanlar'daki kaybımız 2 milyondu. Rus harbi sonrasındaki kayıtlarda yine milyon rakamıyla ifade edilir. Birinci Dünya Savaşı'nı, Kurtuluş Savaşımızı saymıyorum bile. Vatanımızı yani bugün üzerinde yaşadığımız toprakları çok ağır bedeller karşılığında kurtarabildik. Ama hamd olsun kurtarabildik, burası önemli. Vatansızlığın ne anlama geldiğini işte yakın çevremizde yaşanan hadiseler bize çok çarpıcı şekilde gösteriyor. Bugün de vatanımızı korumak için bedel ödemeye devam ediyoruz. Sadece son 3-4 ayda 165 şehit verdik. Yüzlerce yaralımız, gazimiz var" buyuran Sn. Cumhurbaşkanına: “Bizi Anadolu’da boğmak isteyen Haçlı Batı bu düşmanlığından vaz mı geçmişti ki, halâ Avrupa Birliği peşinde koşulmaktaydı?” diye sormak lazımdı.

Başbakan Davutoğlu’nun konuşması
Başbakan Ahmet Davutoğlu da, millete öncülük eden liderlerin tarihin izini sürdükçe geleceğe büyük miraslar bıraktığını vurgulayarak, tarihin hızlı aktığı dönemde akıl ve yürekle öncülük edenlerin tarihte derin miraslar bıraktığını ve bu anlamda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 5 önemli vasfıyla aslında yüzyıl önceki tarihi akışa derin izler bırakan neslin öncüsü ve temsilcisi olduğunu vurgulamıştı. Birinci vasfın özgüven olduğunu vurgulayan Davutoğlu:

"Eğer liderler kendileri özgüvene sahip değillerse zor dönemlerde ait oldukları toplumlara, milletlere, halklara özgüven aşılayamaz ve onları harekete geçiremezler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu anlamda hepimizin zihnine nakşedilen en önemli özgüven işareti, işgal orduların donanması İstanbul’a geldiğinde onlara doğru bakıp ’İşgal edilmiş bir ülkenin subayı olarak değil, kurulacak bir Cumhuriyetin tohumlarını atacak lideri olarak ’Geldikleri gibi gidecekler’ demiş olmasıdır. Geldikleri gibi gittiler çünkü o gün işgal topraklarımızda söz konusuydu ama zihinlerimizde ve yüreklerimizde söz konusu değildi. Bu örnek dahi bize şunu gösterir, topraklar işgal edilebilir ama zihinlerde bu işgal psikolojik özgüven yenilgisine yol açmamışsa bütün o işgaller biter ama bazen ülkeler bağımsız görülse bile eğer zihinler işgal edilmişse bir millet özgüvenini yitirmişse belki de en büyük esareti yaşamaya başlar" açıklamasında bulunmuşlardı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ikinci önemli vasfının ’sadece kendine duyduğu özgüven değil, aynı zamanda millete duyduğu özgüven’ olduğunu açıklayan Davutoğlu: "Bir lider çok üstün bir özgüvene sahip olabilir ama içinden çıktığı milletle bütünleşmemiş ve ona güven duymamışsa onu harekete geçiremez" ifadelerini kullanmaktaydı. “Dördüncü vasıf, özgüven duyabilirsiniz, milletinize güven duyabilirsiniz ama tarihin akışını doğru okuyamazsanız bu tarihi akışa yön veremezsiniz" diyen Davutoğlu, "Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün belki de en önemli vasıflarından birisi o dönem bir imparatorluk nesli olarak Cumhuriyet’in önünü açarken tarihin akışını doğru okumasındadır" tespitlerini yapmışlardı.

Ancak Sn. Ahmet Davutoğlu sözleri arasında: “Tarihsel mirasa sahip çıkarken, küresel şartları da dikkate almak ve konjonktüre uygun davranmak gerektiği” anlamında bir cümle kurarak Siyonist Dünya düzenine uyum sağlamak lüzumunu da ağzından kaçırmıştı.
Geçen sene (2014) “On Kasım konuşmaları ve yükselen Atatürk”, başlıklı yazısında Yeniasır yazarı Hüseyin Kocabıyık şunları aktarmıştı.

“Devletimizin kurucusu Atatürk'ü derin bir muhabbetle andık. Uzun süredir ilk kez bu kadar geniş ölçekte ve bu denli yaygın bir mutabakatla anıldı ve hatırlandı Atatürk. Kendi kendime bunun nedeni nedir? diye sordum. İktidarda muhafazakârlar var. Kimilerince "Atatürk düşmanı" diye yaftalanan bir iktidar hem de. Cumhurbaşkanı ve Başbakan keza öyle. Kendi sorumun cevabı, 10 Kasım münasebetiyle yapılan devlet açıklamalarının içinde vardı:

“Cumhurbaşkanımız Erdoğan, samimi, içten ve her kelimesine inandığını belli ederek bir konuşma yaptı. Bugün geldiğimiz seviyede Atatürk'ün hayallerinin önemine vurgu yaptı. Cumhurbaşkanımız en çok da Atatürk'ün "bağımsızlık ve milli irade" kavramlarına verdiği öncelikli değerin altını çizdi. Bir şey daha söyledi: bugüne kadar bize farklı farklı ve Atatürk'le gerçekte hiç ilgisi olmayan ideolojik Atatürk ve Atatürkçülükler gösterildi. Oysa Atatürk'ü doğru anlamak için her şeyden önce onun milli iradeci yanına bakmak lazımdır.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun 10 Kasım konuşması da tek kelimeyle muhteşemdi. Atatürk üzerine şunca kitap okudum, yıllardır şunca nutuk dinledim, bu kadar güzel, bu kadar belagati tam ve içeriği yüklü bir konuşma, ne konuşması, aynı zamanda bir Atatürk analizi dinledim. BAŞBAKAN Davutoğlu harika analizinde, Atatürk'ün özgüven ve vizyonerlik vasıflarıyla inanç ve realite arasındaki dengeyi milletin istikbali lehine nasıl kurduğunu bilimsel bir biçimde anlattı. Davutoğlu da, Cumhurbaşkanımız gibi Atatürk'ün üzerinde şekillendiği temel fikrin milletin hâkimiyeti fikri olduğunu dile getirdi.”

Atatürk’ün ölümünün 77. yıl dönümü törenlerle anılırken CNN Türk programcısı Nevşin Mengü takipçilerini kızdıran bir tweet atmış ve “En iyi yaptığımız şey fetişleştirmek” diyerek, istismarcı Kemalistlerin ve bazı kesimlerin Atatürk’ü putlaştırdığına ve bir nevi tapınma aracı yapıp kutsadıklarına dikkat çekmişti.

Akit TV’den 10 Kasım küstahlığı!
Mustafa Kemal Atatürk ölümünün 77. yılında tüm yurtta ve devlet erkanınca şükran ve saygıyla anılırken Akit’in televizyon kanalı Akit TV, 10 Kasım haberinde “Zulüm dönemi 1938’de kapanmıştır. İngilizlerin ve Anadolu’yu işgal eden gavur askerlerinin bile yapamadığını Mustafa Kemal başarmış ve bizi tarihimizden ve Milli kimliğimizden koparmıştır” ifadelerini kullanmıştı.
Şimdi bu küstah münafıklara tekrar hatırlatmak lazımdı: Sizlerin İslam kahramanı ve çağımızın korkusuz adamları diye alkışladığınız ve AKP iktidarına övgüler sıraladığınız Sn. Cumhurbaşkanı ve Başbakan Atatürk’ü saygı ve şükranlarla anarken, sizin bu tür anırmalarınız ne maksatlıydı? Onlar mı korkularından riyakarlık yapmaktaydı, yoksa sizin gibiler mi ucuz kahramanlık ve münafıklık peşinde koşmaktaydı?

Atatürk Hakkında söylenenler:
Biz Müslümanlar rengi uçmuş ve sönmeye yüz tutmuş bir kıvılcım iken, O'nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş halini aldık. Mustafa Kemal ışık ve ilham kaynağımızdır!
Muhammed İkbal
Kemal Atatürk, yalnız bu yüzyılın en büyük adamlarından biri değildir. Biz Pakistan'da, Onu geçmiş bütün çağların en büyük adamlarından biri olarak görüyoruz. Askeri bir deha, doğuştan bir lider ve büyük bir yurtsever.
Eyüp Han Pakistan Cumhurbaşkanı

Atatürk ismi bize; bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderlik kavramını, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri deha olarak yüksek kudret ve cesaret kahramanlığını hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması, yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde sağlaması ve o zamandan beri koruması, Atatürk' ün ve Türk halkının başarısıdır. Şüphesiz ki, Türkiye'de giriştiği derin ve geniş inkılaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini başarı ile kazanan başka bir örnek yoktur.
John F. KENNEDY A.B.D Başkanı

Büyük Atatürk'ün ufulünden (güneş gibi batmasından) dolayı teessürümüz o derece derin ve sonsuzdur ki, bunu ifade etmek için kelime bulamıyorum. Çünkü Atatürk, yalnız Türkiye'nin değil, bütün şarkın ve mazlumlar dünyasının Ata'sı idi.
Emanullah HAN Afgan Kralı

Şaşırtıcı ve çekici bir lider ve asker olarak büyük, fakat devlet adamı olarak daha büyük bir şahsiyet.
Japan Times
          
“Atatürk İslam’a değil, yozlaştırılmış dini kurumlara ve yobazlaşmış kafalara karşıydı. Ardından uydurulan ve uygulanan bazı yanlış ve yararsız dayatmalar, Onun din karşıtı gibi algılanmasına yol açtı. Oysa Atatürk içtenlikle inançlıydı, Kur’an ve Peygamber hayranıydı..”
                                      Prof. Dr. Anıl Çeçen
Atatürkçü Düşünce Derneği Kurucu Başkanı[1]

Atatürk’ten bazı anılar:
Yenilseydik sorumlu ben olacaktım
Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi. Dikkat ettim, Binbaşılar dâhil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, -bir gün önce olmuş gibi- hatırlıyordu. O savaş ki araç, gereç, personel kıtlığı bugün güç tasavvur edilirdi. Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Fakat, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti. Var olmak ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı. 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi. Böyle bir dramı, hem yazarı, hem baş aktörünün ağzından dinlemek müstesna bir mutluluktu. O anılar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu. Anlatmalarında abartma yoktu. Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti ki, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk. Anlatışlarını şöyle bağladı:
- İşte büyük zafer böyle bütün komutan ve neferlerin üstün gayret ve cesaretiyle kazanılan ortak bir eserdir. Ve tabi şerefler de ortaktır.
Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk. Bu arada Atatürk bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti:
- Ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak yalnız bana ait olacaktı!
Bu belagat karşısında gözyaşımı tutamadım. Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım.
Ord. Prof. Sadi IRMAK[2]

Türkçü değilim, ama Türküm!
Yanlış yorumlara uğradığını ve uğrayabileceğini sezmiş olacak ki Atatürk. Türkçülük sözünü hiç kullanmamıştır. Daima "Türk milleti, milliyet, milliyetçilik" sözlerini kullanmıştır. Kendisine: Türkçü müsünüz? diye sorulduğu zaman, bizi herkesten iyi bilen bu büyük insan: “Ben Türküm”, diyerek kesin ve keskin tavrını yansıtmıştı.
Hasan Ali YÜCEL[3]

Türk orduları başkumandanıyım
Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Başkomutanın doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı.
- Binbaşı mısınız?
- Hayır.
- Albay mı?
- Hayır.
- Korgeneral mi?
- Hayır.
- Peki nesiniz?
- Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım! Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi:
- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!.. O yüzden şaşırdım!
General SHERRIL[4]

Sen Gazi'yi tanır mısın?
Ankara’da Atatürk’le birlikte dolaşırken rastladığımız yaşlı bir amcaya sordum. Sen Gazi'yi tanır mısın baba?
İhtiyar beni, saçma bir sual sormuşum gibi alaycı bir şekilde süzdü:
- Gazi'yi tanımayan var mı ki? dedi ve ilave etti: - Ben görmedim ama, her hafta Hacı Bayram Veli Camii'nde cuma namazı kılarmış. Ta göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi nur yüzlü, peygamber gibi mübarek bir ihtiyarmış!...
Gülmemi zor tutarak, Atatürk'ün sakalsız ve genç yüzüne baktım. O, kaşlarını kaldırarak kendini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve:
- Varsın, dedi, o da öyle bilip hatırlasın. Hakikati öğrenmek bel ki biçarenin hayalini yıkacaktı, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürtüp de sevgisini kaybetmekte ne mana vardı?..."
Niyazi Ahmet BANOĞLU

Bize inanmayanlar da haklıydılar!
  Mustafa Kemal realist bir liderdi. Lekelemelerin politika kadrosunu nasıl daraltacağını ve kendisini bir avuç partizan takımı elinde bırakacağını düşünerek, açıkça bir suç işlemiş olanlar dışında yalnız kişisel değerlere saygı gösterdi. Sicil yoklamalarına ve yetenekli insanların eski hatalarına rağbet etmedi. Bir gün bana:
- Kuva-yı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler, demişti.
Falih Rıfkı ATAY[5]

Vatanım canımdan azizdir!
Doktor Asım anlatmıştı:
- Atatürk'ü istasyonda gördüm, dedi. Doktor olarak durumunu beğenmedim. Arkadaşları da burnunun kanadığını söylediler. Ben kanamanın burnundan olduğunu sanmıyorum; görünen duruma göre, bir karaciğer kanaması olması akla daha yakın. Eğer böyle ise, durum vahimdir, dedi. Bu sözleri duyunca dünya başıma yıkıldı sandım. Geceyi güç geçirdim. Sabahleyin erkenden Çankaya'ya gittim. Odaya girince bana gülümseyerek baktı ve:
- Hayrolsun, ne var? diye sordu.
- Hastalığınızı merak ediyorum, dedim. Yorulmanızdan endişe duyuyorum. Bana iki yabancı uzman tavsiye ettiler. Çok yetkili kimselermiş. Eğer izin verirseniz, kendilerini Türkiye'ye davet etmek ve sizi görmelerini sağlamak istiyorum. Bunu ricaya gelmiştim.
Kaşlarını hafifçe çattı. Biraz düşündü. Böyle bir davetin politik tesirlerini hesapladığı belli idi:
“- Ortalıkta, Hatay meselesi var. Hastalığım dışarıda duyulursa iyi olmaz... Bu noktayı değerlendirmek lazımdır. Sen Neşet Ömer'le konuş. Burada zaten Tıp Kongresi yapılıyor. Gelip bir muayene etsinler. Bakalım onlar ne diyecek? Sonra düşünürüz, çünkü vatanım canımdan azizdir.”
İsmet BOZDAĞ

Söz; işine karışmayacağım!
Eski Bahriye Nazırı ve Milletvekili Rauf Orbay anlatıyor: "Mustafa Kemal Paşa beni Meclis'teki odasına davet etti:
- Rauf kardeşim, dedi, niçin bu görevi kabul etmiyorsun, görüyorsun ki, Meclis senin üzerinde duruyor. Başka birini seçmek istemiyor. Anarşi olacak. Kabul etmeyişinin sebebi ne?
- Söyleyeyim Paşam, dedim. Ben bu vazifeyi kabul edersem, sen yine benim işime karışacaksın. Ben de buna tahammül edemeyeceğim ve çekilmek zorunda kalacağım. Halbuki, benim imanım, bu orduların başında, bu milleti senin kurtaracağın merkezindedir. Bu yüzden seninle ihtilafa düşmeyi katiyen kabul edemem. Mustafa Kemal Paşa son derece samimi bir tavırla:
-Kardeşim, ben namussuz muyum? deyince, hayret ettim.
-Ben böyle bir şey söylemedim.
-O halde, sana namusumla söz veriyorum ki Heyeti Vekile Reisliği'ni (Başbakanlığı) kabul et, hükümeti kur, senin hiçbir işine karışmayacağım, dedi ve hakikaten dediğini yaptı, Allah rahmet eylesin."
Rauf ORBAY

Hitler hakkındaki saptamaları!
Ben, Mustafa Kemal’i tek bir kez görmüştüm. Güzel ve kültürlü bir Fransızca ile konuşuyordu ve görünüşe göre bundan hoşlanıyordu. Bir ara konuşmayı Almanya'daki duruma yöneltti. Kısa ve kesin bir biçimde formüllendirdiği sorularından, bu konunun kendisini ne kadar meşgul ettiği ve Hitler'den hiç de hoşlanmadığı anlaşılıyordu. Konuşmamız sırasında, bu yönde doğrudan doğruya bir sözünü hatırlamıyorsam da, sorularından ve jestlerinden, diktatörler dünyasının bu yeni yıldızının (Hitlerin) hayranıolmadığı kolaylıkla görülüyordu. Yalnız bir kez, o da konuşmamız sona ererken ve ben Nazi'lerin savaş niyetlerine değinerek sözlerimi bitirirken, karşılık olarak, hemen hemen felsefi-psikolojik bir görüş açıklaması biçiminde şunları söyledi:
- "Daha hiçbir askerlik ve devlet adamlığı başarısı göstermemiş bir adama, iktidarı topyekün teslim etmek, başınıza büyük belalar açacak temel bir hatadır. Orduyu bir onbaşıya teslim ederseniz, o zavallı büyük bir askerî deha, büyük bir stratejist olduğunu kanıtlamak için de, her şeyi göze almaktan çekinmeyecektir."
Rudolf NISSEN

Yabancı bir komutanın hayret ve hayranlığı!
Mustafa Kemal Fevzi Paşa ile birlikte cepheye koşmuştu. Karargâhını Ankara'nın seksen kilometre kadar güneybatısında, demiryolu üzerindeki Polatlı'da kurmuştu. Buraya varınca, atıyla, çevreye hâkim bir tepe olan Karadağ'a çıktı; attan inerek düşmanın izlemesi muhtemel olan hücum yönünü görmek istiyordu. Tekrar atına binerken Mustafa Kemal şiddetle yere düştü. Kaburga kemiklerinden biri kırılmıştı; bir an için, ciğerlerini sıkıştırarak, nefes almasına ve konuşmasına engel olmuştu. Yanındaki doktor, kendisini ciddi şekilde uyardı: - Devam ederseniz hayatınız tehlikeye girer Paşam!.. Mustafa Kemal:
- Savaş bitsin, o zaman iyileşirim yanıtını veriyor ve tedavi için Ankara'ya gidiyordu. Fakat yirmi dört saat sonra yine cepheye dönüyordu. Yarası ona acı veriyordu; güçlükle yürüyebiliyor, çok kez bir masaya dayanarak dinlenmek zorunda kalıyordu.
Lord KINROSS

YAZI ZATEN OLDUKÇA UZUN 
TEK CÜMLELİK YORUM

ATATÜRK ALEYHİNE KONUŞANLAR YA AŞIRI CAHİLDİR YA DA SİNSİ BİR VATAN HAİNİDİR.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.