11 Şubat 2015 Çarşamba

YIL 1990

YIL 1990

HEDEFTEKİ ÜLKE İRAN VE TÜRKİYE

ERBAKAN - GÜLEN- 28 ŞUBAT VE TÜRKİYE

SSCB' nin dağılmasıyla ABD tek kutup haline gelmiş ve Yahudiler ABD'ye yeni düşman olarak İslam Dünyasını göstermişlerdi.İslam artık NATO'nun yeni düşmanıydı.




YENİ DÜŞMANLARI NİÇİN İSLAM OLDU?

Çünkü İran, bağımsız bir İslam Ülkesi olarak Irak ile sekiz yıl savaştırılmasına rağmen yıkılamamıştı.Türkiye'de de siyasal İslam güçlenmekteydi.

İRAN

Şah Rıza Pehlevi, İran'ı kalkındırmakta, modern ve güçlü bir ülke haline getirmekteydi. Batı ile arası iyiydi ve her konuda gelişme sağlanıyordu.Batı yanlısıydı ama ülkesine hizmetten de geri kalmıyordu.(Tıpkı ÖZAL gibi) 

Bölgesinde güçlü bir İslam ülkesi istemeyen İsrail ve ABD'deki Yahudiler Şah'ı devirmek için Fransa'dan Humeyni'yi gönderdiler. 

Amaç İran'da kaos oluşturup,İran'ın Şah dönemi kazanımlarını yok etmekti.Yine ilerlerse yeni bir işbirlikçi bulunacaktı.

Ama hesaplar tutmadı ve Humeyni köprüyü geçince ilk olarak batı yanlısı 500 generali idam edip tam bağımsız bir İran kuruverdi. (Vay hain vay! dediler.)

Bir parantez

(Humeyni İran'da işi kısa yoldan çözmüştür ama İran'a ne İslam ne de Cumhuriyet getirmemiştir.Bu manada Türkiye 1923 den beri hem İslam'a hem de Cumhuriyete İran'dan çok daha yakındır. O nedenle İran da Türkiye'yi örnek almalıdır ve alacaktır da.Bu yazının konusu değil.)

Hemen öteki işbirlikçi Saddam'ı İran'a saldırttılar.Savaş sekiz yıl sürdü.Savaşın niçin çıktığı hala anlaşılamadı.

Saddam da hatasını anlayıp Humeyni'ye özenince ve ikinci bir Saddam da olmayınca Irak'ı bizzat işgal edip idam ediverdiler.



TÜRKİYE

1990 lı yıllarda Türkiye'de İslamcı hareketler güçlenmekteydi. Ancak Türkiye İran'dan çok farklıydı. Çünkü erk hala İslamcı akımlara kapalıydı. Kaldı ki İslamcı akımlar da iki büyük gruptan oluşmasına rağmen aralarındaki çalışma usül ve yöntem farklılıkları kontrol altına alınmalarında kolaylık sağlamaktaydı. Bu iki grup Milli Görüş Camiası ile Gülen Cemaatiydi.

İşte İSLAM bu nedenle düşman ilan edildi.

İran ile Türkiye'yi savaştırmak için çareler aradılar. Hem İran'ın tam bağımsız bir ülke olması hem de Türkiye Milli Devleti'nin engellemeleri ile bunda muvaffak olamadılar.


İRAN'A FARKLI TÜRKİYE'YE FARKLI ÖNLEMLER ALDILAR

İRAN'A KARŞI YAPILANLAR

Tek çareleri İran'a ambargo uygulamak oldu ve bu ambargolar her konuda uygulanmaya devam ediyor. Ama Şah zamanında sıkı bir batı yanlısı olan İran da bu ambargolardan sonra Rusya yanlısı oluverdi.Ve ambargoları bu şekilde bertaraf etti.



TÜRKİYE'YE KARŞI YAPILANLAR

Türkiye'de Milli Görüş Camiası ve Gülen Cemaatini bitirme operasyonu başlattılar. 28 Şubat bunun için yapıldı. Zamanın 28 şubatçı bir generali "Asıl tehlike Milli Görüş değil, o kolay, bir günlük işi var.Asıl tehlike Cemaattir,devlette kadrolaşıyorlar ve bunu çok gizli yapıyorlar" diye ifade etmişti.

28 Şubat ile Milli Görüş ve Cemaatin bitirilmesi amaçlanarak üretilmiş iktidar ile üretilmiş muhalefet planı yürürlüğe konuldu.

Refah Partisi kapatıldı,Erbakan'a siyaset yasağı konularak Erdoğan'ın önü açıldı.Milli Görüşçülerin tamamının oyları AKP'ye gitti.Milli Görüş Saadet Partisinde bırakılırken Saadet Partisinde Milli Görüşçü bırakılmadı.Öyle ki yönetici anlamında Fatih Erbakan'dan başka Milli Görüşçü kalmadı.Saadet Partisi Kazan ve Asiltürk'ün elinde Milli Görüşü iktidara getirmek için değil iktidardan uzak tutmak için tertiplendi.

AKP tek başına iktidara getirilirken muhalefet de dişini geçirebileceği şekilde dizayn edildi. Öyle ki yanlış giden bir olayda AKP oy kaybedecek olsa halk adına CHP konuşuyordu ama AKP susturuveriyor ve haksız olduğu konuda CHP sayesinde haklı çıkıyordu. MHP de de durum farklı değildi.Bahçeli etkisiz muhalefetinin karşılığını koltuğunda alıyordu.Hakikaten AKP yi yıpratacak halk nezdinde prim yapacak bir muhalefet yapsa o da Baykal gibi farklı bir şekilde nasibini alacaktı.Ama şimdilik işler yolundaydı.Bunun adı demokrasi değil üretilmiş iktidar üretilmiş muhalefet oyunuydu.

Şimdi de sıra Cemaate geldi. AKP kendisine verilen görevleri hafiyyen yerine getirdi.ABD karşıtı olan 28 Şubatçılar da Ergenekon davalarıyla pasifize edilerek hem Milli Görüşçülerin intikamını alan! AKP'ye puan kazandırdı hem de 1 Mart tezkeresinin intikamını ABD onlardan almış oldu.
Daima bir taşla birden çok kuş indirildi.

Bu yazdıklarımızdan dolayı hakkımızda yanlış bir yargıya varılmasın.



(Bu ülkeyi seven herkes Atatürkçüdür.Kimisi farkındadır kimisi değildir.Hainler müstesna.)


Biz Kuvayi Milliyeciyiz.Atatürkçüyüz. Ama bakınız burada ilk defa yazıyoruz.Bir çok kimse farkına vardı bir çok kişi de varmak üzere.

Milli Görüş de Cemaat de bu milletin asli unsurlarıdır ve her ikisi de Kuvayi Milliyecidir.Her ikisi de Atatürkçüdür ve vatanseverdir.Biz hepsini de iyi tanıyoruz.Bazı Milli görüşçüler, bazı cemaatçiler Kuvayi Milliyeci ve Atatürkçü olduklarının farkında olmasalar dahi biz bundan eminiz.

Milletimizin de ortak paydası Al bayrağımız,İstiklal Marşımız,Atatürkümüz,Kahraman Ordumuz ve cennet Türkiye'mizdir. Kalanı hikayedir.

YAHUDİ BASTIRIYOR, OBAMA DİRENİYOR

OBAMA, SURİYE'NİN İŞGALİ İÇİN BASTIRAN YAHUDİLERE KARŞI ABD KONGRESİNİ YANINA ALARAK DİRENMEK İSTİYOR

OBAMA, KONGREDEN SAVAŞ YETKİSİ İSTEDİ




Obama, ABD Kongresinden savaş yetkisi değil SAVAŞMAMA YETKİSİ İSTEDİ.

2001 yılından beri tüm ABD Başkanlarının zaten ABD Ordusunu savaşa sokma yetkileri var. Bu yetki Afganistan ve Irak'da BUSH tarafından da kullanılmıştı.


Obama Kongreden aynen şunu istiyor:

ABD Ordusunun kara harekatlarında kullanılmasına izin vermeyen ancak özel operasyon yapmasına imkan tanıyan üç yıllık yetki istedi.Sadece Irak ve Suriye'de o da IŞİD'e karşı YERLİ GÜÇLERİ organize ederek operasyonu yerli güçlere yaptırma yetkisi istiyor.

YANİ BU ŞU ANLAMA GELİYOR:

Yahudi lobisi ve İsrail ABD'ye Suriye'yi işgal etmesi için bastırıyor. Obama'nın şu anda böyle bir yetkisi var ama Obama bu yetkiyi kullanmamak için "Yetki almak" adına "Mevcut yetkilerinin kısıtlanmasını "istiyor.

ABD ile İsrail arasında anlaşmazlık olduğu iddiası bu açıdan doğrudur. Ancak...

ABD'li yetkililerin açıklamaları bu anlaşmazlığı kastediyor iken Netenyahu da aynı anlaşmazlığı açıklıyor ama bunu kastetmiyor. 

Netenyahu; 

"ABD'yi Suriye'ye sokacağız, Obama buna engel olamaz. Ama ABD Suriye'ye girince Müslümanlar bizden bilmesinler.Bu nedenle ABD ile anlaşamıyoruz.Suriye'ye girse bile bizden bilmeyin bu ABD'nin kendi tasarrufudur" demek için bu açıklamayı yapıyor.

Netenyahu, Suriye'ye ABD'yi kendilerinin soktuklarını Müslümanların bilmesini isteseydi, ABD yönetiminin tam tersine "ABD ile her konuda hemfikiriz" diyerek meydan okurdu.

Sonuç olarak Yahudilerin Ürdün'deki koalisyon güçlerini Suriye'ye sokacakları gün de yaklaşıyor.
Hem de Obama'ya rağmen...   

HAKAN FİDAN OLAYI

HAKAN FİDAN'IN MİT MÜSTEŞARLIĞINDAN İSTİFA EDİP AKP'DEN MİLLETVEKİLİ ADAYI OLMASI HUSUSUNU YAZACAKTIK.

AMA CENGİZ ÇANDAR YAZMIŞ VE TÜM YAZANLAR İÇİNDE DE EN DOĞRUSUNU YAZMIŞ. (Cengiz Çandar'ın yazılarına genellikle katılmayız ama bu dosdoğru)




(Yazıdaki mavi renkli kısma dikkat! Açamamış ama işin doğrusu budur.)

İŞTE O YAZI

Devletin Tepesinde Çadır Tiyatrosu...

Ne kadar “kurallar” ile işleyen “kurumlar”a sahip bir siyasi rejimi var Türkiye’nin. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “maiyetteki gazeteciler” ile Kolombiya yolunda MİT Müsteşarı’nın görevinden ayrılıp, milletvekili adayı olmak istemesi konusunda “özel bilgi” veriyor.

Cumhurbaşkanı, daha önce, Hakan Fidan’ın MİT Müsteşarlığı’ndan ayrılıp, siyasete girecek olmasına ilişkin olarak “açık ve net söyleyeyim: olumlu bakmıyorum” demişti. Muhalefet de, Hakan Fidan’ın Erdoğan’a sadakatinden yola çıkarak, bunun “danışıklı” bir geçiş olduğunu ileri sürmüştü.

Kimi yorumlarda, Hakan Fidan’ın 7 Haziran seçimlerinden sonra Ahmet Davutoğlu’nun yerine başbakanlığa getirileceği, kimisinde dışişleri bakanı, kimisinde ise güvenlik bakanı olacağı öne sürülmüştü.

Cumhurbaşkanı, konuyu Kolombiya yolunda bir kez daha açmış ve eski resmi sözcüsü (başbakanlık sözcüsü) dünkü Hürriyet’te, Erdoğan’ın açıklamasını aktarıyor:

“Oraya (MİT’e) sır küpüm olarak görebileceğim birini getirmiştim. Kendisine (Hakan Fidan’a) ‘Devam etmelisin, burası rastgele bir yer değil’ dedim. Ama yorulduğunu, devam edemeyeceğini söyledi. Ona bazı vaatlerde bulunulmuş olabilir, orasını bilemem. Bundan sonrası Sayın Başbakan’a ait. Yerine kim gelecekse teklif yapar. Biz de onar ya da onamayız.”

Ne güzel. Ne inandırıcı. Ne de örnek. Herşey tıkır tıkır işliyor. Cumhurbaşkanı, Başbakan iken kendisinin “sır küpü” gördüğü için MİT’in başına getirdiği kişiye, “Yapma, bırakma; orası milletvekili, bakan vs. olmak için bırakılacak yer değil” diyor. “Yorgun” MİT Müsteşarı, bunca bağlı olduğu kişinin bu sözlerine rağmen, bitap düştüğü için milletvekili ya da bakan olarak “inziva”ya çekilmek istiyor.

Cumhurbaşkanı’nı değil, Başbakan’ı dinliyor. Cumhurbaşkanı da, ne yapsın, “Eh, bundan sonrası Başbakan’ın bileceği iş” diyor. Ona artık, olsa olsa, yeni MİT Müsteşarı’nın kim olacağını Başbakan kendisine önerdiği vakit söz düşecek.

Herkesin yetki alanı belli. Herkes bir diğerinin yetki alanına saygılı. İşte örnek demokratik işleyiş. Ve buna saygılı bir Tayyip Erdoğan profili.

Böyle bir durum, “oyuncular”dan biri cumhurbaşkanı, ikincisi başbakan, üçüncüsü devletin gizli istihbarat örgütünün başı sıfatlarını taşıdığı için “devletin tepesindeki çadır tiyatrosu” olarak görülmeye uygundur.

İşin “ironik” yanı bir yana, biraz ciddiye alınırsa, Türkiye’nin tarihinde görülmemiş bir “siyasi skandal”, “keyfilik” ve “devlet ciddiyetsizliği” yaşanıyor.

Neresinden tutsanız elinizde kalıyor. Bir kere, MİT Müsteşarlığı makamına Başbakan’ın “sır küpü” olduğu için hiç kimse atanmaz, atanamaz, atanmamalıdır. O özelliği nedeniyle atanan kişi, ne kadar nitelikli olursa olsun, Türkiye’nin Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı değil, “o dönemdeki başbakanın MİT Müsteşarı” olur.

“Kendi kişisel yönetimi” peşinde koşmakla bunca zamandır eleştirilmiş olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kolombiya yolunda yaptığı açıklamayla, devletin kurumlarının içinin nasıl boşaltılmış ve “kişi yönetimi”ne çoktan geçilmiş olduğunu ortaya koyarak “ikrar”da bulunmuş oluyor.

Hakan Fidan, nasıl oluyor da, kendisini “sır küpüm” diye niteleyen kişinin, bürokrasi ve siyaset dünyasındaki tüm varlığını borçlu olduğu Cumhurbaşkanı’nın “bırakma, gitme, orası rastgele bir yer değil” önerisini dikkate almıyor. Rastgele bir yer olmadığını bilmiyor mu? Türkiye’nin ve tüm bölgenin içinden geçtiği böyle bir dönemde, terketmek istediği makamın, gelebileceği her makamdan daha “işlevsel” ve “önemli” olduğunun idrakinde değil mi?

Öyleyse şayet, böyle birisinin bunca zamandır ülkenin Milli İstihbarat Teşkilatı’nın başında bulunmasının ne demek olduğunu bir düşünün.

Yok eğer daha “işlevsel” ve “önemli” bir konuma gelmek üzere, ayrılıyorsa, bu ancak, Başbakanlık olabilir. Eğer öyleyse, Cumhurbaşkanı’nın Kolombiya yolundaki açıklaması gerçeği yansıtmıyor. Şayet öyleyse, bu da başlı başına bir sorun.

Eğer Cumhurbaşkanı, doğruyu söylemişse, o da en az yukarıdakiler kadar vahim bir sorun. Yani, Hakan Fidan, MİT’i bırakma gerekçesi olarak “yorulduğunu, devam edemeyeceğini” söylemiş.

Öyleyse, milletvekilliğine aday olmaması gerekir. Milletvekili ya da bakan olmaması gerekir. Milletvekilliği ve bakanlık gibi makamlar “yorgun bürokratlar” ve “boş gezenin boş kalfası” türden kişiler için “rezerve” edilecek ciddiye alınmaması gereken “sorumluluk mevkileri” midirler?

Böyle bir gerekçe olabilir mi? MİT Müsteşarı “yorgun olduğunu” ve “devam edemeyeceğini” Cumhurbaşkanı’na söylüyor ve görevinden istifa ediyor. Ne için? Dinlenmek için mi? Emekliliğini mi istiyor? Hayır. Milletvekili olmak için. Muhtemelen bakan hatta başbakan olmak için. Bu işin neresinden ciddiyetle tutulabilir?

Yüksek devlet görevlerinde bulunanların belirli bir süre aşımı olmadan, görevinden ayrılıp milletvekili olmak üzere seçimlere katılması demokratik ülkelerde düşünülebilecek bir şey değildir. Öyle olması, devleti devlet yapan kriterlere aykırı düşeceği için.

Polis rejimlerinde ise zaten “polis şefleri”, ülkedeki diktatör –her kimse- onun yanıbaşında, ondan sonra gelen en önemli kişilerdir. Başbakandan da, bakanlardan da daha önemlidirler.

Türkiye’deki durum hiçbirisine uymuyor. Yarım yamalak demokrasiden “Türk usulü polis rejimi”ne geçişi andırıyor. Bir yandan, TBMM Genel Kurul’a getirilmesi ikide bir ertelenen ve seçim sonrası ülkedeki rejim rengine ipucu teşkil edecek türden bir “güvenlik paketi”, diğer yandan tarihte ilk kez “devletin en yüksek güvenlik bürokratı”nın görev sırasında bir siyasi partiden milletvekili olmaya kalkışması.

Devletin en yüksek istihbarat ve güvenlik kuruluşunun “devlet”e ait olduğundan bu örneğe bakılarak söz etmenin imkânı var mıdır? Ya da Türkiye’nin bir “parti devleti”ne doğru yol almasına çalışıldığı iddiaları artık bir “kuruntu” olarak görülebilir mi?

Şu an itibarıyla cevapları netleşmeyen sadece şu sorular: Seçim sonrasında Cumhurbaşkanı’na karşı oluşabilecek bir Davutoğlu-Fidan ortaklığı potansiyeli mi var; yoksa görüntüye aldanmayalım, Fidan, Davutoğlu’nun yerine Erdoğan tarafından mı hazırlanmaktadır (ne de olsa onun kişisel “sır küpü” imiş); yoksa her üçünün rollerinin belirlendiği, henüz toplum ile tümüyle paylaşılmayan bir senaryo mu söz konusu veya bir başkası mı?

Bunların arasında birinci ihtimal geçerliyse, Türkiye’de temel siyasi çelişki, “Tek Adam rejimi” ile “Tek parti rejimi” arasında mı olacaktır. Cevabı netleşmemiş bir başka soru da bu.

Ama, devletin istihbarat örgütünün bir siyasi parti tarafından “özelleştirildiği”, devletin en büyük sırlarına sahip olması gereken kişinin, o pozisyonunu “yorgunum” gerekçesiyle bırakıp bir siyasi partiden seçimlere katılmasının, hiçbir demokratik ülkede görülmemiş ve görülmeyecek bir “siyasi skandal” olduğu gerçeği ortada. Bu biliniyor artık.

Gözardı edilecek, küçümsenecek bir gelişme değil.


Gün gelir, Türkiye’de MİT Müsteşarı’nın görevinden ayrılıp AKP milletvekili adayı olması “bir devletin tükeniş” örneklerinden biri olarak gösterilebilir.

7 Şubat 2015 Cumartesi

ZAMAN AZ. KISA HABERLER

ZAMAN AZ. KISA HABERLER

Dostlar fazla zamanımız yok o nedenle aşağıda kısa haberler verip geçeceğiz. Aslında her biri için bir yazı yazmak gerekiyor ama çok meşgulüz. Özür dileriz.

KISA HABERLER

MAKDİSİ




Ürdün, pilotunun yakılmasına karşın önce IŞİD mevzilerini uçaklarla bombaladı sonra da hapiste tuttuğu MAKDİSİ’yi serbest bıraktı. Makdisi, IŞİD’liler gibi Selefi ama şiddetli IŞİD karşıtı biri… O nedenle serbest bıraktılar.

Ürdün Ordusu ayrıca IŞİD’e karşı kara harekatı planlıyor ama yapamayacak. Çünkü ağırlıklı görüş Koalisyon Ordusunun bir an önce bu harekatı yapması için çalışmak.

YEMEN



Yemen’de HUSİ’ler darbe yaptı. Husileri İran destekliyor.İran böylece Irak Ordusundan sonra Yemen Ordusunu da ele geçirmek üzere. Sırada Bahreyn var. Suud ve Mısır çok rahatsız ve araları da iyi. SİSİ her an Yemen’e bir müdahalede bulunabilir. Ama bunun iki önemli sonucu olur.

Birincisi Sisi bunu ABD ve İsrail’in izni olmadan yapamaz. Eğer yaparsa ABD, İsrail, Suud ve Sisi’nin aynı safta oldukları itiraza muhal bırakmayacak şekilde ispatlanmış olur.

İkincisi ise Mısır’ı karıştıran güçler İhvan ve Laikler ile selefiler (El Kaide) iken bunlara bir de Mısır Şiileri eklenir ki o zaman Mısır tam bir Suriye olur.


BARZANİ




“Sınırlar kanla çiziliyor yeni bir Irak’ın oluşturulması kaçınılmaz” dedi. Yeni Irak’dan kastı Kürt Devleti’dir. ABD uçaklarla IŞİD’i bombalıyor, IŞİD kaçıyor, Barzani de kaçamayan Işidlilerin ölülerini toplayarak sanki kendileri kanla almışlar gibi bu lafı ediyor.

Bu konudaki öngörülerimiz de aynen çıkıyor ve IRAK Ordusunun İran’ın eline geçtiği artık herkes tarafından kabul ediliyor.

Irak Devleti, ABD’den IŞİD’e karşı mücadele için ağır silahlar, helikopterler hatta F16’ lar istemişti. ABD İran ile ilişkilerin kesilmesini şart koşmuş ve ilk adım olarak da İranlı general  Kasım Süleymani’nin Irak’dan gönderilmesini istemişti.



Irak derin düşünceye dalmışken İran IŞİD’i ABD’nin desteklediğini, güven olmayacağını Irak’a ispat etti ve Irak’ın tercihini İran’dan yana kullanmasını sağladı. Kudüs Gücü (Süleymani’nin kurduğu sivil Şii gücü) tamamen Irak askeri oldu.

İşin ilginç tarafını da yazdık ama dikkatlerden kaçtı. IŞİD’e karşı mücadelede işbirliği gerekçesiyle Kasım Süleymani Barzani güçlerinin içinde bulundu ve tamamen çözdü. Artık Barzani’nin Kürt Devleti hayali, Kasım Süleymani’nin iki dudağı arasında. Ne söyleyeceği de zaten belli. Önce IŞİD sonra Barzani.

RUSYA



NATO eski genel sekreteri Ramussen RUSYA’nın Estonya, Letonya ve Litvanya’ya saldırabileceğini açıkladı. Ve NATO’yu yeterli hazırlıkların yapılmadığı konusunda uyardı. Zaten bölgedeki tüm hesapları alt üst edecek olan RUSYA.


VE TÜRKİYE

Adnan Kahveci’nin oğlu, babasını MOSSAD’ın öldürdüğünü ve anketçi Erhan Göksel’in suçlu olduğunu iddia etti. Erhan Göksel de Avrupa’da bir otelde MOSSAD yöntemlerine uygun bir şekilde ölü bulunmuştu.


Ve oğul Kahveci siyasete MHP’den gireceğini açıkladı.

Hakan Fidan istifa etti ve Ankara 2.Bölgeden aday olacağı belli oldu. Biz bunu Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilmeden bir ay önce yazmıştık. Hatta Davutoğlu’nun Başbakan olacağını da yazmıştık. İsteyen eski yazılara bakabilir. Amaç dokunulmazlıktır başka sebep arayan yanılır dersek noksan olur. Haziran seçimlerinin sonuçlarına göre Hakan Fidan’ın Başbakan olup olmayacağına karar verilecek. Esas önemli olan ise bakınız bunu ilk defa yazıyoruz: Davutoğlu için ne düşünüldüğüdür. (İkincisi de Ali Babacan)


İŞÇİ PARTİSİ

15 Şubat kongresinde adını “Vatan Partisi” olarak değiştiriyor. CHP den ve dışarıdan katılımlar bekleniyor. Amaç sandıktan çıkmak ama bu mümkün değil ve bunu onlar da biliyorlar.
AİH Mahkemesinde Perinçek’in Türkiye’nin lehine savunması İşçi Partisi’ne puan kazandıracak ama…

Bu konuda da gündemde olmayan bir gelişme var. PKK’lılar Strazburg’a Avrupa’nın üç kentinden yürüyüş yapıyorlar. Avrupa’daki Kürtleri “Apoya Özgürlük” sloganı ile kandırıp Srazburg’daki kararda Ermeni Diyasporası’na destek için yürütüyorlar. Kürtler farkında değil.

Yani Türkiye’de Ermeniler PKK’ya destek verirken, Avrupa’da PKK Ermeni Diyasporası’na destek veriyor. Bakalım mahkemeden ne karar çıkacak?

ŞİMDİLİK BU KADAR

3 Şubat 2015 Salı

IŞİD İSLAM DÜŞMANIDIR

BÖYLE BİR ŞEYİ HANGİ MÜSLÜMAN YAPABİLİR?



ADI İSLAM DEVLETİ!

Ama bir insanı canlı canlı yakarak öldürüyor.
Ürdünlü bir Müslüman pilot ama...
İnsan olması yeterli, hatta canlı olması yeterli.
Böyle bir öldürülmeye layık değil.

Bunun İslam'da yeri yok, ne Kuran'da ne Sünnet'de. Bu İslam Düşmanlığıdır.

IŞİD'İN AMACI DA ZATEN BUDUR.

YANİ:

İslam'ı acımasız, gaddar, zalim, çağdışı, barbar göstermek tek amacıdır.

Dünyada her gün bir çok yetişkin insan bu teknoloji çağında kendi hür iradesi ile doğruyu buluyor ve Müslüman oluyor. İŞTE EN BÜYÜK SORUN BU. KİMİN İÇİN?

Yahudiler ve akıl babası Yahudiler olan Hristiyanlar için. VE IŞİD'İ İCAT EDİP KENDİ İNSANLARINI İSLAM IŞİD'DİR,İŞTE BÖYLEDİR diye adeta tehdit ederek, korkutarak İSLAMDAN UZAKLAŞTIRMAYA ÇALIŞIYORLAR.


VE BU ŞEREFSİZ IŞİD YAPTIĞI BU EYLEMLERLE RESMEN ŞOV YAPIYOR VE SADECE TEK BİR AMAÇ İÇİN YAPIYOR.

"İSLAM ÖCÜDÜR UZAK DURUN"

Uzaktan davulu sesi hoş gelir diye de IŞİD'e Avrupa'da, Amerika'da eylem yaptırıyorlar, daha da yaptıracaklar.

GELELİM ESAS KRİTİK NOKTAYA:

Madem bu Yahudiler daha doğrusu SİYONİSTLER İslam'ı karalamak için radikalizmi, terörizmi icad edip destekliyorlar o halde GERÇEK İSLAM'I savunan insanlara düşman olmaları gerekmez mi?

Hatta dünya çapında GERÇEK İSLAM'I ANLATAN insanlara düşman olmaları gerekmez mi?

MOSSAD'ın en büyük düşmanları GERÇEK İSLAM'I ANLATANLARDIR.

GÜLEN MOSSAD AJANIYMIŞ! HADİ ORADAN...

SİYASETİ BIRAKTIĞINDA ŞAŞIRMIŞTIK

AHMEDİNEJAD SİYASETİ BIRAKTIĞINDA ŞAŞIRMIŞTIK 



Eski İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejat siyasete dönme kararı aldı. 

İran'da milletvekilliği seçimlerine bir yıldan az kaldı. Ahmedinejat da siyaseti bıraktığında pasif hale getirdiği tüm internet sitelerini aktif hale getirdi ve yönetimi (RUHANİ'Yİ) eleştirerek aktif siyasete dönüş mesajı verdi.

Biz Ahmedinejat'ın İran'ın başına geçerken mevcut molla düzenini de allak bullak edip geçeceğini hatta yeni bir Humeyni gibi geleceğini düşünüyoruz Allahu Alem.

Çünkü İran'da Ahmedinejat'ın o kadar çok seveni var ki şu an Humeyni'den sonra ikinci adam diyebiliriz.Yani halkın teveccühünde.

Ama  söylediğimiz gibi gelebilmesi için de İran'da ya da çevresinde yönetim aleyhine çok önemli gelişmeler olması lazım. 

O da ABD'nin İran'a vurması olabilir ki bu olay 3.Dünya Savaşı'nı başlatacak olan olaydır.

Hadis yorumlarına göre içerisinde Melhamei Kübra ve 3.Dünya Savaşının da olacağı Kıyamet Savaşı'nı  başlatacak olanlar "Arab'ın Azatlısı ile Rum'un Azatlısı"dır.

Bunu daha önce yazmıştık ama kısaca tekrar edelim çünkü hala aksi düşüncelerde hiç yumuşama yok.

"Azatlı" demek önceden köle iken özgür olan demektir.
Hadiste geçen 'Azatlı' kelimesi ise "bir topluluktan bağımsızlığını kazandıktan sonra o toplumdan daha da güçlü hale gelen" anlamında kullanılmış.

Arapın azatlısı da Arapların egemenliği altında iken daha sonra bağımsızlığını kazanıp Araplar'dan da daha güçlü hale gelmiş bir devleti işaret etmektedir. O da İRAN'dır.

Aksi mümkün değildir.

Aksini iddia edenlerin "Türkiye'dir" görüşleri yanlıştır. 

Çünkü Türkler tarihte hiç bir zaman Arapların egemenliği altına girmemişlerdir.Tam tersine Arapları kendi egemenlikleri altına almışlardır. Selçuklu ve Osmanlı dönemi bunun ispatıdır.Hatta Abbasi dönemi de. 

3.Dünya Savaşı "Türkiye ile Suriye arasında" veya "Türkiye ile İsrail arasında" başlayacak görüşleri hadis yorumlarına uygun değildir.

Hadis yorumlarına göre bu büyük savaş "ABD ile İRAN" arasında çıkacaktır.

ABD'ye gelirsek o da Rum'un Azatlısı'dır. Yani İngiltere'nin egemenliği altında iken bağımsızlığını kazanmış ve İngiltere'den daha güçlü bir devlet olmuştur.

Dikkat edilirse iki azatlının da ortak noktası bağımsızlıklarını kazandıkları ülkelerden daha güçlü hale gelmiş olmalarıdır.

Rahmetli Erbakan Hocamız da bunu görmüş ve son döneminde İran'a bir ziyaret yaparak ABD ile yapacağı savaşta siyasi, bilimsel vb katkılarda bulunmuştur.

Sonuç olarak ABD, İran'a vuracak. 

İran'ın düzenli ordusu büyük bir darbe yediği anda Ahmedinejat tek lider olarak başa geçecek ve ABD ve Süfyan Ordularını Horasanlı Türklerin yardımıyla Kufe'den çıkaracak.

İran'daki molla rejiminin sonu da bu şekilde olacaktır Allahu Alem.

Yazıda sadece hadisin yorumunda; o da "azatlılar" konusunda kesin ifade kullandık kalanı ise gaybi haberlerdir.

Gelecekle ilgili her şeyi sadece Allah CC bilir. Bildirdikleri de bildirildiği kadar bilebilirler ama hadis yorumları da alimler bile yapsa farklı sonuçlar ortaya koyabilmektedir.

Biz sıradan bir araştırmacı olarak alimlerin hadis yorumlarından çıkardığımız tahmini görüşlerimizi paylaşıyoruz. Ve daima ALLAHU ALEM diyoruz.

Her şeyin en doğrusunu Allah CC bilir.

1 Şubat 2015 Pazar

SIRLARA DEVAM EDİYORUZ

ÖNCEKİ ÜÇ YAZININ KISA ANALİZİ VE ÇIKARDIĞIMIZI DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ YENİ SONUÇLAR (ALLAHU ALEM)





Önceki üç yazıda üç kaynak ve üç iddia vardı.

Birinci kaynak Şeyh Abdullah Dağıstani Hazretleri ve nakleden Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleriydi ve 1936 yılında Bursa'da Şerafetttin Dağıstani Hazretlerine getirilen bebeğin Hz.Mehdi AS olduğunu iddia etmişti.

İkinci kaynak Şeyh Şerafettin Dağıstani Hazretlerinin sürekli yanında bulunan Ali Usta idi ve nakleden Hakan Yılmaz Çebi'ydi ve Atatürk'ün sürekli Şeyh Şerafettin Dağıstani Hazretleri ile görüştüğünü ve Şeyh Şerafettin Hazretlerinin Atatürk'e ahir zaman olayları ile ilgili bir çok sırlar verdiğini iddia ediyordu.

Üçüncü kaynak Atatürk'ün Jandarma İstihbarat Subayı Mehmet Fırat Efendi ve nakleden ikinci kuşak torunu Meriç Tumluer'di ve Atatürk'ün Ahir Zaman Mehdisinin kim olduğunu bildiğini 'adını' ise Gizli Vasiyetnamesinde zikrettiğini iddia ediyor.

Bu üç kaynağın birbirinden bağımsız olduğunu biliyoruz. 
İddia ettiklerinin birbirlerini tamamladığını ve bazı ifşaatları farklı kaynaklardan doğruladıklarına şahid oluyoruz.

İŞTE NAÇİZANE ÇIKARDIĞIMIZ SONUÇLAR
EN DOĞRUSUNU ALLAH CC BİLİR

1936 doğumlu bir bebek var ve eğer hayatta ise şu an 79 yaşında olmalı.

Hz.Mehdi AS olabilir mi? Hadis yorumlarına göre olamaz çünkü Hz.Mehdi AS şu an 38 ila 40 yaşlarında olmalı. Ayrıca yine hadis yorumlarına göre Hz.Mehdi AS zuhur edinceye kadar Mehdi olduğunu bilmeyecek ve korunacaktır.Yani Hz.Mehdi AS kendisi bilmiyor ki Mehdi olduğunu başkası nereden bilsin de bir vesikaya ismini yazsın? Bu mümkün değil.

Peki Hz.Mehdi AS'ın Türkiye'den çıkacak komutanı olabilir mi?

Hadis yorumlarına göre bu da mümkün değil çünkü o komutan da şu an genç biri olmalı. 50 ila 60 yaşlarında Allahu Alem.

Hz.Mehdi AS'ın yaşı ile ilgili ebcet hesaplamaları yapan Adnan Oktar kendisine ithafen "1956 doğumlu" sonucunu çıkarıyor. Farklı ebcet hesapları yaparak bu sonuca ulaşıyor. Adnan Oktar'ın kendisini Mehdi çıkarmak için yaptığı bu hesaplamaları dikkate almalı mıyız? 

Adnan Oktar Mehdi olmadığına göre alabiliriz ve eğer doğruysa şu sonuca varabiliriz. 1956 doğumlu olan Hz.Mehdi AS değil belki de komutanı olabilir Allahu Alem.

Yine Serkan Tekin de 1965 yılına atıfta bulunmuştu.O da yine Hz.Mehdi AS'a değil O'nun komutanlarının birine ulaştı Allahu Alem. 

Tabi bu hesaplamalar yanlış da olabilir.

O zaman 1936 doğumlu olan kişi kim olabilir?

Hz.Mehdi AS'ı yetiştiren hocası olabilir. Bu mümkün.

Ya da Hz.Mehdi AS'ın Türkiye'den çıkacak komutanını yetiştiren kişi olabilir. Bu da mümkün.
Bize göre ikincisi Allahu Alem.

Meriç Tumluer'in bahsettiği gizli vasiyet ile ilgili aralara sıkıştırdığı çok önemli bir bilgi var.

Bu vasiyetin içeriğinden haberdar olanlar var ve orada ismi yazan kişiyi biliyorlar. Ve bu nedenle de o kişi zor durumda da olabilir. Hatta bir yerde esir kelimesi de geçiyor.Ya da hapis.

Eğer böyle biri varsa ve bu kişinin kim olduğunu Türkiye düşmanları biliyorsa mutlaka rahat değildir. Bu kesin.

DEVAM EDECEK 

31 Ocak 2015 Cumartesi

SIRLAR DEVAM EDİYOR

EVET DEVAM EDİYORUZ

AŞAĞIDA BİR RÖPORTAJ VAR


LÜTFEN YAZIYI SABIRLA OKUYUNUZ.BÜYÜK SIRLAR VAR VE BİZ BU SIRLARI BİR SONRAKİ YAZIDA AÇACAĞIZ İNŞAALLAH

Dr.Sacit Kayasu



RÖPORTAJ: Dr. Yakup KÖSE - Yasin Ertuğrul ÖZDEMİR (23.03.2012, Mersin)

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu M. Kemal Atatürk, Türk ve İslam tarihine geçmiş ve hiçbir kati surette yeri doldurulamayacak derecede çok önemli bir şahsiyettir. Ömrünü, Türkiye’nin, Türk dünyasının ve İslam dünyasının geleceği için feda eden M. Kemal Atatürk’ün son sözü “Ve Aleykümselam” olmuştur. 

(Kılıç Ali’nin Anıları, Sf. 659, Hulusi Turgut) Atatürk’ün hayata gözlerini yumarken söylediği bu son söz çok manidardır. Yüce Allah bir Kur’an ayetinde “Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel.” (Ra’d Suresi, 24) buyurmuştur.

Türk Milleti’nin akıllı ve zeki olduğunu, Türkiye’nin, dünyaya yeniden sevgi, barış ve huzurun gelmesine vesile olacak olan Türk-İslam Birliği’ni muhakkak kuracağını hatta bu birlik kurulduğunda kendisinin hayatta olmayacağını dile getiren M. Kemal Atatürk, ölümünden 50 yıl sonra açıklanmak üzere bir vasiyet bırakmıştır.

1980 darbecileri hakkında iddianame hazırlayan ve bunun üzerine görevden alınan eski savcı Sacit Kayasu, CNN Türk’te yayınlanan Şirin Payzın ile 360° isimli programda, Atatürk’ün ölümünden 50 yıl sonra 1988 yılında açıklanması gereken vasiyetin Kenan Evren’in açıklatmadığını, Ankara 3.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin kayıtlarında vasiyetin Ziraat Bankası’nın kasasında saklandığını ve burada vasiyetle ilgili diğer bilgilerin yer aldığını ifade etti. 

Bugün, vasiyetin Ziraat Bankası kasasında değil Genelkurmay Özel Harp Dairesi’nde saklandığını ve açıklanan kısmın sadece 6 maddeden ibaret olduğunu ifade eden Kayasu, Meriç Tumluer’in konunun takipçisi olduğunu ve Tumluer’in birçok hukuki girişiminden sonra vasiyetin açıklanmaması üzerine AİHM’ye başvurduğunu da sözlerine ekledi. Meriç Tumluer’in defalarca Kenan Evren’le görüştüğünü de ifade eden Kayasu, “Tumluer Kenan Evren’e vasiyeti itiraf ettirmiştir” dedi.

Türk-İslam Birliği Dergisi olarak bu sayımızda, içerisinde, Türkiye’nin süper güç olarak Türk-İslam Birliği’ni kuracağı, İstanbul’da bir velinin Türk-İslam dünyasına manevi önderlik yapacağı, terör sorununun nasıl yok edilebileceği ayrıca günümüzde beklenen Hz. İsa (as) ve Hz. Mehdi (as) gibi şahıslarla ilgili açıklamalarla birlikte Hz. Mehdi (as)’ın adının ne olacağı gibi birçok gizemli bilgilerin yer aldığı iddia edilen Atatürk’ün gizlenen vasiyeti’ni, Meriç Tumluer ile konuştuk.

Atatürk’ün gizlenen vasiyetiyle alakalı ciddi anlamda çalışmalar yapan Meriç Tumluer, www.ataturkunvasiyetnamesi.com adlı açtığı internet sitesinde birçok bilgi ve belgeyi kamuoyuyla paylaşmaktadır.

Ayrıca www.bozkurtataturk.com adlı internet sitesinden, Atatürk’le ilgili en çarpıcı bilgiler temin edilebilir.

VE RÖPORTAJ:



Yakup Köse: Selamün Aleyküm, Nasılsınız?

Meriç Tumluer: Ve Aleyküm Selam, sağolun sizler nasılsınız?

Yakup Köse: Allah razı olsun. Bizi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyoruz. Kendinizden biraz bahseder misiniz? Meriç Tumluer kimdir?

Meriç Tumluer: Sözlerime Rahman ve Rahim olan yüce Allah’ın adıyla başlıyorum. 27 Temmuz 1966 Adana doğumlu, Alaaddin Tumluer’in oğlu, Selahaddin Tumluer’in torunu ve Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün, büyük önderimizin yanında görev yapan eski jandarma istihbarat subayı ve sonra polis teşkilatının kurucu üyelerinden olan Mehmet Rıfat Efendi’nin de ikinci göbek torunuyum.

Yakup Köse: MaşaAllah. Sizin Atatürk’ün gizlenen vasiyeti konusuna ömrünüzü yüreğinizi koyduğunuza inanıyoruz, çünkü takip ediyoruz dışarıdan inşaAllah muvaffak olursunuz.

Meriç Tumluer: Çok şükür. Ben Atatürk’ümüzün ölümünden 50 yıl sonra açıklanması gereken bir vasiyeti olduğunu ilk kez 1978 yılında 12 yaşımda iken Babamdan öğrendim. Konuyla ilgili bize bazı şeyler anlattı ve gizlenen vasiyetinin normalde 1988 yılında açıklanması gerektiğini söyledi. Vasiyet Atatürk’ümüzün ölümünün 50. yıl dönümü olan 10 Kasım 1988’de açıklanması gerekiyordu. Ayrıca ilginçtir, Atatürk’ün 10 Kasım matem töreni ilk kez dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından 1988 yılında engellenmiştir. Bu bilgi Genel Kurmay ve Cumhurbaşkanlığı arşivlerinde vardır.

Yakup Köse: Yani, Türkiye’nin bütün okullarında, resmi dairelerinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde 10 Kasım 1988’de, 10 Kasım törenlerinin kutlanması dönemin 7. Cumhurbaşkanı Ahmet Kenan Evren’in direktifleriyle yaptırılmamıştır diyorsunuz?

Meriç Tumluer: Evet, yaptırılmamıştır.

Yakup Köse: Atatürk’ün vasiyetinin ölümünden ne kadar zaman önce, kimlerin huzurunda kapattırıldığı, notere nasıl teslim edildiği konularında biraz bilgi verir misiniz?

Meriç Tumluer: Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün ölümünden 50 yıl sonra açıklanmasını istediği vasiyetnamesi, kademe kademe yazılmış bir kısmı eski Türkçe bir kısmı yeni Türkçe’dir . En sonuncusu 5 Eylül 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda yazılmış ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak tarafından Beyoğlu’nda 6. notere teslim edilmiştir. Vasiyetin zabıtlara katılım mührünün üstünde Hasan Rıza Soyak’ın ve Neşet Ömer İrdelp’in imzası mevcuttur.

Yakup Köse: Neşet Ömer İrdelp’i, Atatürk’ün sirozdan öldüğünü kabul etmeyen doktor olarak biliyorum.

Meriç Tumluer: Doğrudur. Bir de çok önemli bir konuyu Türk-İslam Birliği Dergisi aracılığıyla tüm Türk milletine açıklamak istiyorum. Mustafa Kemal Atatürk, 12 Haziran 1933 tarihinde, Türk medeni kanununun 452. maddesine ek olarak 2307 sayılı bir yasa çıkarttırıyor. Yasada tüm Türk gençliğini kendisine yasal vasi tayin ediyor. Yani kurduğu kurumlardan toplanan gelirlerin tamamını Türk gençliğine miras bırakıyor. Biraz detaylandırırsak, Atatürk’ün başta İş Bankası, Ziraat Bankası, Etibank, Sümerbank ve üretim tesisleri, devlet üretme çiftlikleri, Anadolu Ajansı, Ankara Hukuk Fakültesi, Atatürk Orman Çiftliği ve Devlet Üretme Çiftlikleri, Bursa Merinos Halı Fabrikası, Çocuk Esirgeme Kurumu, Demiryolları ve Limanlar Genel Müdürlüğü, Devlet Hava Yolları, Devlet İstatistik Enstitüsü, Elektrik İşleri Etüt İdaresi, Halkevleri, Maden Tetkik Arama Enstitüsü (MTA), Merkez Bankası, Merkez Hıfzısıha Enstitüsü, Köy Enstitüleri, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, Sanayi ve Maadin Bankası, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu gibi pek çok gelir getiren kuruluşlarda Türk milletine bağışladığı hisseleri vardır. Atatürk, bu kurumlardan toplanan gelirlerin tamamını Anadolu’da ki fakir, mağdur, kimsesiz ailelerin çocuklarının eğitim ve öğretim hizmetlerinde kullanılmasını istiyor. Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Boşnak, Zaza, Roman, Alevi-Sünni ve azınlıklar gibi hiçbir ayrım yapılmadan tüm çocukların giyim, kuşam, iaşe ve barınma bedelleri gibi giderler, geri ödemesiz burslarla karşılanarak üniversite sonuna kadar okutulmasını, Türk milletine, Türk devletine ve Türk İslam âlemine faydalı birer birey olarak yetiştirilmesini istiyor. Bu yıl 10uncusu düzenlenen Türkçe Olimpiyatları dâhi, Mustafa Kemal Atatürk’ün 24 yıldır gizlenen vasiyetinde ki yapılmasını istediği bir projedir.

Yakup Köse: Bu vasiyeti ne zaman yazdırttı? İçeriğinde başka neler var?

Meriç Tumluer: Vasiyetin yazılması 1918’de başlamıştır. Kademe kademe 1919’da, 1921’de, 1922’de, Kurtuluş Savaşı’nda, Cumhuriyet kurulduğunda, 1927’de (Nutuk), 1932 ve 1933’de, 1937’de Trabzon’da Atatürk Köşkü’nde ve son olarak da 5 Eylül 1938’de yazmıştır. Atatürk’ün vasiyeti tek konuyla ilgili değildir. Vasiyet askeri, siyasi, coğrafi, ekonomik, kültürel, sosyal ve dini konularla ilgili olup içerisinde Kürt meselesinin de olduğu bir vasiyettir, Vasiyetin devamında da bu sorunların çözülmesi için görevli olan Hz. Mehdi (as), Hz. İsa (as) ve Ayasofya ile ilgili yazıları mevcuttur.

Yakup Köse: Peki. Devlet ricalinden kime sesleniyor?

Meriç Tumluer: İlk başta seslendiği kesim Türk İslam âlemi ve bu âlemi de yönetecek olan devletlerin, kurumların başındaki yöneticileridir. Gizlenen vasiyette, başta Türkiye Cumhuriyeti’nde ve tüm dünyada gelecekte yaşanılabilecek sorunları ve alınması gereken tedbirleri anlatıyor! 1. dünya savaşından sonra 2. dünya savaşının ne zaman çıkacağını, Hitlerin dünyayı kana bulayacağını fakat intihar edeceğini, Mussolini’nin Avrupa’yı kana bulayacağını fakat halkı tarafından ayağından asılacağını ve buna benzer bir birçok olaylar... Gizlenen vasiyetinin bir kısmını da şifreli olarak yazıyor mesela gelecekte bir Amerikan devlet başkanının suikasta maruz kalacağını söylüyor.

Yakup Köse: Yani vasiyetin içinde bizim için reçete var. Peki, niye açıklanmıyor?

Meriç Tumluer: Şimdi tüm kamuoyuna şunu özellikle ifade etmek istiyorum, bu vasiyetin açıklanmamasının sebebi aslında engellenmesinden ziyade konu Rahman’dan yana olanlarla, Rahman’dan yana olmayanların bir savaşıdır, yani Deccalizm konusudur! Şimdi düşünün ki ortada bir senaryo var. Buradaki olay; ABD, İngiltere, Rusya ve İsrail’in kendi öz halkıyla ilgili değil onları yöneten bir takım derin güçlerin şeytani yapılanmasından ve metafizik ortamları kullanarak tüm dünyayı ekonomik olarak ele geçirerek ve karşısındaki insanları da ekonomik olarak zayıf hale getirerek kurdukları sistemin, gizlenen vasiyete karşı mücadelesiyle ilgili. Şimdi Atatürk’ün Türk İslam Birliği projesinin karşısındaki proje Büyük Ortadoğu Projesi’dir, Kürdistan hayalleridir. Sözde Kürdistan’ın kurulmasıyla bütün Asya, Ortadoğu ve Anadolu coğrafyasına maddi ve manevi anlamda hâkim olma projesidir. Ama bunların hiç birinde bu derin karanlık güçler Yüce Allah’ın (cc) izniyle, başarılı olamayacaklardır İnşaAllah.

Yakup Köse: inşaAllah.

Meriç Tumluer: Meriç Tumluer olarak herhangi bir siyasi veya askeri kimliğim yok. Hiç bir şekilde insanlara ben şuyum, buyum da demiyorum. Burada, Atatürk’ün gizlenen vasiyetini açıklatmayan Kenan Evren’in görevi de az önce anlattığım yapılanmayla ilgilidir. Kenan Evren, Rahman’ın karşısında olan grupla iş birliği içerisinde. Bu vasiyeti açıklatmamak, aslında bilmeden de içeriğini olgunlaştırmak oluyor. Mustafa Kemal Atatürk, vasiyetin içeriğini, Kur’an terminolojisine dayanarak yazmıştır. Kuran-ı Kerim’deki Kehf suresinde bazı gizemler vardır. Bu surede, Hz. Hızır (as)’la Hz. Musa (as)’ın yolculuklarını yazar ve orada bir duvardan bahsedilir. Duvarın altında da bir hazinenin olduğu rivayet edilir. Ayrıca ayette ifade edildiği üzere iki kardeş vardır. Ve Hz. Hızır (as) o duvarı onarmıştır.

Yakup Köse: Geçici olarak…

Meriç Tumluer: Tabi vakti zamanı gelsin demiştir. İşte vasiyet de bu onarılan duvardır. Altındaki hazine de içindeki bilgilerdir. O iki kardeş de Hz. Mehdi (as) ve Hz. İsa (as)’dır. Bunun teknik ve manevi açıklaması budur. Yani burada birileri vasiyeti engelledik zannediyor.

Yakup Köse: MaşaAllah.

Meriç Tumluer: Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de ki planı devam ediyor. Çünkü her oyunda bir iyi bir kötü olması lazım. Buradaki amaç da Yüce Allah’ın göstermiş olduğu bu olayda insanların bu imtihanda ne şekilde rol alacaklarıdır. Çünkü şeytanında görevi Yüce Allah’ın nizamında çalışmaktır. Şeytan da görev olarak bu senaryonun içerisindedir. Önemli olan bu imtihandan yüzümüzün akıyla başarıyla çıkmaktır, Mustafa Kemal Atatürk de burada Yüce Allah tarafından Türk İslam âlemine gönderilmiş vazifeli manevi bir memurdur ve soy itibariyle de kendisi Hz. Ali (ra) efendimizin evladı olan cennetlik gençlerin efendisi Kerbela şehidi Hz.Hüseyin (ra) efendimizin soyundan olup Ehli Beyttir, Evlad-ı Resul’den Seyyiddir. Bunun da Genelkurmay Başkanlığı ATASE Dairesi Başkanlığı’ndaki gizli kayıtlarda, arşivlerinde, kozmik odada Şeceresi vardır.

Yakup Köse: Peki, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Bey’e veya herhangi bir devlet büyüğüne bu bilgileri veya belgeleri ulaştırdınız mı?

Meriç Tumluer: Sn. Başbakana 09.02.2002 tarihinde ilk defa Mersin Taksim International Otel’de AK Parti’nin kuruluş aşamasında bizzat teslim ettim ve 2003 yılında tekrar bir alışveriş merkezinin açılışında dosyayı şahsına verdikten sonra koruması aldı ve makam aracına götürdü. Ak Parti kurulurken Abdullah Gül Bey’e de aynı dosyaları babam ve ben teslim ettim.
Yakup Köse: CHP yöneticileri haberdar mı? Kemal Kılıçdaroğlu Bey’in bilgisi var mı?
Meriç Tumluer: Tabi ki var. Bizzat Mersin Milletvekili İsa Gök vasıtasıyla kendisine dosya gönderdim. CHP Genel Sekreteri Bihlun Tamaylıgil hanımefendi ve bütün Mersin milletvekillerine konuyla ilgili bilgilerin olduğu dosyaları gönderdim. CHP’nin 33. kurultayında Kemal Kılıçdaroğlu Bey ‘12 Eylül’de Kenan Evren tarafından konulan yasakları kaldıracağız’ cümlesini kullandı. İnsanlar şunu anladı ‘Atatürk’ün gelirlerinin bir kısmı Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu’na gönderiliyordu, gönderilmedi.’ Aslında Kemal Kılıçdaroğlu gizlenen vasiyetten bahsetti. CHP Milletvekili Muharrem İnce ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun baş danışmanı emekli Albay Ömer Cengiz’de konuyu çok iyi biliyorlar. Ayrıca rahmetli Turgut Özal ve Necmettin Erbakan’da bu konuyu en iyi bilenlerdendir. Süleyman Demirel de bu konuyu en iyi bilenlerden ama karşı cephesinde olan insanlardandır.

Yakup Köse: Demirel vasiyetin açıklanmasını istemiyor yani?

Meriç Tumluer: Evet, istemiyor.

Yakup Köse: Peki vasiyetin açıklanması Türkiye’de ve dünyada neleri değiştirebilir? Eğer vasiyet açıklanırsa kademeli olarak mı açıklanır? Siz nasıl öngörüyorsunuz?

Meriç Tumluer: Bir turşuyu sirkeyle belli bir yere getirdikten sonra zamanı geldiğinde onu açmanız lazım. Açmadığınızda, kullanmadığınızda o sirke keskinleşip kendi küpünü kırma ortamına girecektir. Şimdi bugün dünyadaki yaşanan sorunların ana sebebi de budur. Ortadoğu, Kuzey Afrika ülkeleri, Asya ülkeleri, Türk ülkeleri ve komşularımızın başına gelebilecek olayların tamamı gizlenen vasiyette yazılıdır. Eğer ki bu vasiyet Sovyetler Birliği’nin dağılmasından itibaren kademe kademe açıklanmış olsaydı bugün Türk ülkelerinin tamamının maddi ve manevi desteğini alabilecektik. Suriye, Mısır, Yemen, Bahreyn, Tunus ve Libya’da ki Arap baharı denilen olağanüstü gelişmeler kansız bir şekilde olacaktı.

Yakup Köse: Atatürk “Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inanıyorum. Ben görmesem de gözlerimi bunun hayaliyle kapatacağım” diyor.

BURAYA DİKKAT!

Meriç Tumluer: Doğrudur, hakikatten mana âleminden gördüklerini söylüyor. Burada Türk Birliği’nin olacağına inancım tamdır derken Allah’u Teâlâ’nın kanununun işleyeceğini biliyor. Şimdi bakınız zamanın kutbu Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretleri, Hz. Mehdi’yi aramaya başlayın dedi. Kendisi olayı biliyor. Şimdi bütün tarikat ehli, bütün kutuplar, Mehdi (as)’ın kim olduğunu, ne zaman nerede çıkacağını Atatürk gizlenen vasiyetinde belirtmişti derse ve masaya yumruğunu vurarak hep birlikte ağırlığını koyarlarsa o zaman nasıl bir manevi coşkunun olacağını düşünebiliyor musunuz?

Yakup Köse: Vasiyet, Ahirzaman’la bağlantılı yani?

Meriç Tumluer: Evet. İnşaAllah, şu an Ahir zaman’ın son kademelerindeyiz, tünelin sonundaki ışık göründü. Kapıyı açacak olan manevi şifre Atatürk’ün gizlenen vasiyetidir. Herkes bu vasiyetin içeriğini bir tek belgenin dahi zayi edilmeden tüm belgelerin eksiksiz olarak ortaya çıkarılmasını; hem TBMM’den hem Cumhurbaşkanlığı’ndan hem Başbakanlık’tan hem Genelkurmay Başkanlığı’ndan hem de Mit Müsteşarlığı’ndan istemelidir.

Yakup Köse: Mustafa Kemal Atatürk, bazı kesimler tarafından İslam düşmanıymış gibi tanıtılmaya ve gösterilmeye çalışılıyor. Bu konu hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Meriç Tumluer: Hangi kesimden olursa olsun aydın kisvesi altında bir şeyler yazmaya çalışan insanların yarısı bilgisizlikten, geçmişte beyinlerinin yıkanmalarından; diğer yarısı da sistemli olarak Mustafa Kemal’e karşı örgütlü bir saldırı mekanizmasının içerisinde olduklarından böyle düşünüyorlar. Mustafa Kemal Atatürk’ün hem anne hem baba tarafından Seyyid ve Ehli Beyt’ten olduğunu Genelkurmay Başkanlığı, bazı büyük medya patronları ve birçok üst düzey bürokrat biliyor. Ama milletimiz bu önemli bilgileri bilmiyor. Mustafa Kemal meyve veren bir ağaçtır, normaldir, meyve veren ağaç taşlanır.

Yakup Köse: Evet, inşaAllah. Son olarak eklemek istedikleriniz nelerdir?

Meriç Tumluer: İlk önce göstermiş olduğunuz samimiyetten dolayı teşekkür ederim. İyi bir röportaj oldu kanaatindeyiz İnşaAllah. Son olarak Türk İslam Birliği hakkındaki düşüncelerimiz şudur: Türk İslam Birliği, Atatürk’ün gizlenen vasiyetinin içerisinde yer alan manevi bir olaydır. Yani Ahir zaman şahıslarıyla direk bağlantılıdır. Hz. Mehdi (as) demek Asr-ı Saadetin, Altınçağ’ın yaşanması demektir. Türk İslam Birliği, tüm dünyada Asr-ı saadeti getirecek, bereketi, bolluğu, huzuru, şerefli-onurlu ve en güzel şekilde insanca bilinçli yaşamayı, eğitim ve öğretimi en yüksek düzeyde, korkmadan yasal anlamda özgürce hak almayı tesis edecek bir sistemi getirecektir. Buradan Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül Bey’e, TBMM Başkanı Sn. Cemil Çiçek Bey’e, Başbakan Sn. Recep Tayyip Erdoğan Bey’e, başta CHP, MHP ve BDP olmak üzere tüm siyasi partilerin genel başkanlarına, tüm milletvekillerine ve asil Türk milletimize yapmak istediğim çağrı şudur: Bu ülkenin dünyada lider ülke olması için Amerika’nın, İngiltere’nin, Rusya’nın ve Çin’in önünde bir ülke olması için bir an evvel Atatürk’ün gizlenen vasiyetini açıklama sürecine girilmesi gerekmektedir. 24 yıldır gizlenen vasiyetin açıklanmasıyla bugün gündemi meşgul eden Kürt meselesinin de en akılcı bir şekilde son bulacağını bildiğimiz için bunu ilgili yöneticilerden talep ediyoruz. Kâinatın efendisi Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in izinden giderek bir olalım, iri olalım, diri olalım, hepimiz birimiz birimiz hepimiz için hep birlikte olalım. Tüm dünyada barış, huzur ve mutluluk için Türk İslam Birliği’ni inşaAllah hep beraber tesis edelim. Hep birlikte bu dünyada en güzel şekilde, Altınçağ’ı, Asr-ı Saadeti huzur içerisinde yaşayalım İnşaAllah.

Yakup Köse: İnşaAllah, maşaAllah. Allah razı olsun. Allah, Hz. Mehdi (as) ve Hz. İsa (as)’la kucaklaşmayı nasip etsin.

DEVAM EDECEK


Not: Yazı alıntıdır. Meriç Tumluer arkadaşımıza teşekkür ediyor ve başarıları için dua ediyoruz.



ŞEYH NAZIM KIBRISİ VE HZ.MEHDİ AS

DEVAM EDİYORUZ

Şeyh Şerafettin Dağıstani Hazretleri Ahir Zamanla ilgili bazı sırları halifesi ve damadı Şeyh Abdullah Dağıstani hazretlerine anlatıyor.



Bu sırlardan birini de Şeyh Abdullah Dağıstani Hazretlerinin kendi halifesi Şeyh Nazım Kıbrısi hazretlerinden dinledik. (Yani internette videolardan)




Şeyh Nazım Kıbrısi bir video da şunları söyledi:

"Şeyhim Abdullah Dağıstani anlattı bana. O'na da Şeyhi Şerafettin Dağıstani anlatmış. Sene 1936 da Bursa'da iken bir gün kendisine bir bebek getirmişler. Ve kulağına ezan okumasını istemişler. İşte o çocuk Hz.Mehdi AS'dır" dedi.

Şeyh Nazım Kıbrısi Hazretlerinin 1936 yılında doğan bebek için "Hz.Mehdi'dir" ifşaatı hadis yorumlarına uygun değildir. Bunu belki kendisi de biliyordu.

Ama Ürdün Kralı Abdullah için de "Halifedir, herkesin biat etmesi vaciptir, ben tebliğimi yaptım, şahid ol Yarab" demişti.

Ürdün Kralından halife olmaz. İngiliz ve ABD uşağı ve İsrail'in bölgedeki bir numaralı işbirlikçisidir.

Peki Şeyh Nazım Kıbrısi bunu niçin söylemişti?

Çünkü ABD ve İngiltere'de hatta Avrupa'nın pek çok yerinde dergahları vardı ve tebliğin tehlikeye girmesi söz konusuydu. Bu hizmetlerini tehlikeye atmamak için kendisine baskı yapan ABD ve İngiltere'nin isteğini yerine getirdi ve "Ürdün Kralı'na biat edin" dedi. Olay budur.

Bir parantez:

(Bu manada benzer durum Gülen ve okulları için de söz konusudur. Gülen de ABD ve İngiltere'nin baskılarına karşı dediklerini yaparak hizmetini yani okullarını kurtarıyor olabilir.)

Tabi bu bir "felsefi" yaklaşımdır ve bu düşünceye Erbakan Hocamızın tanım ve tavsiyeleri ile bakmanın en doğrusu olacağını düşünüyoruz. 

Erbakan hocamız bu felsefeyi şöyle çürütmüştü: Yahudi şeytandan akıl almaktadır, onu akılla yenemezsiniz, sizi kontrolüne alır ve istediğini yaptırır" demişti.

1936 ya dönersek:

Şeyh Nazım Kıbrısi'nin "Hz.Mehdi AS'dır" dediği kişi Hz.Mehdi As olamaz. 

Belki Hz.Mehdi AS'ı bizzat yetiştirecek, hocalık ya da hamilik yapacak ya da Hz.Mehdi AS'ın cemaatini yetiştirecek birisi olabilir. Yani Hz.Mehdi AS'ın öncüsü olabilir. Cehcah olabilir. Türkiye'den çıkacak komutanı olabilir. Ama bizzat Hz.Mehdi AS'ın kendisi olamaz.Çünkü Hz.Mehdi AS hadis yorumlarına göre şu an 38 ila 40 yaşlarında olmalıdır.Allahu Alem.

Peki niçin "Mehdi'dir" demiş olabilir?

Hz.Mehdi AS'dan önce O'nun zuhuruna hizmet eden öncülerden kim varsa; hatta 313 ler, Cehcah, Türkiye'den çıkacak komutan ya da Hz.Mehdi cemaati... 
İşte onu güçlendirmek için yapmış olabilir.

Yani Mehdiye zemin hazırlayıcıların güçlenmesini istemiş olabilir. Zemin hazır olunca zuhur da tamam olacağından bu bir hizmettir. Ayrıca örneğin 313'lerin; Hz.Mehdi AS'ın zuhurundan önce halk tarafından tanınan her biri Mehdi de sanılabileceğinden hürmeten de böyle söylemiş olabilir.
Allahu Alem.

Yani biz Şeyh Nazım Kıbrısi'nin 1936 da Bursa'da doğduğunu söylediği kişinin Mehdi olduğuna inandığını düşünmüyoruz. 

Mehdi olmadığını biliyordu ancak "Bir nevi Mehdi'dir" düşüncesiyle hürmeten söyledi.

ŞİMDİ SIKI DURUNUZ

Şeyh Şerafettin Dağıstani Hazretleri 1936 yılında Mustafa Kemal Paşa'ya bu bebekten söz ediyor. O'nunla ilgili sırları veriyor.Ve Başkomutan Atatürk, bebeği ziyaret edip kucağına alıp seviyor. Bebek gerçek bir SEYYİD.

DEVAM EDECEK  


HENÜZ BİR HAFTA BİLE OLMADI

AB KOMİSERİ YUNANİSTAN VE ÇİPRAS İÇİN BAKINIZ NELER SÖYLEDİ?



AB KOMİSERİ'NDEN ÇİPRAS'A TEPKİ

AB Komiseri Günter Oettinger de Alman Hristiyan Demokrat Birlik Partisinin (CDU) Hessen eyaletinin Künzell kentinde düzenlediği toplantıda, Yunanistan'daki yeni hükümetin tutumunu eleştirdi.

Oettinger, Yunanistan'ın taahhütlerini yerine getirmesi gerektiğini belirterek, "Bir hükümetin pervasız ve küstah bir şekilde çıkış yaptığı için ona Brüksel tarafından iyi davranılmaz" ifadesini kullandı.

AB kurumlarına meydan okunmasının AB'nin tarihinde bir ilk olduğunu kaydeden Oettinger, Aleksis Çipras hükümetinin söylemleriyle nefret ve umutsuzluğu körüklediğini savundu.


Oettinger, Çipras'ın Rusya'ya dostane sinyaller göndermesi, aynı zamanda Berlin ve Brüksel'e nefret dolu sözler söylemesinin kayda değer olduğunu bildirdi.

SON CÜMLEYE DİKKAT!

30 Ocak 2015 Cuma

NEDEN İZLENMEDİ?

ERDOĞAN'IN PROĞRAMI REYTİNGLERDE DÜŞÜK ÇIKMIŞ




İŞTE NEDENİ:

ÖNCE BİR ÖRNEK:

ABD Dış İşleri Bakanlığı günlük basın toplantıları düzenler. Genellikle Dış İşleri Bakan Yardımcıları kürsüye çıkar ve gazetecilerin sorularını cevaplar.

Dikkatle izleriz ellerinde notlarla çıkarlar ve soruları kağıttan okuyarak cevaplarlar.

Bu şu demektir:

Gazeteciler önceden belirleniyor, soracakları sorular ellerine önceden veriliyor ve cevaplar hazırlandıktan sonra Dış İşleri Bakan Yardımcıları kürsüye çıkıp sorulan soruların cevaplarını sırasıyla okuyorlar.

Burada amaçlanan ABD'nin iç ve dış takipçilerine vermek istediği mesajları; bu toplantı aslında mesaj vermek için yapılmamış ama gelen sorulara cevap vermek anlamında konuya açıklık getirilmiş gibi vermesidir.

NİÇİN REYTİNG ALMADI? 

Cevabı şu soruda gizli:

Acaba o gazeteciler Ahmet Takan, Ahmet Hakan,Sinan Meydan, Banu Avar, Yılmaz Özdil, Gültekin Avcı, Barış Yarkadaş, Aslan Bulut, Soner Yalçın olsaydı nasıl bir rayting alırdı?

Tabi takipçilerimiz başka gazeteciler de ekleyebilirler.    

Türkiye çok antidemokratik süreçlerden geçti. Ama bütün bunlara rağmen iktidarda bulunanların basın toplantılarında bir teamül vardı.Ve o teamüllere göre her kesimden, her basın mensubundan gazeteciler toplantıya katılır ve muhalif sorular da sorabilirlerdi.

Hatta Başbakanlar yılda bir iki defa muhalefet parti liderleriyle geride kalan icraat döneminin bir kritiğini yapmak üzere canlı yayın toplantısı icra ederlerdi. Seçim dönemlerinde bile böyle bir şeye tanık olamıyoruz. 

Bir liderler toplantısı yapılsa raytingler nasıl olur sizce?

Haydi bakalım hangi Türkiye daha demokrat?

Demokrat Türkiye mi? Antidemokratik Türkiye mi?