25 Şubat 2017 Cumartesi

Türkiye'yi Türklere böldürtmek

Barış Doster yazdı



Türkiye’ye son günlerde gelen ABD’lilerin konumu, rütbesi ve verdikleri mesajlar da, ABD’nin PKK – PYD terör örgütüne verdiği açık desteğe rağmen, Türkiye’den ABD’ye verilen mesajların dozu ve içeriği de bir kez daha gösterdi: Türkiye’nin Atlantik sisteminden kopması kısa vadede olanaksızdır. Bunu da en iyi ABD bilir.
Gerçekçi olalım: Rakka’da ABD ile birlikte hareket eden Türkiye’nin, nesnel olarak, olgusal olarak Rusya, İran ve Suriye ile daha fazla yakınlaşması mümkün değil. ABD, hem de sık sık, yüksek sesle bölgedeki en önemli müttefikleri arasında PKK – PYD terör örgütünü de sayıyor. Kuzey Irak’ta Barzani’nin sadakatinden memnuniyetini söylüyor. Onlara her türlü silahı, cephaneyi veriyor. Türkiye’nin tüm ısrarına karşın, PYD’yi terör örgütü olarak tanımıyor. Terör örgütünün uzantısı olan partinin yönettiği belediyelere, Türkiye’nin içişlerine karışarak, açıktan sahip çıkıyor. 
Şunu görelim: Dört bölge ülkesinin (Irak, Suriye, İran, Türkiye) bölünmesiyle kurulacak Kürt devleti, ABD ve İsrail’in stratejik hedefidir. Bu hedefe ulaşmak için çeşitli araçlara sahiptir ABD. Takım çantasında PKK – PYD terör örgütü de vardır. Ve ABD, bağımsız Kürt devletine giden yolda en önemli aşamanın, en kritik durağın, Irak’tan başlayan, Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşan koridor olduğunu bilerek adım atmaktadır. Bu koridor; stratejik, diplomatik, jeopolitik olduğu kadar, ekonomik olarak da zorunludur. O nedenle, bölünmeye çalışılan bölge ülkelerinin, onları bölmek isteyen ülkeyle müttefik olması, eşyanın tabiatına aykırıdır.
AÇILIM SÜRECİ YENİDEN BAŞLAR MI
Cumhurbaşkanı başdanışmanı, işadamı, gazeteci İlnur Çevik geçen hafta işaretini verdi. Belli ki, açılım süreci denilen, Türkiye’yi bölme, parçalama projesinin yeniden başlaması gündemde. Zamanı ve zemini kollanıyor. Referandum sonucu bekleniyor. ABD, Türkiye’nin PKK – PYD terör örgütüne karşı daha yumuşak davranmasını istiyor. HDP ve destekçileriyle yakın temas halindeki ABD’li diplomatlar, bu tutumlarını hiç saklamıyorlar. Kamuoyu önünde en küçük bir diplomatik nezaket kuralını da, Türkiye’nin hassasiyetlerini de hiç gözetmiyorlar.
Peki, Türkiye ne yapıyor? Israrla ABD ile stratejik ittifak ilişkisi içinde olduğunu söylüyor. Suriye’de ABD’yle işbirliğini artırmaya çalışıyor. ABD, kendi çıkarına göre konum alır, uygun müttefikler - araçlar seçer, takım çantası hazırlar, stratejilerini şekillendirirken; Türkiye doğru konum almıyor. Doğru ittifaklar kurmuyor. Atlantik ezberini bozamıyor. ABD’nin ağzının içine bakıyor. ABD Başkanı ile yapılan telefon görüşmesini, CIA başkanının ilk yurt dışı durağının Ankara olmasını gururla, davul zurna çalarak kutluyor.  
Anımsayalım: ABD, Süleymaniye’de Mehmetçiğin başına çuval geçirdi. Muavenet zırhlısını vurdu. Eşref Bitlis’i şehit etti. Ergenekon ve Balyoz kumpaslarını iktidar ve FETÖ eliyle tertipledi. Türk denizciliğinin gelecek 30 yılını kararttı. En seçkin, donanımlı, deneyimli, bilgili, çalışkan, yurtsever, Cumhuriyetçi subayları tasfiye etti. Türkiye’nin normal koşullar altında aynı safta olması gereken ülkelerle, ABD’nin hedefinde olan bölge ülkeleriyle bir araya gelmemesi için her yolu denedi. Başarılı da oldu. Türkiye’nin bölge ülkeleriyle, Avrasya güçleriyle yakınlaşmasını engelledi. Rusya, Çin ve İran’la ekonomik ilişkilerine koşut bir politik ve diplomatik ilişki kurmasının önüne geçti. Hem de ABD bunları, Türkiye’nin onca ısrarına karşın, FETÖ elebaşını iade etmeden, PYD’yi terör örgütü olarak tanımadan, dahası ona ağır silah, zırhlı araç vererek yaptı. Türkiye’nin IŞİD terör örgütüne karşı mücadelesini desteklerken, PKK – PYD terör örgütü hedeflerini vurmasından memnun olmadı hiç. Çünkü başından beri Türk ordusu ile bu terör örgütlerinin birlikte, bir ABD yapımı olan IŞİD’e karşı mücadele etmesini istedi.
ABD, KÜRDİSTAN’I TÜRKİYE’YE KURDURTMAK İSTİYOR
ABD akıllı davranıyor. Kürt devletini Türkiye’nin desteğiyle ve hamiliğinde kurmak, bir anlamda Türkiye’yi Türklere böldürtmek istiyor. Türkiye’nin Diyarbakır’dan değil, Ankara’dan bölüneceğini biliyor. Türkiye’nin muhalefet mevzilerinden değil, iktidar mevzilerinden bölüneceğini hesaplıyor. Türkiye’nin Çekoslavakya gibi barışçıl yollardan, kansız biçimde değil, Yugoslavya gibi kanlı biçimde bölüneceğini görüyor. Ve şunu diyor: “Musul’un belli bölgelerinin Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile birleşmesini sağlarım. Türkiye’nin PKK – PYD hedeflerini vurmaktan vazgeçmesini isterim”. Yani ABD, Musul üzerinden Türkiye’yi Irak başta olmak üzere bir kez daha komşularıyla karşı karşıya getirmek istiyor. Anımsayalım; Irak ile 384, Suriye ile 911 kilometre sınırı olan Türkiye, Irak merkezi hükümetinin bilgisi dahilinde Başika kampını açtığı halde, hatta Irak Savunma Bakanı kampı ziyaret etmesine karşın, Başika kampı konusunda Ankara ile Bağdat ters düşmüştü. Bu konuda Rusya ve İran açıkça, ABD ise diplomatik dille Bağdat’ı desteklemişti. 
Şunu görelim: Türkiye’nin yumuşak güç olanakları, devlet kapasitesi sınırlı. 15 Temmuz FETÖ’cü darbe girişimine gelene dek sert gücüne, yani silahlı kuvvetlerine güvenirdi. Türk ordusunun gücü, itibarı, caydırıcılığı öne çıkardı. FETÖ’cü darbe girişimi sonrasında büyük yara aldı. Son 15 yılda çok konuşan, ama gereğini yapmayan, yüksek perdeden atıp tutan sonra da U dönüşü yapan dış politikasıyla Türkiye’nin durumunu batılı diplomatlar, “diplomacy without teeth” deyimiyle açıklıyorlar. Yani sert gücü, yaptırım kapasitesi, müeyyide kabiliyeti olmayan diplomasi…
Dış politikada temel kurallardan biridir: Bir ülke için kendi sıkletinin altındaki ringlere çıkmak ne denli yanlış ise boyundan büyük laflar edip, tutamayacağı sözler verip, itibarını, saygınlığını, güvenilirliğini yitirmek de o kadar yanlıştır. Türkiye bu yanlışı son yıllarda çok sık yaptı. Misal; bir zamanlar İsrail – Suriye arasındaki barış müzakerelerine arabuluculuk etmeye çalışırken, sonrasında iki ülkede de büyükelçisi olmayan bir ülke oldu. Sonra İsrail’le anlaştı. Mavi Marmara saldırısında öldürülen yurttaşlarımıza İsrail’in vereceği 20 milyon dolarlık tazminata razı oldu. İsrailli yetkililer aleyhindeki davaları düşürdü, mahkemelerin, yargının bağımsızlığını tartışmaya açmak pahasına. “Gazze ablukası kalkmadan anlaşma olmaz” söylemi kenara atıldı.
Kıssadan Hisse: Bölgede mezhepçilik yapmak, Kuzey Irak’ta Barzani’ye sınırsız destek vermek, Türkmenleri yarı yolda bırakmak Türkiye’ye kaybettirdi. Siyasi rekabet içinde olduğumuz, enerji ithal ettiğimiz İran’ın ise eli daha da güçlendi. ABD’nin Kürdistan projesini bir türlü görmemenin maliyeti çok ağır olacak.
Barış Doster
Odatv.com


2013' den 2023' e Gaybi Gelecek (HZ.MEHDİ AS-SÜFYAN)(HZ.İSA AS-DECCAL) (3.DÜNYA SAVAŞI): ATATÜRK DÜŞMANI MUSTAFA ARMAĞAN'DAN SAPIK SORULAR ...

2013' den 2023' e Gaybi Gelecek (HZ.MEHDİ AS-SÜFYAN)(HZ.İSA AS-DECCAL) (3.DÜNYA SAVAŞI): ATATÜRK DÜŞMANI MUSTAFA ARMAĞAN'DAN SAPIK SORULAR ...: MUSTAFA ARMAĞAN ATATÜRK DÜŞMANI AMA SIRADAN BİR ATATÜRK DÜŞMANI DEĞİL. EN ÖNDE GELENİ VE DİĞER ATATÜRK DÜŞMANLARININ DA MÜRACAT MEVKİİ. KEND...

13 Aralık 2016 Salı

Arslan BULUT: TAK DEMEK, CIA DEMEKTİR!

Arslan BULUT: TAK DEMEK, CIA DEMEKTİR!
Yandaşlar, Beşiktaş saldırısının "başkanlık sistemine geçişi önlemek amacıyla" yapıldığını iddia ederek fetbazlık yapıyor. Fetbaz kelimesinin aslı "fendbaz"dır. "Fend", hile ve oyun demektir. Fetbaz da "her türlü hile ve düzeni bilen kişi" anlamına gelir.
Yalnız bu fetbaz yorum, tersini de akla getiriyor!
Öyle ya birisi çıkar da "Beşiktaş saldırısı, başkanlık sistemine geçişe meşruiyet kazandırmak için yapıldı" derse ne cevap vereceksiniz?
Fetbazlar, Türkiye'ye aynı anda üç terör örgütü ile savaş açıldığını görüyor ama bunu bile Türkiye'nin rejimini değiştirmek için kullanmaya çalışıyor!
Biz öncelikle Beşiktaş saldırısını üstlenen PKK'nın kolu TAK'ın önceki eylemlerini hatırlayalım.
2005 yılında Kuşadası'ndaki patlamada beş kişi ölmüş 13 kişi yaralanmıştı. O zaman PKK, patlamayla ve eylemi üstlenen TAK örgütü ile ilgileri olmadığını açıklamıştı.
PKK'nın Avrupa'da oluşturmaya çalıştığı yeni imajına zarar vereceği için, sivillere yönelik bu eylemleri yeni kurulan TAK örgütüne yaptırdığı anlaşılmıştı. Daha önce de Çeşme ilçesinde benzer bir eylem yapmışlardı. 2010 yılında da Taksim'de yine Çevik Kuvvet polislerine yönelik bir eylem düzenlemişlerdi.
Okurumuz Nevzat Erkeskin, 2005'teki saldırıyı "Yapılmak istenen, ABD ve AB tarafından desteklenen ve son zamanlarda tırmanış gösteren PKK terörü baskısıyla Türk devletini PKK ile masaya oturtmaktır" diye değerlendirmişti. Ben de bu görüşteydim. Nitekim daha sonra Türkiye'yi "koordinatör ülke" gözetiminde Oslo'da PKK ile masaya oturttular. Oslo'da ve sonradan Dolmabahçe mutabakatında PKK ile varılan anlaşma "demokratik özerklik" ve "ortak vatan" oldu! Yani Türk devletine ortak alırken rejimi de özerk bölgelere dolayısıyla federatif yapıya dönüştürmek... Fakat bu durum halk tarafından anlaşılıp AKP baş aşağı gidince, yeniden terörle mücadele başlatıldı.
Peki şimdiki saldırı ile Türkiye'ye ne dayatılıyor?
İngiliz gazetesi Financial Times, "Türkiye'de istikrarın tek yolu var... O da reformlar..." diye açıkça yazdı!
Reform dedikleri, "demokratik özerklik" ve "federasyon"dur. Dayatma budur! TAK demek CIA demektir! Herkes bunu böyle bilsin
Öyle ki ABD'deki Neo-Con'ların sözcülüğünü yapan Michael Rubin, "Türkiye'nin bölünme sürecinin psikolojik aşaması tamamlandı. Türkiye'nin sınırları yakında değişecek" diye yazıyor. Hatta "Tek mesele bölünme iki ayrı devlet şeklinde mi olacak yoksa Türkiye'ye dahil bir federasyon mu; o henüz belli değil" diyor!
Başkanlık sistemi, federasyonun olmazsa olmazı değil mi? "Türkiye'yi bölebilmeleri için terörle kaos ortamı oluşturarak başkanlık sistemine geçişi kolaylaştırmaya çalışıyorlar" denilirse yanlış bir değerlendirme mi olur? Abdullah Öcalan da "başkanlık sistemini destekleriz" demiyor muydu?
Ve ABD ile iş birliği içinde başlayan "Suriye'nin rejimini değiştirme operasyonu", şimdi "Türkiye'nin rejimini değiştirme operasyonu"na dönüşmüş değil midir?
Bu arada 21 maddelik Anayasa değişikliği paketinin 11'inci maddesine göre Cumhurbaşkanı yardımcıları, bakanlar ve bakan yardımcıları için Meclis soruşturması önergesi vermek, Meclis'in salt çoğunluğunun oyuna bağlanıyor ve neden önergenin kabulü için beşte üçün kabulü gerekiyor?
Eskiden Başbakan, bakanlar ve milletvekilleri için onda bir oy yetiyordu!
Ve neden hem Cumhurbaşkanı hem diğerleri için "Görevde bulundukları süre içinde işledikleri iddia olunan suçlar için görevleri bittikten sonra da bu madde hükümleri uygulanır" deniliyor?
Nasıl bir suç işliyorlar ki neredeyse "ömür boyu yargılanmamak" için Anayasa'ya madde yazdırıyorlar?
Benzer maddeyi Kenan Evren ve arkadaşları kendileri için Anayasa'ya yazdırdı da ne oldu?

15 Kasım 2016 Salı

TÜRKİYE İÇİN EN İDEAL YÖNETİM SİSTEMİ "ÇİFT BAŞKANLIK SİSTEMİDİR"

DEĞERLİ TAKİPÇİLERİMİZ AŞAĞIDA ÖNERDİĞİMİZ ÇİFT BAŞKANLIK SİSTEMİ YAZISINI 2006 YILINDA YAZMIŞTIK VE BAZI YERLERDE YAYINLANMIŞTI.

O ZAMAN CUMHURBAŞKANINI HALKIN SEÇMESİ TARTIŞILIYORDU. 
(DİKKAT 2006 YANİ DOKUZ YIL ÖNCE)




İŞTE O YAZI


Siyasi kadrolaşma için en uygun sistem mevcut sistemdir. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde yasama, yürütme ve yargı ülkemizdeki kadar iç içe olmamıştır.

Açıkçası bu durum siyasi partilerin de çok işlerine gelmiştir. Zaten az gelişmiş bir ülkeyiz ve halkımızın ihtiyaçları sınırsız. Hiçbir iktidarın tüm ihtiyaçları karşılaması da mümkün değil. 

Dolayısıyla halkı mutlu edecek bir iktidar bulmak da imkansız.
O halde yeni kurulan, bir takım iç ve dış destekleri de alan, hoş bir vizyon oluşturan her partinin iktidar olma şansı var demektir. İyi bir tanıtım, reklam ve propaganda ile meclise girmek mümkün.
Hatta bir de az gelişmiş halklara özgü manevi değerler üzerinden duygu sömürüsü yapılması kuralına da bağlı kalınırsa tek başına iktidar bile hayal değil.

Şimdi birbirinden ayır kolaysa yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı. Kim kimi yönetiyor bul bulabilirsen. Yasama da, yürütme de, yargı da hükümet. Hükümet de başbakan. Bu tek adam yönetimi değildir de nedir? Dünyanın hangi demokratik ülkesinde siyasi parti, meclis ve hükümet tek adamdan emir almaktadır?

Türkiye, en kısa sürede ilgili kanun değişiklikleri ile siyasi istikrarı ve temsilde adaleti sağlayan bir seçimlik değil her seçimlik adil ve demokratik bir seçim sistemi kurmalıdır.

Önümüzde cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Diyelim ki AKP seçim günü kendi içinden bir cumhurbaşkanı seçti. Yasal mıdır? Yasaldır. Teamüllere uygun mudur? Uygundur. Süleyman Demirel kendi hesabıyla yüzde on bir halk desteği ile seçildiğine göre temsil yetkisi var mıdır? Evet, vardır. Peki rahatsız olacaklar var mıdır? Evet, onlar da vardır. Her zaman olmuştur.

Belki AKP’nin seçeceği cumhurbaşkanı, önceden seçilmiş bir kaç cumhurbaşkanından daha meşrudur. Ama sorun AKP’nin seçeceği cumhurbaşkanı değil, cumhurbaşkanlarının seçiliş biçimidir. Kötü niyetli bir siyasi parti hem iktidarı hem de cumhurbaşkanlığı makamını mevcut seçim sisteminde pekala eline geçirebilir.

İşte en büyük sorun budur. Devletin tüm kadroları hükümet tarafından oluşturulmakta ve önemli mevkiler için cumhurbaşkanının da onayı gerekmektedir. Yani kötü niyetli bir hükümet cumhurbaşkanlığı makamını da eline geçirirse başta Genel Kurmay Başkanlığı olmak üzere devletin tüm kadrolarını rahatlıkla eline geçirebilir, rejimini değiştirebilir, hatta cumhuriyeti bile yıkabilir.
Temennimiz milli güçlerin engel olmasıdır. Ama her ihtilalin de millete ağır maliyetleri olmuştur. 27 Mayıs’ın, 12 Eylül’ün bile tahribatları unutulmadı. Kaldı ki böyle bir girişim hem devleti hem de milleti böler ki Allah korusun çok vahim sonuçlar doğurabilir. İşte bu nedenle konu çok önemlidir ve Türkiye’deki seçim sistemleri mutlaka baştan aşağı değiştirilmelidir.

• Cumhuriyet için Çağdaş ve Güvenilir Bir Seçim Sistemi Önerisi

A - Sistemin içeriği

1) Cumhurbaşkanını, milletvekillerini, belediye başkanlarını, il genel meclisi üyelerini, belediye meclisi üyelerini, mahalle ve köy muhtarlarını doğrudan halk seçer.
2) Cumhurbaşkanını, milletvekillerini, belediye başkanlarını, il genel meclisi üyelerini, belediye meclisi üyelerini siyasi partiler aday gösterir. Ancak seçilme haklarına haiz olan herkes bağımsız aday olabilir.
3) Seçimler beş yılda bir, iki turlu seçim sistemine göre yapılır.
4) Yüksek Seçim Kurulu seçim günleri için ardışık iki pazar gününü belirler. Birinci pazar en çok oyu alan iki aday veya aday parti ikinci pazar yeniden seçime gider ve kazananlar yüksek seçim kurulunca ilan edilir.
5) Vergi denetmenleri başkanlıkları hariç, Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı da dahil olmak üzere tüm teftiş kurulu başkanlıkları doğrudan devlet denetleme kuruluna bağlanır. Devlet denetleme kurulu da doğrudan cumhurbaşkanına bağlıdır.
Ülkenin tüm denetim işleri doğrudan cumhurbaşkanı tarafından bu kurullara yaptırılır. Bakanlar sadece kendi bakanlıkları ile ilgili denetimleri kendi bünyelerinde bulunan teftiş kurulu başkanlıklarına yaptırabilirler. Diğer bakanlık ve kurumların faaliyet alanına giren denetim işlerini ise cumhurbaşkanına bildirirler.
6) Cumhurbaşkanının icraya yönelik tüm yetkileri başbakana devredilir.
TBMM’ne ve cumhurbaşkanına bağlanmayan tüm kurumlar başbakana bağlanır.
Cumhurbaşkanı sadece denetimin başı olur ve denetim mekanizmalarını çalıştırır. Başbakan tüm icraat faaliyetlerinden dolayı, cumhurbaşkanı da denetim faaliyetlerinden dolayı doğrudan TBMM’ne karşı sorumludur.
Cumhurbaşkanı sadece başbakanın teklifiyle TBMM tarafından 3/4 oyçokluğu ile görevden alınabilir. Başbakan sadece cumhurbaşkanının teklifi ile TBMM tarafından 2/3 oyçokluğu ile görevden alınabilir.
7) Devletin bölünmez bütünlüğünü ve anayasal ilkelerini TBMM temsil eder. Bu bağlamda TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT doğrudan TBMM’ne bağlı olur ve bu güzide kurumların en üst düzey beş memurundan her biri, başbakanın teklif edeceği üç aday arasından, cumhurbaşkanı tarafından seçilir.
Cumhurbaşkanının seçeceği kişinin TBMM tarafından ilk toplantıda salt çoğunluk esasına göre onaylanması şarttır.
8) Yargı sistemi tüm kurum ve kuruluşlarıyla birlikte doğrudan TBMM’ne bağlıdır. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay ve Yüksek Askeri İdari Mahkeme üyeleri ve yüksek mahkeme başsavcıları yedinci madde usül ve esasları doğrultusunda belirlenir. Diğer hakim ve savcıların tüm atamaları ve tayin işlemleri HSYK tarafından yapılır.
HSYK üyeleri hakim ve savcılar tarafından seçilir. Seçilen hakim ve savcılar başbakan veya cumhurbaşkanının önerisi ile TBMM tarafından salt çoğunlukla her zaman görevden alınabilir.
9) Valiler ve kaymakamlar doğrudan cumhurbaşkanına bağlanır, cumhurbaşkanı tarafından tayin edilir ve TBMM tarafından salt çoğunlukla onaylanır. Valilerin ve kaymakamların icraata yönelik tüm yetkileri belediye başkanlarına devredilir. Valiler ve kaymakamlar sadece cumhurbaşkanının denetim faaliyetlerinin yerel temsilcisi ve takipçisi olurlar.
10) Mahalle ve köy muhtarları icraat bakımından en yakın belediye başkanının, denetim bakımından da bağlı bulunduğu kaymakamlığın o mahalle veya köydeki temsilcisidirler.

B - Sistemin Yararları

1) Bu sistemde cumhurbaşkanlarının her seçimde tartışılan meşruiyet sorunu aşılmış olacaktır.
2) Hem cumhurbaşkanı hem de hükümet halkın yüzde elli artı birini temsil edeceğinden hem temsil sorunu olmayacak hem de siyasi istikrar sağlanmış olacaktır.
3) Anayasa değişiklikleri zorlaşacak,uzlaşma kültürü yerleşecek ve rejim kendisini daha iyi koruyacaktır.
4) Denetim mekanizması da bağlı olduğu makamın temsil yetkisi nedeniyle daha sorumlu işleyecektir.
5) Bu sistemde siyasi kadrolaşmanın ya önüne geçilecek ya da meşru zemine oturacaktır.Güvenli bir kadrolaşma olacağından en azından tartışılmayacaktır.
6) Bu sistem de bakanların meclis dışından olması da mümkün olup yasama ile yürütmenin bağımsız çalışması ve yürütmenin yasama tarafından etkin denetimi de sağlanabilir.
7) Yine bu sistemde yargı doğrudan meclise bağlı olmakla birlikte kadroları cumhurbaşkanı tarafından denetlenerek yürütmenin yargı üzerindeki etkilerini de kaldırmak mümkündür.
8) Tüm denetleme kurulları doğrudan cumhurbaşkanına bağlanacağından en büyük sorunumuz olan etkin denetim de siyasi rantlardan uzak olarak işler hale gelecektir.İcra makamının kendisi icraatını denetlemediği açıktır.
9) Bence bu sistemin en önemli kazanımı; halkın ikinci defa sandığa giderek oy verdiği partiden başka bir partiye de oy vermesini mümkün kılarak, tabanda uzlaşma kültürünün sağlanmasıdır. Artık bu millet bağnaz particiliği de bırakmalı ve adayların mensubu olduğu partiye değil sahip oldukları niteliklere oy vermelidir.
10) İcra makamı artık denetleneceği için daha dikkatli ve verimli çalışacaktır. Yıllar süren işler çok kısa sürede bitirilecek ve kalkınma hızlanacaktır.
11) Bu sistemin bir çok yararını daha saymak mümkündür ama kısaca şunu söylemek yeterli olacaktır. Bu sistem bir seçimlik değil her seçimlik bir sistemdir.


Yazan: Safa Asya 24.11.2006 

PEKİ BU SİSTEMİ KİM İSTER? KİM İSTEMEZ?

Vatanını Milletini seven DÜRÜST kişiler ister.
Vatanını ve Milletini seviyormuş gibi görünüp de aslında hiç de dürüst olmayanlar ve bulundukları makamlardan nemalananlar ile onların nemalandırdıkları hiç mi hiç istemezler.

NOT:Yazıda düzeltilebilecek hususlar var ama aynen almayı tercih ettik. Sadece zorunlu bir açıklama olarak şunu ekleyelim. Başkanlık Sistemi adı altında Eyalet Sistemi kelimenin tam anlamıyla İHANETTİR.

Yukarıda önerdiğimiz sistem eyaletsiz sistemdir.Aslında eyaletli eyaletsiz ayrımı yapmaya gerek duyma bile bir ihanet niyetinin göstergesidir. Sistem budur eyalete falan hiç gerek yoktur.

GERÇEKTEN DÜRÜST OLANLAR BU SİSTEMİ DAHA DA GELİŞTİRİP, NOKSANLARINI TAMAMLAYARAK GETİRİRLER.

SİZCE GETİRİRLER Mİ?



23 Ekim 2016 Pazar

YUNUS AS SURESİ 79-88 AYETLER



YUNUS AS SURESİ 79- 88 AYETLER





Musa Firavun’a dedi ki: Bilgili bütün sihirbazları bana getirin! (79)



Sihirbazlar gelince Musa onlara: Atacağınızı atın, dedi. (80)



Onlar (iplerini) atınca, Musa dedi ki: "Sizin getirdiğiniz sihirdir. Allah onu boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez." (81)



"Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır." (82)



Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa`ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi. (83)



Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah`a inandıysanız ve O`na teslim olduysanız sadece O`na güvenip dayanın. (84)



Onlar da dediler ki: "Allah`a dayandık. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma! (85)



Ve bizi rahmetinle o kafirler topluluğundan kurtar!`` (86)



Biz de Musa ve kardeşine: Kavminiz için Mısır`da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın. (Ey Musa!) Müminleri müjdele! diye vahyettik. (87)



Musa dedi ki: Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında zinet ve nice mallar verdin. Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri), insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici cezayı görünceye kadar iman etmesinler, diye mi (verdin)? Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver (ki iman etsinler). (88)

8 Ekim 2016 Cumartesi

MUSUL OPERASYONU SURİYE'NİN İŞGALİNE; İŞGAL DE 3.DÜNYA SAVAŞINA DÖNÜŞECEK



ABD’li Komutan 3. Dünya Savaşı’nın Kaçınılmaz Olduğunu Belirtti


ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Mark Milley, ABD’nin Rusya ile ‘ölümcül ve hızlı’ bir savaşa gireceğini savunarak 3. Dünya Savaşı’nın kaçınılmaz olduğunu belirtti. Mark Milley, ulus devletler arasında büyük bir savaşın “neredeyse garanti” olduğunu söyledi. Tümgeneral William Hix ise ABD Ordusu’nun Kore’den bugüne görülmemiş bir şiddete hazırlanması çağrısında bulundu.



ABD ve Rusya’nın tehlikeli restleşmesinden hemen sonra ABD Ordu Birliği’nin Washington’da Geleceğin Ordusu panelinde kıyamet senaryoları konuşuldu. ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Mark Milley, toplantıda ulus devletler arasında büyük bir savaşın “neredeyse garanti” olduğunu söyledi. General Milley, bunun daha önce misli görülmemiş bir savaş olacağını çünkü ABD’nin alışkın olduğu uydu teknolojisi olmaksızın siber savaş ve sıcak çatışma içinde olacağını söyledi. Milley’nin açıklamaları, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Rusya’daki her şehirde nükleer kıyamete karşı tatbikat yapılması talimatı vermesinden sonra geldi. Moskova yönetimi, ABD’nin Suriye rejim güçlerini vurması halinde ABD uçaklarını düşüreceğine yönelik Washington’ı uyarmıştı.


‘BİZ GÜÇLÜYKEN MEYDAN OKUNUYOR”

General Milley, askeri birliklerin, karmaşık şehir savaşlarında görev almaya hazır olması gerektiğini de savundu. Rusya’nın meydan okumasından rahatsızlığını dile getiren Milley, “Biz şu anda hazırken, bize meydan okunuyor. Eğer amaç savaşa engel olmaksa, ordumuz ve milletimiz hazır olmak zorunda” ifadelerini kullandı. Milley, daha üst düzey hava kuvvetleriyle mücadele ediyor olma ihtimalinin de göz önünde bulundurulması gerektiğini kaydederek, deniz, hava ve kara kuvvetlerinin daha yakın bir çalışma içinde olmaları gerektiğini belirtti.


 KORE’DEN BERİ GÖRÜLMEMİŞ ŞİDDET

Toplantıda konuşan Tümgeneral William Hix ise, Çin, ABD ve Rusya arasında artan gerilime işaret ederek uyarılarda bulundu. Hix, Çin ve Rusya’nın ordularının teknolojik açıdan oldukça ileride olduğunu belirterek, ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’un, “ABD Ordusu’nun Kore’den bugüne görmediği şiddete” hazır olması gerektiğini söyledi.

Hix, “Yakın gelecekte konvansiyonel bir savaş oldukça ölümcül ve hızlı olacaktır ve biz kronometreye sahip olmayacağız. Olayların hızı, muhtemelen bizim insani becerilerimizi zorlayacak. Uzak gelecekte makinelerin karar verebilme hızı, insanın baş edebilme yetisini zorlayacak ve insan ve makine arasında yeni ilişkiler gelişmesini gerektirecek” dedi.

En saldırgan devlet Rusya

Orduda operasyon, planlama ve eğitimden sorumlu özel kalem yardımcısı Korgeneral Joseph Anderson, “askeri rekabette agresif hareket eden modern ulus-devletler” olarak en büyük tehditlerinin Rusya olduğunu söyledi. Ordunun üst düzey generalleri, ABD’nin savaş hazırlığında çağ ötesi silah sistemleri geliştirdiğini de doğruladı.



SAFA ASYA'NIN YORUMU

3.Dünya Savaşı bağıra bağıra geliyor.
Hz.Mehdi AS bu yıl zuhur etmeyecek, ancak salı günü Mekke'de olma ihtimali var. Ama gelecek yıl Muharrem Ayının onuncu günü Hz.İbrahim makamı ile Kabe arasında (Rükün ile Makam) biatları kabul edecek İnşallahu Allahu Ekber.

Seneye kaldı çünkü Mekke'deki gelişmeler tamamlanmadı.Seneye tamamlanabilir. Saatin gölgesi Kabe üzerine düştü ama Kabe'de ayaklanma olmadı.Seneye İnşallah.

Türkiye'nin Musul operasyonunda yer alması ulusal çıkarlarımıza uygun değil. Çünkü orada yani Rakka-Musul hattında çıkacak bir savaş var. Bu savaş hadis yorumlarında  Karkısa Savaşı olarak geçmektedir.Mervaniler (Barzani'nin Kürtleri) ile Abbasiler (Irak Ordusu) arasında olacak. Bu savaşa katılan herkes helak olacak.

Stratejik olarak da bu savaş aleyhimizedir. Esasında Türkiye'nin Kuzey Irak politikası en başından beri hatalıdır ve tamamen yanlıştır.Çünkü biz  Barzani ile Irak'ı bölüp Türkiye'yi büyütme planı yaparken ABD Yahudileri Barzani ile İsraili birleştirip Büyük İsrail planı peşindeler.


Barzani de asla bizden yana değil, onların uşağıdır. ABD ile askeri anlaşma imzaladı.

Türkiye Barzani için Musul'a giderse Barzaninin Kürt Devleti kurulacak.
Yok eğer Türkiye Barzani için Musul'a gitmezse uzak durursa Barzani Kürt Devleti kuramayacak. Çünkü Barzani'nin Kürt devleti kurmasını isteyen Türkiye'den (Daha doğrusu AKP'den) başka isteyen hiç kimse yok. Ne Rusya istiyor ne İran, ne Irak istiyor Ne Esad! Nasıl kuracaklar? Bu mümkün değil..

ABD'nin oyunu Türkiye'nin desteği ve yardımlarıyla Barzani'ye Kürt Devleti kurdurmaktır. Görünüz lütfen.

PKK ve PYD ise Barzani'nin kuracağı Kürt Devleti'ne bölgeyi razı etmek için kullanılan kozdur. İşi bitince PKK'yı da PYD'yi de Türkiye'ye teslim edecekler. "PKK kurmasın ama Barzani olabilir" dememizi istiyorlar.Tuzak Barzani'dir.PKK'nın zaten böyle bir şansı yok.

Türkiye ya Irak merkezi Hükumeti ile birlikte hareket etmeli ya da -Barzani'ye destek vermeye de kalkmamalı ve- tarafsız kalmalı.Amiral Soner Polat'ın tavsiyelerine uyulmalı.

Hadis yorumlarına göre Musul Operasyonu, Musul barajının patlatılmasına neden olacak ve yüzbinlerce insan ölecek, mağdur olacak. Musul'da istediğini alamayan ABD Suriye'nin işgaline yönelecek ve 3.Dünya Savaşı başlayacak. Ya bu yıl sonuna kadar ya da gelecek yıl ortalarında bu savaş başlayacak.

Suriye'nin işgali Ürdün'deki ABD Koalisyon güçlerinin DERA'ya girmesiyle başlayacak.







2 Eylül 2016 Cuma

FIRAT KALKANI

FIRAT KALKANI OPERASYONU KIBRIS KARIŞMADAN BİTMEYECEK. 

HADİS YORUMLARINA GÖRE FIRAT KALKANI OLACAKTI, OLDU. 

AMA NE ZAMAN BİTECEK?

EL CEVAP:

KIBRIS'DA RUMLAR PROVOKASYONA BAŞLAMADIĞI MÜDDETÇE BİRLİKLER SURİYEDEN ÇIKMAYACAK.


FIRAT KALKANI BELKİDE BASİT BİR PLANLAMANIN SONUCU DA OLABİLİR AMA GELİŞMESİ VE SONUÇLARI BAKIMINDAN ÇOK YÖNLÜ VE ÇOK GRİFT UNSURLAR İÇERMEKTEDİR.BİR KISMI DA AÇIKLANAMAYACAK CİNSTENDİR.YANİ ZAMANI DEĞİL.

SADECE BİR SORU:

FIRAT KALKANI OPERASYONU BAŞLADIĞI ANDA ABD; KOALİSYON HAVA KUVVETLERİ İLE DESTEK VERDİKLERİNİ AÇIKLADI.

HÜSNÜ MAHALLİ PUTİN'İN OPERASYON ÖNCESİ SURİYE'DEKİ S400'LERİ DEVRE DIŞI BIRAKTIĞINI AÇIKLADI.

BİR BAŞKA YABANCI BASIN KURULUŞU PUTİN İLE OBAMA'NIN HALEP'E ORTAK OPERASYONU KONUŞACAKLARINI YAYINLADI.

TÜRKİYE'Yİ SURİYE'DE KİM NİÇİN DESTEKLİYOR YA DA KİM NİÇİN KARŞI ÇIKIYOR?

ABD:
BİR CIA YÖNETCİSİ:
"RUSYA VE İRAN İLE ANLAŞMADAN ESAD'I DEVİRMEK İMKANSIZ.BİZ RUSYA VE İRAN'I ABD İLE ANLAŞMAYA ZORLAYACAK ADIMLAR ATMALI VE SURİYE'DE BASKI KURMALIYIZ.BU BASKI ILIMLI MUHALİFLERİN SURİYE'DE BAZI YERLERİ ELE GEÇİRMESİ OLABİLİR" DEMİŞTİ.

RUSYA:

"FETÖ'NÜN ARKASINDA ABD'NİN OLDUĞUNU VE BU FETÖNÜN TÜRKİYE'YE VE ORTADOĞUYA HATTA BÖLGEDEKİ RUS ÇIKARLARINA DA BÜYÜK ZARARLAR VEREBİLECEĞİNİ TÜRKİYE İLE PAYLAŞMIŞTIK.FETÖ DEDİĞİMİZ GİBİ ÇIKTI VE TÜRKİYE DE BİZİM DEDİĞİMİZ NOKTAYA GELDİ.ARTIK TÜRKİYE İLE BİRLİKTE HAREKET ETMEKTE DE BİR SAKINCA YOK. ABD İLE ARASI AÇILMIŞ BİR TÜRKİYE BİZİM İÇİN YENİ BİR MÜTTEFİKTİR" DİYE DÜŞÜNÜYOR. 

FETÖ DE BAHANE RUSYA İÇİN ESAS ÖNEMLİ OLAN ABD İLE ARASI AÇIK OLAN TÜRKİYE'DİR. RUSYA FETÖYA NE BAKAR NE DE KORKAR.

YANİ RUSYA; ABD İLE ARASI AÇILAN TÜRKİYE'YE SURİYE'DE TERÖRİSTLERLE (IŞID VE PYD) MÜCADELEDE DESTEK ÇIKIYOR. ANCAK ABD İLE ARAMIZ AÇIK MI DEĞİL Mİ? BU KONUDA DA TEYAKKUZDA BEKLİYORLAR. İŞTE VEHAMET DURUM BU.

MADEM ABD FETÖYÜ KULLANARAK TÜRKİYE'DE AKP VE TÜRKİYE DÜŞMANLIĞI YAPARAK DARBE GİRİŞİMİNE DESTEK VERİYOR O HALDE NASIL OLUYOR DA BİR KAÇ GÜN İÇİNDE TEKRAR ANLAŞIP BİRLİKTE SURİYE'DE OPERASYONA GİRİŞEBİLİYORLAR?

RUSYANIN KAFASINI BU SORU KARIŞTIRIYOR.AMA DİPLOMATİK KANALLAR SONUNA KADAR AÇIK VE TÜRKİYE BU KONULARDA RUSYA'YI İKNA ETTİ. ZATEN RUSYA'NIN SURİYE POLİTİKALARI İLE TÜRKİYE'NİN ÇIKARLARI ÖRTÜŞMEKTEYDİ.

RUSYA'YA "IŞID İLE MÜCADELE EDİLECEK, CERABLUS'TAN IŞID ÇIKARILACAK, PYD FIRAT'IN BATISINDAN ATILARAK SURİYE'NİN KUZEYİNDE BİR PYD HATTI KURULMASINA İZİN VERİLMEYECEK VE (BURASI ÇOK ÖNEMLİ:) SURİYE'NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ KORUNACAK VE BU BÜTÜNLÜK İÇİNDE VE BELKİ DE SURİYE YÖNETİMİ İLE BİRLİKTE BÖLGEDE SİVİLLERE YENİ BİR ŞEHİR KURULARAK TÜRKİYE'DEN MÜLTECİ GÖNDERİLECEK" 

DENİLDİ VE BUNLAR ZATEN RUSYA'NIN DA İSTEĞİ OLDUĞUNDAN ÇIKARLAR ÖRTÜŞTÜ.. 



ABD...


ABD, PYD KONUSUNDA  YENİ BAŞKAN HİLLARY CLİNTON SEÇİLİNCEYE KADAR HEP İKİLİ OYNAYACAK VE TÜRKİYE'Yİ KIZDIRACAK.

ŞU AN PYD'YE "FIRAT'IN DOĞUSUNA ÇEKİL, FIRAT KALKANI BİTİNCE DE GERİ GEL" DEDİLER. AMA NE ZAMAN BİTECEK O BELLİ DEĞİL.

ABD AÇISINDAN FIRAT KALKANI; CERABLUS GİBİ IŞID'İN HAKİM OLDUĞU BÖLGELERİN IŞID'DEN TEMİZLENMESİ VE ILIMLI MUHALİFLER DENEN ÖSO'YA VERİLMESİYLE BİTMELİ.SONRA DA ABD'NİN BİR OLDU BİTTİ EMRİ İLE PYD'YE VERİLECEK. 

AMA KIYAMET İŞTE O ZAMAN KOPACAK...
 

OLABİLECEKLER:

HEM ABD HEM DE RUSYA ŞU ANDA FIRAT KALKANI OPERASYONUN YANINDADIR. AMA BU OPERASYON ÖNCE MENBİÇ SONRA DA HALEP'E KAYARSA (BU ABD POLİTİKASI OLUR) VE SURİYE REJİM GÜÇLERİYLE TÜRK ASKERİ KARŞI KARŞIYA GELİRSE RUSYA AYAĞA KALKACAK.

YOK EĞER MENBİÇ'TE KALINIR DA O BÖLGEDE SİVİL YERLEŞİM TÜRK BÖLGESİ VEYA TOKİ ŞEHRİ İNŞAASI OLURSA O ZAMAN DA ABD AYAĞA KALKACAK.ÇÜNKÜ PYD' Yİ SATMIŞ OLACAK.   

HADİS YORUMLARINA GÖRE ALLAHU ALEM:

TÜRKİYE ŞU ANDA AHİR ZAMANDA ABD VE RUSYA YANLILARININ HARARETLE TARTIŞTIĞI VE RUSYA YANLILARININ YÖNETİME HAKİM OLDUĞU DÖNEMDEDİR.

YANİ FIRAT KALKANI CERABLUS'DAN MENBİÇ'E GİDER YA DA GİTMEZ AMA ORADA PYD'YE TAVİZ VERİLMEYECEK VE PYD FIRATIN DOĞUSUNA ATILACAK.O BÖLGEDE UÇUŞA YASAK BÖLGE İLAN EDİLECEK VE ASKERİMİZİN KONTROLÜNDE SİVİL YERLEŞİM YERİ PLANLANACAK.YANİ RUSYA İLE HAREKET EDİLECEK.

BU OLAY ABD'NİN TÜM BATIYI ARKASINA ALARAK PYD'YE SİYASİ VE ASKERİ DESTEK GETİRMESİNE VE TÜRK BİRLİKLERİNE KARŞI ÇOK ŞİDDETLİ VE ÇOK ANİ BİR SALDIRININ YAPILMASINA NEDEN OLACAK. 

BU KONUDA PYD İLE BİRLİKTE IŞID, EL NUSRA VE ÖSO GİBİ ÖRGÜTLERE KARŞI DA DİKKATLİ OLUNMALI.ÇÜNKÜ HEPSİ ABD'NİN EMRİNDEDİR.AKSİNİ DÜŞÜNEN STRATEJİ HATASI YAPAR.

PYD BU KADAR GÜÇLÜ MÜ? HAYIR ASLA.
AMA DESTEKÇİLERİ ÇOK GÜÇLÜ.SURİYE'DE ESAD GÜÇLERİ HARİÇ NE KADAR SİLAHLI GRUP VARSA KENDİ ÖZEL BİRLİKLERİNİ DE İÇLERİNE KATARAK TAARRUZ EDEBİLİRLER.

VE BÖYLE BİR DURUMDA RUSLAR YARDIM ÇAĞRISIYLA VEYA KENDİLİKLERİNDEN YARDIM AMACIYLA KARADAN AMİK OVASINA GELEBİLİRLER.

RUSLAR YA TÜRKİYE İLE  ABD ANLAŞIR DA ESAD'I DEVİRMEK İÇİN HALEP'E OPERASYONU UZATIRLARSA YA DA TÜRKİYE İLE RUSYA ANLAŞIR DA ABD VE TERÖRİSTLERİ SURİYE'DEKİ BİRLİKLERİMİZE SALDIRIRSA AMİK OVASINA İNEBİLİR.

BUNDAN SONRASI İSE DOST İLE DÜŞMANIN KARIŞTIĞI SAFLARIN SÜREKLİ DEĞİŞTİĞİ DÖNEMDİR. RUSLARLA SAVAŞACAĞIZ,ABD YARDIM EDECEK VE SONRA ABD İLE SAVAŞACAĞIZ VE HZ.MEHDİ AS GALİP GELECEK.HADİS YORUMLARI BU ŞEKİLDE ALLAHU ALEM.

KURAN'A GÖRE MÜRŞİT KURAN'DIR.YOBAZLIĞA ELVEDA.



İSLAMDAN AYRI İLİM, İLİMDEN AYRI İSLAM OLMAZ.
İLİM İSLAMIN, İSLAM DA İLMİN KENDİSİDİR.





BAK MÜSLÜMAN KARDEŞİM…

1453 DE BİZANS SURLARINI YIKAN TOPLARI YAPTIRAN FATİH, İSLAMIN İLİM, İLMİN DE İSLAM OLDUĞUNU BİLDİĞİ İÇİN YAPTIRDI. VE HZ. PEYGAMBER SAS EFENDİMİZİN CENNET MÜJDESİNE NAİL OLDU.


PEKİ 1.DÜNYA SAVAŞINDA OSMANLI ORDULARINI NASIL KAYBETTİK?

İNGİLİZ VE FRANSIZ ORDULARININ YÜKSEK TEKNOLOJİ ÜRÜNÜ SİLAHLARINA KARŞI SİLAHIMIZ OLMADIĞI İÇİN KAYBETTİK.


FATİH'DEN SONRA OSMANLI'YA HURAFELER GİRMEYE BAŞLADI VE OSMANLI YIKILMA SÜRECİNE GİRDİ.


İSLAM'DAN VE İLİMDEN UZAKLAŞAN OSMANLI ÇANAKKALE'DE İNGİLİZ GEMİLERİNİ GÖRÜNCE ŞAŞKINA DÖNDÜ.


TÜM ORDULARIMIZI KAYBETTİK. GERİYE YARALI MİLLETİMİZ KALDI.
İŞTE BÖYLE BİR ZAMANDA ATATÜRK ÇIKTI DEDİ Kİ:


"TÜM ORDULARIMIZI, İLİMDEN UZAKLAŞTIĞIMIZ İÇİN, FATİH'İN İZİNDEN GİDEMEDİĞİMİZ VE İSLAM'I HURAFELERE TESLİM ETTİĞİMİZ İÇİN KAYBETTİK" DEDİ.


ORDUSU KALMAMIŞ YARALI BİR MİLLET İLE DE MİLLİ MÜCADELEYİ KAZANDI VE CUMHURİYETİ KURAR KURMAZ DA HURAFELERE SAVAŞ AÇTI.


İSLAMA DEĞİL, KOSKOCA OSMANLI'NIN YIKILIŞ SEBEBİ OLAN HURAFELERE SAVAŞ AÇTI. SİVRİSİNEKLERE DEĞİL BATAKLIĞA KARŞI MÜCADELE ETTİ.


AMA HURAFELERDEN NEMALANAN NÜFUS SAHİPLERİ ELLERİNDEKİLERİ KAYBETMEMEK İÇİN ALDIKLARI DIŞ DESTEKLERLE HURAFELERE SAHİP ÇIKMAYA DEVAM ETTİLER.ŞEYH SAİD AYAKLANMASI BUNUN SONUCUYDU.


ŞİMDİ HALA HURAFELERİN YENİDEN MODERN TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ'Nİ VE KAHRAMAN TÜRK MİLLETİNİ ESARETİ ALTINA ALMAYA ÇALIŞTIĞINA ŞAHİT OLUYORUZ.


3.DÜNYA SAVAŞI KAPIDA AMA BİZLER HALA "ALLAH BİZİ KORUR ÇÜNKÜ BİZ MÜSLÜMANIZ" DEMEYE DEVAM EDİYORUZ.


ON TANE ATOM BOMBASI ATSALAR, O SİZİ SÖMÜRENLER O GÜN KAYITSIZ ŞARTSIZ TESLİM BAYRAĞINI ÇEKER VE NELERİ VARSA DA TESLİM EDERLER.KANMAYINIZ.

KAHRAMAN IRKIM VE CENNET VATANIM TAM 600 SENEDEN BERİ DİNSİZLİK İLE YOBAZLIK ARASINDA BOCALANIR DURUR. BUNU KAFİRLER BU MİLLETE KASTEN REVA GÖRÜRLER.


LİYAKATLİ DİNSİZLER İLE LİYAKATSİZ MÜSLÜMANLAR ARASINDA YUVARLANDIK YILLARCA.


KAFİRİN EN BÜYÜK DÜŞMANI İSE LİYAKATLİ MÜSLÜMANLAR OLDU.
ATATÜRK BU AZİZ MİLLETE LİYAKATLİ MÜSLÜMAN OLMAYI EMRETTİ. LİYAKATSIZ YOBAZ OLMAYI DEĞİL.LİYAKATLİ MÜSLÜMAN OLMAYI EMRETTİ, DİNSİZ OLMAYI DEĞİL.


EMANETİ EHLİNE VERMEK ALLAH’IN CC EMRİDİR. ATATÜRK DE BUNU EMRETTİ. MÜHENDİS VARKEN İŞİ KALFAYA TESLİM ETMEK, HUKUKÇU VARKEN KANUNU ÇOBANA YAPTIRMAK YOBAZLIKTIR. ALLAH’A İSYANDIR.



BAKINIZ YİNE YAZIYORUZ TEKRAR TEKRAR YAZIYORUZ.

KURAN’IN ARAPÇASINI OKUMAK BİR TÜRK İÇİN ZİKİRDİR VE SÜNNETTİR AMA FARZ DEĞİLDİR. TÜRKÇESİNİ OKUMAK İSE HEM ZİKİR HEM DE FARZDIR.



ÇÜNKÜ KURAN OKUNMAK, ANLAŞILMAK VE İBRET ALMAK İÇİN İNDİRİLMİŞTİR.TÜRKLERE İNSEYDİ; KURAN’A GÖRE KURAN TÜRKÇE İNECEKTİ. HALA TERSİNE GİDEN YOBAZDIR.



İSPATI ŞUDUR: KURAN ARAPLARA NİÇİN TÜRKÇE İNMEDİ? CEVABINI KURAN VERİYOR:



EĞER O KURAN’I ARAPLARA ARAPÇA DEĞİLDE BAŞKA BİR DİLDE İNDİRSEYDİK “HİÇ ARAPLARA YABANCI DİLDE KİTAP OLUR MU; NASIL ANLAYACAĞIZ, ARAPÇA İNDİRİLMESİ LAZIM DEĞİL MİYDİ?” DİYECEKLERDİ…



BUYURUYOR ALLAH CC KURANDA..



KURAN SADECE PEYGAMBERE İNMEDİ HER MÜSLÜMANA AYRI AYRI İNDİ OKUSUN DİYE.HER MÜSLÜMAN KURANI OKUMAKTAN TEK BAŞINA SORUMLU.



ATATÜRK BUNLARI HERKESTEN ÖNCE GÖRDÜ VE GENÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ BU TEMELLER ÜZERİNE KURMAYA ÇALIŞTI. KURANI HERKES KENDİSİ OKUSUN VE ALLAH’IN EMRİNİ YERİNE GETİRSİN İSTEDİ.

AMA SONRA YOBAZLAR YİNE DEVREYE GİRDİLER VE "KURANI DOĞRUDAN SEN OKUMA, SEN NE ANLARSIN, YANLIŞ YORUMLAR VE DİNDEN ÇIKARSIN MAAZALLAH" DİYEREK SAF MÜSLÜMAN İLE KURAN ARASINA KENDİLERİNİ ENGEL KOYDULAR VE BU ŞEKİLDE İNSANLARI SÖMÜRDÜLER.

BUGÜN TÜRKİYE’DEKİ TARİKATLARIN ÇOĞUNDA KURAN ÖĞRETİLMEZ YANİ TÜRKÇESİ ÖĞRETİLMEZ,ARAPÇASI ÖĞRETİLİR VE TÜRKÇESİ ŞEYHTEN SORULUR.

ÇOĞUNDA İSE SORMAYA VE ÖĞRENMEYE HİÇ HACET YOKTUR.KURAN’DA AYET DE VARDIR.DURMADAN SORUP SORGULAYAN TASVİP EDİLMEZ.(AMA O AYET BAŞLARINDA HZ.PEYGAMBER BULUNAN SAHABEYE; PEYGAMBER SAS EFENDİMİZİ O YOĞUNLUKTA FAZLACA MEŞGUL ETMEMELERİ İÇİN HİTAP ETMEKTEDİR.)



TAM İSTEDİKLERİ MÜRİDİ BULDULAR. SIRA SOYMAYA GELDİ.BİR DERGAH YAPILACAK.BİR MİLYON LAZIM AMA ON MİLYON TOPLANIYOR.VE BİR SERMAYE GRUBU OLUŞUYOR.ŞEYHİN ÖMRÜ VEFA ETMEYİNCE YENİ ŞEYHİ DE BU SERMAYE BELİRLİYOR.MALI ELİN OĞLUNA BIRAKMAK OLMAZ. ŞEYHİN OĞLU DA MUTLAKA KERAMET SAHİBİDİR.



AMA KURAN BÖYLE DEMİYOR. KURAN’A GÖRE MÜRŞİT YİNE KURAN’DIR. BAŞKASI DEĞİL. KURAN’A GÖRE ZİKİR YİNE KURAN’DIR. YOKSA DÜNYA DA DÖNÜYOR DURMADAN VE KENDİ HALİYLE ZİKREDİYOR AMA O DÖNME DÜNYANIN İLMİNE BİR ŞEY KATMIYOR.



MÜSLÜMAN İSE DURMADAN VE HER DAİM KENDİSİNİ KAMİL BİR İNSAN OLMAK İÇİN GELİŞTİRMEK ZORUNDA. BUNU DA İLİM ÖĞRENEREK YAPABİLİR. İLİM DE KURAN, BAŞKA DA İLME ZAMAN YOK. ZATEN KURANI ANLAYIP ÇÖZEN YOK. NEREDE GEZİYORSUN NEREYE GİDİYORSUN EY MÜSLÜMAN?



AÇ KURAN’I OKU. TEKRAR TEKRAR OKU. ARA VERMEDEN OKU. SEN DE GÖRECEKSİN VE AYNEN BU YAZDIKLARIMIZI TEYİT EDECEKSİN.İSPATI DA BUDUR.



ALLAH CC İLE ARANA KURAN İLE ARANA HİÇ KİMSEYİ SOKMA, ZİRA CEHENNEMDE DE HATTA CENNETTE DE ONLARI YANINDA BULAMAYACAKSIN.



HZ.PEYGAMBER SAS EFENDİMİZ KIZI FATIMATÜZZEHRAYA İŞTE BU NEDENLE “KIZIM, BABAM PEYGAMBER DİYE GÜVENME, BAŞININ ÇARESİNE BAK”   DEDİ.

2016 (23/12/2015 tarihli yazımız) Çoğu çıktı

TÜRKİYE, ŞU ANDA AHİR ZAMAN OLAYLARININ NERESİNDE?




Türkiye ile ilgili hadis yorumları ve alimlerin ifşaatları doğrultusunda 2016'yı değerlendirmek istiyoruz.

Türkiye şu anda ahir zaman olaylarının "SIRA TÜRKİYE'DE" aşamasındadır. Tunus'da başlayıp Suriye'ye kadar gelen "Arap Baharı" isimli "Büyük İsrail" projesinin Türkiye ayağına gelindi.

Libya'da yedi kabileyi kullanıp iç savaş çıkaranlar aynı iç savaşı Türkiye'de Kürt Ayaklanması ile gerçekleştirmeye çalışıyor.

Halk desteği olmayan PKK'nın güçlendirilerek TBMM'ne girecek kadar halk desteğine kavuşması, sonra silahlandırılıp ayaklanmaya teşvik edilmesi tesadüf değil. 

AKP'nin 7 Haziran öncesi "Açılım" politikasından yüz seksen derece dönüşle çatışma aşamasına geçişi de öyle. 

Evet bazılarının söylediği gibi AKP, önce PKK'ya zeytin dalı uzatarak bir şans verdi ve PKK bu şansı değerlendiremeyince politika değiştirdi. 

Ama ABD açısından politika zaten en başından beri buydu. Yani Açılımı da ABD istedi, çatışmayı da. Onların planlarında bir  değişiklik yok.Sadece halk desteği olmayan PKK'ya o destek sağlandıktan sonra çatışma aşamasına geçildi.Olay bu. AKP yine kandırıldı. 

2016'da terör olayları artarak devam edecek. Çünkü PKK, halkın örgütü olmadığının farkındaydı ve YDGH ile halkın örgütü olmak istedi ve belli bir aşamaya da geldi. Sur'da, Cizre'de, Nusaybin'de yaşanan olaylar bunun kanıtı.

Ayrıca bu olaylar PKK'nın arkasında İsrail'in olduğunun da en büyük kanıtı.Nasıl mı?

Gazze'de Filistinliler İsrail'e karşı hangi yöntemleri  kullanagelmişler ise, bugün de PKK o bölgelerde aynı yöntemleri kullanıyor. 

İlçelerde evleri birbirlerine tünellerle bağlıyor ve bu tünellerden mühimmat akışı sağlıyor. Kaçarken de yine bu tüneller kullanılıyor. Bu aklı veren İsrail.O kadar net. 

Rus ajanlar da bölgede. 

Demirtaş önce ABD'ye gitti sonra Rusya'ya. ABD Türkiye'ye karşı PKK konusunda ikili oynuyor. Müttefiki Türkiye'ye karşı yüzü tutmadığı için bunu yapıyor.Demirtaş'ı Rusya'ya gönderen ABD. "Git Rusya'nın desteğini al, ben de destekliyorum" diyor.

Rusya PYD 'ye destek vereceğini açıkça söyledi. Ama esas gizlenen PKK'ya vereceği destektir. Aslında PYD/PKK aynı ve fark etmiyor. Şimdi PYD'ye verilen destekler o bölgelerde karşımıza PKK'ya verilen destek olarak çıkacak.

Rusya'nın PYD/PKK'ya vereceği destekler kısa vadede aleyhimize gibi gözükse de uzun vadede lehimize olacak.

Çünkü Ortadoğu'da IŞİD, düşmanın adıdır. Yani..

ABD'nin IŞİD'i Rusya, Rusya'nın IŞİD'i ABD'dir aslında. 

IŞİD üzerinden birbirleri ile savaşıyorlar ve bu savaşta ABD'nin çok değil 2016 sonlarına doğru PYD'yi de PKK'yı da satacağı çok açık. Satılamayacak tek ülke var Ortadoğu'da, o da Türkiye.

Mart ayından sonra PKK sokaklarda terörü çok daha artıracak. Öyle ki Rusya'nın da desteği tamamen ortaya çıkacağından Türkiye'de Rusya-Türkiye ilişkilerinin gerilmesinden rahatsız olanlar ile rahatsız olmayanlar arasında bir rekabet oluşacak. Ve alimlerin yorumlarına göre bu rekabette Rusya yanlıları galip gelecek. 

Yani Türkiye'de yazın başlarında Rusya ile ilişkilerin bozulmasından rahatsız olanların söylemleri geçerli olacak. Rusya yöneticilerinin özellikle Türkiye yerine AKP'yi hedef almaları da buna katkı sağlayacak.

Yine alimlerin hadis yorumlarına göre Nisan ayında Suriye işgal edilebilir ve bu işgal Türkiye'yi de olağanüstü etkileyebilir.

AKP için Nisan ayı yönetimde "Keşke olmasaydım" ayı olabilir. AKP ülkeyi yönetemez hale gelebilir.Neye göre? Delil ne?

Şeyh Abdullah Dağıstani Hazretleri üç aylık bir kaos ortamından bahsediyordu. Ve zamanlama olarak da AKP'nin iktidarda olduğu dönemin hemen akabindeki dönemi işaret ediyordu.

Peki stratejik olarak bu nasıl olabilir?

İşte PKK,HDP Rusya'da. Vatan Partisi temsilcileri de oradaydı. Ermenistan da PKK'ya açık desteğini Moskova'da gösterdi.

Vatan Partisi yöneticileri Moskova'ya Rusya'nın PKK/PYD'ye vereceği desteği engellemek için gittiklerini açıkladılar. 

Ama şunu görmüş olabilirler: HDP barajı geçen bir parti, Vatan partisi ise daha küçük.Rusya bu nedenle Vatan Partisi yerine HDP, PKK, PYD' yi seçmiş ve Ulusalcılara göre Türkiye için riskli bir ortam doğmuş olabilir.Rusya da bu desteği açıkladı zaten.

Başkaları Vatan Partisi'ni; tıpkı Rusya gibi, zayıf bir yapı olarak görebilir ama bize göre hiç de öyle değil.Bunu Nisandan itibaren görmeye başlayacağız.

Yine alimlerin ifşaatlarına göre 2016 yılı Türkiye için silkinip, uyanma yılı olacak. Ağustos ayından itibaren maziye şöyle bir bakıp neleri kaybettiğimize ve elimizde neler kaldığına dair bir analiz ile yepyeni bir hedefe kilitleneceğiz. 

Ama belaların en büyükleri de o zaman başlayacak. Ama hiç değilse içte fitne ve fesadın bittiği, birlik ve beraberliğin sağlandığı, kardeşliğin hakim olduğu bir ortam olacak ve başaracağız inşallah.

Türkiye'yi bekleyen en önemli olay 3.Dünya Savaşına ev sahipliği yapacak olmamızdır. 2018 Dünya Kupası maçlarına ev sahipliği yapacak olsaydık daha üç beş sene öncesinden yeni yeni statlar yapmaya başlar ve envay türlü hazırlıklar için içtima olurduk. Ama 3.Dünya Savaşı o kadarda önemli değil.

Mi acaba?

3.Boğaz köprüsünü de açıyoruz. Hayırlı olsun.

Hayırlı olsun da uzun menzilli bir füze atılırsa koruyacak mekanizmamız var mı? Varsa hayırlı olsun.

Ya yoksa?
İşte bu sitede bas bas bağırdığımız konu buydu.

ABD her ay bir tane köprü yapar, çünkü onu yıkacak güç daha dünyaya gelmemiştir. Ya bizim?

Önce o köprüleri, limanları, hava limanlarını koruyacak savunma gücünü oluşturmalıydık, sonra o devasa yatırımları yapmalıydık. "Kendine güvenen gelsin" demeliydik. Olay buydu. O devasa yatırımlara harcanan bütçelerle neler yapılmazdı ki?

"Yine yapılıyor"

Evet ama bizi internet sitelerindeki resimler değil komutanlarımızın elindeki ve emrindekiler ilgilendiriyor. 2023 de teslim edilecekler değil 2016'da komutanlarımızın emrindekiler ilgilendiriyor.

Alimlerin hadis yorumlarına göre Türkiye için 3.Dünya Savaşı 2016 da başlayacak ve 2023' e kadar sürecek. Tüm dünya için de 2018 de 3.Dünya savaşı başlayacak. 2023'ü şimdi bir daha düşünelim.


Adamın biri yıllardır düşmanı olan birine belindeki tabancayı göndermek ister.Götürecek adam:

"Bunu niçin yapıyorsun, o senin düşmanın değil miydi" der. O da:
"
"Evet hala düşmanım. Ama ben de şimdi öyle bir silah var ki onu buradan öldürebilirim.Elin içinde silahsız ölmesin,zavallı" der.

Bilmem anlatabildik mi?

Bir parantez:
"2.Dünya Savaşında Hitler sadece bir ayda iki denizaltı, yüz adet tank teslim ediyordu Alman ordusuna. Kavgam isimli kitabından isteyen okuyabilir. Yani 2016 da değil.Tam 70 sene önce."

Devam...

Türk Cumhuriyetlerinin Rusya'nın safında kalacağını ama Azerbaycan'ın durumunun riskli olduğunu daha önce yazmıştık. Bugün bu teyit edildi. 

Türk Cumhuriyetler Rusya'nın yanında olduklarını açıkladılar. Kısa vadede aleyhimize olan bu olay uzun vadede lehimize sonuçlanacaktır İnşallah.Yani üzücü bir olay değil. ABD'nin PKK'ya verdiği destek ile benzer anlamdadır.

ABD'nin Ukrayna'ya verdiği destek ile Rusya'nın Taliban'a destek açıklaması, ABD ile Rusya arasındaki gerilimin tepe noktasıdır.

ABD'nin Rusya'ya karşı mali yaptırımları artırması da Rusya'nın misillemesine neden olacaktır.Rusya'nın misillemesi ÇİN ile anlaşarak olursa ABD'nin işi zora girer. Çin'siz bir misilleme ekonomik anlamda yapılamaz. Taliban'a füze verir o kadar.


***

ABD'nin Yahudi kanadı Türkiye'nin yeniden PKK ile görüşmesini istedi.Öcalan'ın devreye girmesini istiyorlar. Önceden yazmıştık.Tekrar edelim: Eğer Süfyan Türkiye'den çıkacaksa Öcalan'dan başkası olamaz.

ABD'nin bu önerilerine kesinlikle alet olunmamalı. Öcalan bırakılmamalı. Sürece yeniden dönülmemeli ve PKK tamamen ve hızlı bir şekilde temizlenmelidir.

2016 yılında PKK tamamen yok edilmeli. İlk önce de elebaşıları öldürülmeli.Yakalanmamalı, öldürülmeli.İşte Kandil orada. Bunu yapacak gücümüz var.İnşallah.

Yok eğer Süfyan, Türkiye dışından çıkacaksa en birinci adayımız yine Kardavi'dir.Bunu da yazalım.
Recep ayında çıkacak.2016 yılının Recep ayı 8 Nisan'da giriyor.Ama tarih Öcalan'a da uyuyor.

***
Elbette hepsi bir tahmin. Alimlerin hadis yorumları ışığında yapılmış güncel tahminler. Doğru çıkmayabilir. Herşeyin en doğrusunu Allah cc bilir.
 

19 Ağustos 2016 Cuma

ATATÜRK PEYGAMBER EFENDİMİZİN SOYUNDAN GELMEKTEDİR.


ATATÜRK PEYGAMBER EFENDİMİZİN SOYUNDAN GELMEKTEDİR:

Aşağıdaki videoları izlerken şunu da unutmamalıyız. Seyyidlik yada Şeriflik üstünlük vesilesi değildir. Allah indinde üstünlük ancak takva iledir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kızı Fatıma'ya:
"Ey kızım Fatıma, babam peygamber diye güvenme. Rabbine karşı kulluk vazifeni yap. Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan, vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam." buyurmuşlardır.
(Müslim, İman, 89, Hadis no:351)

Peki durum böyleyken aşağıdaki videoları yayınlamamızın sebebi nedir? Bunlar:

Atatürk'ün soyuna yapılan iftiralara, ve Atatürk'ü dinsizlikle suçlayanların iftiralarına cevap vermektir. Atatürk'e iftiralar atanların kökenine inersek bu kişilerin dış güçlerin ajanı ve maşası olduklarını anlarız. Nihayi amaç ise bu milleti ve vatanı bölmektir.








15 Ağustos 2016 Pazartesi

ÖNEMİNE BİNAEN TEKRAR: GERÇEK ATATÜRK

AHMET AKGÜL HOCA ATATÜRK'Ü GERÇEĞE ÇOK YAKIN ANLATMIŞ

EN ALTTA DA KISA YORUM VAR, OKUYALIM İNŞALLAH

Değerli, derinlikli ve Milli düşünceli bir dostum vesilesiyle tanıştığım, Adnan Menderes’in Demokrat Partisi’nden 9. Dönem Elazığ Milletvekili olan Rahmetli Abdullah (Demirtaş) Bey’in oğlu Muhterem İbrahim Demirtaş anlatmıştı. Babası Abdullah Demirtaş, Elazığ Palu-Kovancılar arasındaki SEKERAT Beylerinden Rahmetli İbrahim Bey’in oğludur ve yine meşhur Harput musikisinin üstat starlarından Enver ve Paşa Demirbağ’ların hamisi Sekratlı Ali Bey’in kardeşi olmaktadır. Mustafa Kemal de, Muş’u Rus işgalinden kurtarmak üzere 1915 yılında Diyarbakır’dan gelip Sekerat’ta Karargâh kurmuşlar ve Rahmetli Abdullah ve Ali Bey’lerin ve babaları İbrahim Bey’in konağında kalmışlardı.

9. Dönem DP Elazığ Milletvekili olan Abdullah Demirtaş, aynı zamanda varlıklı bir zat olan babasının saygınlığı ve dindarlığı sayesinde Urfa ve Diyarbakır gibi illerden getirilen büyük âlimlerin eğitim ve öğretiminde ve çeşitli medreselerde özel dersler alarak 12 ilimden mezun olmuş değerli bir ilim adamıdır ve şu tevafuka bakınız ki, kendi okuduğu ve kenarlarına şerh ve haşiyeler koyduğu çok müstesna Arapça ve Osmanlıca kitaplarının bazısı Kovancılar’daki bir ahbabımız tarafından 40 sene kadar önce bize ulaştırılmıştı ve hala kütüphanemizde bulunmaktadır. Rahmetli Abdullah Bey, aynı zamanda dini hamiyet ve Milli hassasiyet sahibi bir zat olup, Afyonkarahisar’ın Emirdağ kazasında sürgünde bulunan Bediüüzaman Hazretlerini, oğlu İbrahim Bey’le birlikte ziyarete gidecek kadar da cesaret ve ciddiyet sahibi örnek bir Müslüman’dı.

İşte tanıştığımız İbrahim Demirtaş Bey, Rahmetli babası Abdullah Bey’den şöyle bir olay aktarmıştı:
1925 yılında Palu merkezli başlatılan, sonra yayılıp Bingöl, Muş, Diyarbakır ve Elazığ’ı da karıştıran meşhur Şeyh Said isyanı münasebetiyle, aslında bu hareketle hiçbir ilişkileri ve tasvipleri olmadığı halde, Abdullah Bey ve aile fertleri de takip ve taciz altına alınmışlardı. Şeyh Said Efendi iyi niyetli ve dini gayretli bir zat olsa da, aslında Musul’u bizden koparmaya çalışan, Kürtçülük damarıyla milli birlik ve dirliğimizi bozmaya uğraşan başta İngilizler o günkü dış merkezlerin hazırladığı tertip ve tezgâhın farkına varmamıştı. Ve maalesef Mustafa Kemal’in otoritesini sarsmak ve sıkıntıya sokmak suretiyle Musul’la ilgilenme fırsatını elinden almak amacıyla Kazım Karabekir gibi bazı paşaların bölgeye gidip ayaklanmaları halinde bu harekete destek çıkılacağı ve ordunun kendisine katılacağı vaadiyle kışkırtmasıyla da o vahim olaylar yaşanmıştı.

İşte böylesine kritik ve kaotik bir ortamda Abdullah Bey Palu askerlik şubesine çağrılmış ve derhal askere alınacağı hatırlatılmıştı. Şube Yüzbaşısından rica edip, hiç değilse Elazığ’da yaşayan annesini görüp duasını almak ve hazırlık yapmak üzere birkaç günlük izin almıştı. Sekrat’taki evlerine geldiğinde kendisinin oldukça tedirgin ve telaşlı olduğunu gören konak müdavimlerinden ilim ve irfan ehli ve maneviyat sahibi Yusuf Hoca Efendi Abdullah Bey’e bunun sebebini sormuş ve işin aslını öğrenince de kendisini şöyle teselli ve teskin buyurmuşlardı:

“Sakın ha hiç korkma ve meraklanma… Her şeyin bizzat Cenabı Hakkın tayin ve takdirinde olduğunu unutma… Bize düşen Yüce Rabbimize iltica edip yalvarmaktır. Şimdi Biz, Kur’an’ı Kerim’de ve Hadisi Şeriflerde öğretilen müstecap (kabul olunan) duaları ve yakarışları yaparız, o şube Yüzbaşısına da manevi bir mektup yazar ve kalbini yumuşatması için Rabbimize sığınırız, Talak Suresi 2. Ayette haber buyrulduğu gibi “(Samimiyet ve teslimiyetle) Allah’tan korkup (sakınan ve O’na sığınan) kimselere, (hiç bilinmedik ve beklenmedik sebeplerle sıkıntılardan) çıkış yolları ve kurtuluş kapıları açılacaktır”. Bu yüzden siz yarın tekrar şubeye uğrayınız, Yüzbaşı tarafından inşallah hürmet ve izzetle karşılanıp ağırlanırsınız.. Kalkarken de ”Terhis tezkeremiz hazırlanmadı mı?” diye de hatırlatırsınız!?.

Bu mübarek ve muhterem Yusuf Hoca Efendi’nin birçok garip ve acaip hallerine rastlamıştık, ama bu söylediklerine pek aklınız yatmamıştı. Buna rağmen hatırı kalmasın ve saygısızlık olmasın diye ve son bir ümitle ertesi gün tekrar Palu şubesine gittiğimde, hayretler içinde kalmıştım. Çünkü Yüzbaşı beni kapıda karşılamış ve kahve ısmarlayıp ağırlamıştı. Bir müddet sohbetten sonra kalkmak için müsaade isterken, cesaretimi toplayıp Yusuf Hoca Efendi’nin tavsiyesi üzerine “Yüzbaşım Terhis teskeremiz hazırlanmadı mı?” diye sorunca Şube Yüzbaşısı hazırlanan resmi terhis belgesini çıkarıp bana uzatmışlardı.

O dönemde, devlete uzun süreli ve önemli hizmetler sunan ve ilim tahsiliyle uğraşıp toplumun Milli Mücadele’ye katılmasına rehberlik yapan özel şahsiyetlerin askerlikten muaf tutulmasına ve “Vatani görevini yapmıştır” tezkeresi yazılmasına dair bazı istisnai kanun maddelerinin Abdullah Bey’e de uygulandığı, ilahi bir ilhamla kalbi rikkat ve şefkate gelen Yüzbaşının zaten hak ettiği bir kolaylığı kendisine sağladığı anlaşılmıştı.

Mesele daha net anlaşılsın ve olayı aktaran zevatın manevi ve ahlaki yönü ortaya çıksın da ona göre yaklaşılsın ve yorum yapılsın diye, bu kadar uzun bir girişten sonra şimdi asıl Mustafa Kemal’le ilgili konuya gelelim:

BURASI YAZININ EN ÖNEMLİ YERİ VE GERÇEK ATATÜRK'Ü ÇOK YAKIN ANLATMIŞ:

İşte Konaktaki hikmet ve keramet ehli Yusuf Hoca Efendi’nin Atatürk’le ilgili tavır ve tasarruflarını, 9. Dönem Milletvekilimiz ve bilgin bir hemşerimiz olan Abdullah (Demirtaş) Bey, oğlu İbrahim Bey’e, mahrem bir anı olarak şöyle aktarmışlardı:

Bunca manevi himmetine ve Rahmani marifetine şahit olduğumuz ve derin bir saygı duyduğumuz Yusuf Hoca Efendi’ye bir gün, bazılarının kendisi hakkında şu şekilde sitemde bulunduklarını söyleyerek: “Madem müstecap dualarla ve Allah katında naz makamındaki niyazıyla bu Yusuf Hoca bazı hayırların celbine ve belaların define yarayacak yakarışlarda bulunuyor, öyle ise pek çok kötülüklerin önünü açtığı ve İslam’a aykırı davrandığı söylenen Mustafa Kemal’i durdurmak ve tahribatlarına engel olmak için niye bir girişimde bulunmuyor?” diye hakkında dedikodu yapıldığını hatırlatmıştım. Bunun üzerine O Zat bana şu tarihi itiraflarda bulunmuşlardı:

“Yakinen tanımadığımız, bazı girişimlerindeki asıl niyetini ve hedefini kavrayamadığımız Mustafa Kemal’le ilgili bende de aynı olumsuz kanaatler oluşmaya başlamıştı. Bunun üzerine Kuran’ı Kerim’deki bütün dua ayetlerini ve Hazreti Peygamber Efendimizin meşhur dua hadislerini, seçkin sahabilerin ve büyük İslam âlimlerinin mübarek ve müstecab dua metinlerini, İsm-i Azam olarak bilinen bütün yakarış şekillerini, özel vakitlerde ve samimi bir yönelişle tekrarlayıp Yüce Rabbimizin nusret ve himayesine sığınarak ve O’nun rahmet kapısını bu çok tesirli dua tokmaklarıyla çalarak, Mustafa Kemal’in durdurulması ve devre dışı bırakılması için yalvarmış ve Bakara suresi 102. Ayetinde haber verilen “Babil’deki Harut ve Marut isimli (insan kılığına girmiş) iki meleğe indirilip öğretilen” cinsten bazı özel tılsımları hazırlayıp uygulama aşamasına dayanmıştım. Ancak işte o gece manevi görevliler beni şiddetle ikaz edip, bundan vazgeçmem için beni hiddetle uyarmışlardı. Mustafa Kemal’in, Anadolu arsasında kurulacak yeni bir Türk-İslam medeniyetine alan hazırladığını; İslam’a değil, koflaşmış kurumlara ve yozlaşmış kafa yapısına karşı çıktığını, şu anda ekonomik ve askeri yönden üstün ve etkin bulunan yabancı güçleri oyalamak ve içerideki hassas dengeleri korumak için tavizkar ve tahripkâr görünen bazı davranışlara mecbur kaldığını, ama bütün bunların sonunda büyük hayırlara ve kutlu yarınlara vesile olacağını bana hatırlatmışlardı.
Bu manevi uyarılara rağmen “Belki de şeytani bir tuzaktır” diyerek aynı beddua ve tılsımları tekrar yapmaya kalkıştığımda, bu sefer Rahmani olduğundan asla şüphe etmeyeceğim şekilde, ruhani görevliler gelip, bu inat ve ısrarımdan vazgeçmediğim takdirde, maddi ve manevi büyük belalara uğrayacağımı haykırmış, o gece yarı felç olmuş şekilde uyanmış ve o yanlış kanaatlerimi bırakmıştım.”

Kur’an-ı Kerim’de Kehf suresi 60-82 ayetlerinde anlatılan Hz. Musa (AS) ile Hz. Hızır (AS) arasındaki, özel “ledün ilmini” ve ilahi kader hikmetini öğrenme kıssasını ve zahiren yanlış ve yararsız gibi görünen bir takım icraatların, hangi hayırlı sonuçları doğuracağıyla ilgili sırları kavramadan, bu aktarılan konuları anlamak ve mesajları algılamak elbette zor olacaktır.
İşte bu merhum ve Muhterem Milletvekilimiz Sekratlı Abdullah (Demirtaş) Bey’in, İsrail’e aşırı yakınlığı ve hatta hizmetkâr tavırları ve her dönemde Bakanlarının, bir ikisi hariç, tamamını tescilli Masonlardan seçip ataması yüzünden Başbakan Adnan Menderes’e de -30 kadar arkadaşıyla- karşı çıkıp aralarının açıldığını yine oğlu İbrahim Bey anlatmışlardı.

Rahmetli Erbakan Hocamız; 1960 ihtilalinde İstanbul Emniyet Müdürü yapılan bir generalin, Gümüş motor fabrikasını ziyarete gelerek, kendisine:
“Biz ülkemizde bu tür milli ve yerli sanayi yatırımları çoğalsın, Atatürk’ün ifadesiyle, “Türkiye’miz muasır Batı medeniyetinin fevkine çıksın (yani yakalasın ve onu aşsın)” diye bu harekete kalkıştık, şimdi bizden istediğiniz her türlü imkân ve kolaylık size sağlanacaktır” dediğini aktarmıştı. Hocamız ise, Sizden tek istediğimiz; bütün generallerimize toplu halde, “sanayileşme davamız konusunda milli sorunlarımız, sorumluluklarımız ve çıkış yollarımız” konulu bir konferans vermemize fırsat hazırlamanızdır, buyurmuşlar, sonunda bu amacına ulaşmışlar ve 200 kadar Generalimizin katıldığı bir salonda bu konuyu detaylarıyla anlatmışlardı. Bu toplantı da bazı hususların slaytlarla açıklanması için kapatılan elektriklerin tekrar açıldığında, paşalarımızın nerdeyse tamamının yüksek hissiyat ve heyecandan ağladıklarının farkına varmıştı. Çünkü Erbakan onlara gerçek bağımsızlığa ve yüksek kalkınmışlığa ulaşmanın reçetelerini, adım adım Büyük İsrail’e eyalet yapılmamızı önleyecek tarihi projelerini ve bizi şerefli millet yapan değer ve dinamiklerin vazgeçilmezliğini ortaya koymuşlardı. Oysa Mustafa Kemal, 1937 yılında, dönemin yarı resmi yayın organı sayılan Hâkimiyeti Milliye Gazetesinde yayınlattığı bir mesajında: “Batılı ülkelerin, İslam toprağı olan ve Kutsal Mescidi Aksa’yı barındıran Kudüs’te ve Filistin’de, bir Yahudi Devleti kurmaya çalıştıklarını; Hz. Peygamberimizin manevi mirasına ve bölgenin barış ve huzuru hatırına böyle bir girişime kesinlikle karşı çıkacaklarını ve İslam dünyasıyla beraber, gerekirse kahraman ordularımızı üzerlerine göndermekten sakınmayacaklarını” söyleyip uyarmış, bu uyarıları Batılılarca ciddiye alınmış ve 1937’de kurulması planlanan İsrail Terör şebekesi, 1948’e kaydırılmıştı. Şimdi her türlü zulüm ve fitnenin kaynağı olan Siyonist İsrail’in kuruluşuna izin vermeyecek ve 11 yıl geciktirecek kadar inançlı ve kararlı bir şahsiyetin küfür ve kötülükle suçlanması, İsrail’e doğrudan ve dolaylı hizmetkarlık yapan Başbakan ve Cumhurbaşkanlarının ise “dindar kahraman” olarak alkışlanması, herhalde ahmaklığın ve çifte standardın (münafıklığın) en açık ve en cıvık alameti olmalıydı!..
Mürşidi Kamil Şeyh Ali Rıza Septi Hazretlerinden icazetli olan ve Palu Meydan Mezarlığında medfun bulunan Şeyh Mahmud Samini Hazretlerinin halifelerinden ilim ve irfan kutbu İmam Efendi Hazretlerinin sırdaşı ve uzun yıllar yoldaşı olan 1. Dönem Ergani Mebusluğu da yapan Dede Nüzhet Efendi’nin Mustafa Kemal’e yazdığı şiir de enteresandır, bazı tespitlerinde abartılar ve teşbihlerinde tartışmalar olsa da O’nun nasıl mümin ve muvahhit olduğunu anlatmaktadır.
Dede Nüzhet Efendi’nin İttihat ve Terakki Masonlarına yazdığı şu mısralar da O’nun mili ve manevi duyarlılığını yansıtmaktadır:

“Bu hürriyet midir ya kati, zürriyet midir, bilmem
Mülkü Milleti mahvetmeye, bir niyet midir, bilmem
Yoksa ki, bu boktan mürekkep, cem’iyet midir, bilmem
Bu nazmımla asılsam, canıma, minnet midir bilmem
Çalınsın başınıza Nemrud veş, ateşli tokmaklar
Çekilin artık yeter, ey kahbeler, kancıklar, alçaklar!”

Öyle değil, ama haydi diyelim ki sizin iddia ve iftiranıza göre O kâfir bir insandı. Peki, Kuran’a göre münafıklar kâfirden çok daha bayağı ve aşağı sayılmaz mıydı? Sizlerin “Muhafazakâr, dindar, halkın adamı” diye alkışladığınız Cumhurbaşkanlarınız, Başbakanlarınız:
• Kur’an’ın ahkâm ayetlerini artık gereksiz ve geçersiz saydıkları,
• Faizi meşrulaştırıp, rüşvete resmiyet kazandırdıkları, zinayı suç olmaktan ve ceza almaktan çıkarıp yaygınlaştırdıkları,
• İslam Birliği’ni “boş hayal” görüp Haçlı Avrupa Birliği’ne yamanmaya çalıştıkları,
• BOP eş başkanı olup 27 İslam ülkesinin ve Türkiye’mizin parçalanmasına zemin hazırladıkları,
• Batılı gâvurlarla bir olup Irak’ı, Libya’yı, Suriye’yi kana bulayan, korkunç kaoslara yol açtıkları için münafık olmamışlar mıydı?
“Gerçekten münafıklar cehennem ateşinin en aşağı katındadır” (Nisa: 145)
“Şu münafıkları acıklı bir azapla müjdele ki, Onlar (Kur’an düzenini isteyen) Mü'minleri bırakıp, kâfirleri dost ve yönetici tutmakta; izzeti (onur, kuvvet ve ganimeti) Haçlı kâfirlerin yanında aramaktadır” (Nisa: 138-139)
“Ey Nebim, Kâfirlerle (mücadele ettiğin gibi) ve münafıklarla da cihat et, onlara karşı sert ve caydırıcı davran!” (Tevbe: 73) ayetleri gayet açık ve anlaşılırdır.
Atatürk pek çok şeyi Milli Birlik ve dirlik hatırına yapmıştı
Şanlı Milli Mücadelemizin zor şartlarına ve düşmanla işbirliği yapan vatana hıyanet fırsatçılarına karşı kurulan İstiklal Mahkemeleri, 1925 Şeyh Sait isyanıyla başka bir hüviyet kazanmıştı. Muhalif görülenler ağır cezalara çarptırılmış, idamlar yapılmıştı. İtiraz edilecek bir üst mahkeme yolu ta baştan kapatılmıştı. Milli Mücadele'de emeği geçen; hatta ona önderlik edenlerin bazıları bile “vatan hainliği” ile suçlanmış, geniş çaplı bir tasfiye başlamıştı.
6 Mart 1925 tarihinde altı gazete birden (Tevhid-i Efkâr, Son Telgraf, İstiklal, Sebilü'rreşad, Aydınlık, Orak-Çekiç) kapatılmıştı. Savcı'ya göre “İsyanın türlü türlü sebepleri vardır” ve “Bu sebeple gazeteciler tutuklanmalı, yazılarının isyana tesiri dokunduğuna kanaat gelen gazeteciler sorgulanmalıydı.” Dönme münafık Ahmet Emin Yalman’dan, Eşref Edip gibi İslamcı aydınlara çok farklı kesimden isimler aynı mahkemeye çıkarılmıştı. Maksat Milli Birlik ve dirliği bozacak yayınlara ve kışkırtmalara engel olmaktı. Velid Ebuzziya ile “şakşakçı, fırıldakçı” diye sürekli karşı çıkıp sataştığı İleri Gazetesi'nin sahibi Suphi Nuri bile aynı mahkemede buluşmuşlardı. A. Emin Yalman, dostlarının ricası üzerine İsmet Paşa'ya bir mektup yazmış, tekellüf dolu istirhamların arasına birkaç gazetecilik ilkesini de sıkıştırmıştı. O ürkek metni okuyan İsmet Paşa’ya göre: “Bu bir bağlılık ve pişmanlık ifadesi değil, adeta bir siyasi nota” havası taşımaktadır.
Bu İstiklal Mahkemeleri’nde maalesef birçok yanlışlık ve haksızlıklar, fesatçılık ve fırsatçılıklar, ağır baskılar hatta barbarlıklar da yaşanmıştır. Ancak Şeyh Said isyanıyla patlak veren: “Dini değerleri ve etnik kökenleri istismar edip halkı kışkırtarak Türkiye’yi parçalama, devleti çaresiz ve etkisiz bırakma ve böylece Sevr’in ertelenmiş hedeflerine ulaşma” şeklindeki şeytani planlara karşı Milli Birlik ve dirliğimizi koruma telaşıyla, bu keyfi uygulamalar disiplin altına alınamamıştır.
Mustafa Kemal Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Nutku’nda: “Bu kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyecanı içindeyim” dedikten sonra: “Bundaki muvaffakıyeti Türk Milleti’nin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârâne yürümesine borçluyuz” demesi bundandır. Devamında: “Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Geçen zamana nispetle, daha çok çalışacağız. Daha az zamanda, daha büyük işler yapacağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk Milleti ancak MİLLÎ BİRLİK VE BERABERLİK’le güçlükleri yenip aşmıştır.”[1]
Hakikaten, İstiklâl Savaşı’nın en büyük sıkıntısı, halkın Birlik ve Beraberliğini teminde yaşanmıştı. Nitekim İstanbul’daki İttihatçı kafaların işbirlikçi kadroların ve bazı teslimiyetçi aydınların menfî tutum ve davranışları, bir kısım halkı tereddütlere sevk etmiş, Ankara’nın işini zorlaştırmıştı. Ve zaten, Millî Mücadele’nin Meclis’le işe başlamasının çok sebeplerinden biri de Birlik ve Beraberliğin sağlanmasına en büyük katkıda bulunacağının bilincinde olunmasıdır. Bundan dolayıdır ki, İstiklâl Savaşı’nın hazırlık döneminde M. Kemal Paşa; öncelikle Millî Birlik ve Beraberliği sağlamıştır. Milleti aynı ortak amaç etrafında birleştirmeyi gerçekleştirmeden, yani kalbî, dimağî ve manevî ittihat ve birliği sağlamadan Kurtuluş Savaşı’nı topyekûn başlatmamıştır. Gerçekten bağımsızlığımızın kazanılmasında Birlik olma duygusu başrolü oynamıştır.
Millî Birliğin tesisinde, halk ile aydın arasındaki fikir alış verişinin zaruretine de inanan Atatürk: “Başarılı olmak için aydınlarla halkın düşünce ve gayesi arasında bir uygunluk olması lazımdır. Yani aydınların halka telkin edeceği ülküler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır”[2] kanaatini taşımaktadır. Yani, hiçbir şey, halka rağmen yapılmamalı, halka ters düşmeye ve halkı hor görmeye kalkışmamalıdır. Çünkü bu, Millî Birlik ve Beraberliğin temel taşıdır. Büyük liderler halkı, arkasından gelmeye inandırmış ve onların itimadını kazanmış insanlardır.
Millî Birlik, M. Kemal’ce o kadar hayatîdir ki, onu Millî bir Ülkü hâline getirmemizi arzulamaktadır: “Millî Birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek geliştirmek Millî ülkümüz olmalıdır.”[3] “Kat’iyyen Bilmeliyiz ki, iki üç parça halinde yaşayan milletler zayıftır. (Bu yüzden büyük bir İslâm âlimi ‘İki pehlivan kavga ederken, bir çocuk bile her ikisini dövebilir’ buyurmuşlardır.) Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin hududu ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğretmemiz lazımdır:
1) Milliyetine (Din ve Dil birliğine),
2) Türkiye Cumhuriyeti Devletine,
3) Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne düşman olanları tanıtmak ve onlarla mücadele yapmak şarttır.”[4]
M. Kemal, sürekli başımıza gelenlerin temelinde, her zaman Birliğe gitmek ve güçlenmek isteğimizin bulunduğunu hatırlatmıştır:
“Bazı büyük ve hayali şeyleri yapmayacağı halde yapacakmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını ve garazını, bu memleketin ve milletin üzerine çekmek yanlıştır. Biz geçmişte panislâmizm (İslâm Birliği) kurmak için ciddi ve netice verici hazırlıklar yapmadığımız halde kalkıp bunları “yapacağız” dedik. Düşmanlar da ‘Yaptırmamak için bir an evvel bunları boğalım’ dediler. İttihatçıların dediği gibi Panturanizm (Türk Birliği) için gerekli ve yeterli adımları atmadık, alt yapısını hazırlamadık, ama “atacağız, kuracağız” dedik. Malum merkezler yine ‘öldürelim önlerini keselim’ dediler. Bütün dava bundan ibarettir.”[5] sözleri anlamlıdır ve Hilafeti de bu yüzden lağvedip ileride şartlar olgunlaştığında sahip çıkılsın diye Meclis’in şahsı manevisine bırakmıştır.
Âlim, şair ve filozof olan ve Sivas Kongresi’ne delege olarak katılan Mehmet Fazlullah Gulami (Darül Hilafe Medresesi Müdürü) 1923’te Cumhurbaşkanı seçilen Atatürk’e tebrik mesajı olarak şu şiiri yazıp yollamıştı:
“Hiç görmedi saadet, Millet hükümetinden
Güzeldir Cumhuriyet, Kur’an olursa düstur
Cuşa geldi gönüller, mahzun sükûnetinden
Gazi Mustafa Kemal, oldu Reis-i Cumhur”
Atatürk’ün de bu Zata resmi bir teşekkür telgrafı vardır. Bu Zatın dörtlüğü bize şunları hatırlatmıştı:
“Türkçe tefsir ettirdi, Gazi Paşa Kur’an’ı
Peygambere hayrandı, akl-ı selim bürhanı
Sahte Atatürkçüler, “Kemalizm” uydurdular
Boğup murdar ettiler, Vatana Koç kurbanı..”



1[1] Atatürk, Türk Gencinin El Kitabı, Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğünce Derlenmiştir. 3. Basılış, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul-1973, s. 9-10.
2[1] Hakimiyet-i Milliye, 26.3.1923 – “ (a. g. e., s. 23 – 24)
3[1] Ekim 1933 (Hâkimiyeti Milliye)
4[1] Atatürk, Türk Gencinin El Kitabı, Başbakanlık Basın-Yayın Genel Müdürlüğünce Derlenmiştir. 3. Basılış, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul-1973, s. 31
5[1] a. g. e., s. 60



YORUM

CUMHURİYET, SULTAN II.MAHMUD TARAFINDAN KURULMAK İSTENMİŞ AMA ARAPLARIN İNGİLİZ OYUNUNA GELMESİNDEN ÇEKİNİLEREK VAZGEÇİLMİŞTİ.

CUMHURİYET, İKİNCİ OLARAK İSE CENNETMEKAN ABDÜLMAHİD HANIN PROJESİYDİ.O DA KURMAK İSTEDİ O DA ARAPLARDAN ÇEKİNDİ.

SONRA ARAPLAR BİRİNCİ CİHAN HARBİNDE YAPACAKLARINI YAPINCA (İHANET EDİNCE) CUMHURİYET İÇİN ARTIK HİÇ BİR ENGEL KALMAMIŞTI.

KARDEŞİ CENNETMEKAN VAHDETTİN HAN İLE CUMHURİYETİN KURULAMAYACAĞI DA ÇOK AÇIKTI.

ÇÜNKÜ ORDULARI YOK EDİLEN OSMANLI DEVLETİNİN SON PADİŞAHIYDI VE YENİ KURULACAK DEVLETİN BAŞINDA OLMASI DA İMKANSIZDI.YIKILAN DEVLETİN SON PADİŞAHI OLARAK TARİHTEKİ YERİNİ ALACAKTI.

ANCAK CENNET VATAN KAFİRE BIRAKILMAYACAKTI. ANADOLU'DA YEPYENİ BİR CUMHURİYET DEVLETİ KURULACAKTI. 

BU İŞ İÇİN EN GÜVENİLİR VE EN ZEKİ OSMANLI PAŞASI DA ATATÜRK'TÜ. VE ATATÜRK HEM ABDÜLHAMİD HANIN HEM DE VAHDETTİN HANIN HAYRANLIK DUYDUKLARI DEHA BİR KOMUTANDI. HEM DE EN GÜVENDİKLERİ KOMUTANDI.

İNGİLİZLERİN OYUNU İSE ŞUYDU:

OSMANLININ ORDUSUNU İMHA ETMİŞLERDİ AMA ORDUYU İMHA ETMEK BAŞKA BİR ŞEYDİ ANADOLUYU İŞGAL ETMEK VE TÜRK MİLLETİNİ İMHAYA ÇALIŞMAK ÇOK BAŞKA BİR ŞEYDİ.

"ACABA ANADOLUYU İŞGAL EDEBİLİR MİYİZ, BAŞARILI OLABİLİR MİYİZ" DİYEREK TÜRK MİLLETİNİ TEST ETMEK İSTEDİLER VE YUNANI İZMİR'E ÇAĞIRDILAR.

EĞER YUNAN İZMİR'DEN ÇIKARILAMASAYDI YANİ KURTULUŞ SAVAŞI KAZANILAMASAYDI, İNGİLİZLER ANADOLUNUN BİR KISMINI YUNAN'A BIRAKIP KALANINI KENDİLERİ İŞGAL EDECEKLERDİ. İSTEDİKLERİ İSE İSTANBUL'DU VE O DA ONLARA YETERDİ.

AMA KARŞILARINDA BİR ORDU OLMASA BİLE BİR ORDUYA BEDEL BİR KOMUTAN VE DÜNYAYI DİZE GETİREN ÜSTÜN BİR AKIL VARDI. 

ABDÜLHAMİD HAN VE VAHDETTİN HAN BUNLARI ÇOK ÖNCE GÖRMÜŞLER VE TÜRK MİLLETİNİN GÜCÜNÜN TEST EDİLECEĞİNİ ANLAMIŞLAR VE EMANETİ MUZAFFER KUMANDAN ATATÜRK'E TESLİM ETMİŞLERDİ BİLE. 

ANADOLU VE TÜRK MİLLETİ EMİN ELLERDEYDİ VE ATATÜRK ZATEN YUNANI GELDİKLERİ GİBİ GÖNDERECEKTİ.

İNGİLİZLER DE KURTULUŞ SAVAŞI ZAFERLERİNDEN SONRA ANADOLU'NUN İŞGALİNDEN VAZ GEÇTİKLERİ GİBİ İSTANBUL'U DA BIRAKIP GİTMEK ZORUNDA KALACAKLARDI.

YANİ İNGİLİZLER VE FRANSIZLAR ATATÜRK KARŞISINDA SEVR'DEN VAZGEÇİP LOZAN'A RAZI OLDULAR.

ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞINI KAZANAMASAYDI LOZAN HİÇ OLMAYACAK VE SEVR'E RAZI OLACAKTIK. 

SEVR ESARETTİ. LOZAN İSE SEVR'E GÖRE ZAFER. EN AZINDAN ZAMAN KAZANMA ZAFERİYDİ. 

AMA ORDUSUZ KAZANILMIŞ BİR ZAFER. 

BUNU ATATÜRK DE VAHDETTİN HAN DA DEFALARCA İFADE ETMİŞLERDİ. MİLLETİN ZAMANA İHTİYACI VARDI.


ATATÜRK HAKKINDA İLERİ GERİ KONUŞAN CAHİLLER BUNLARI ANLAYAMAZ. 

ANLAMASI İÇİN ORGENERAL RÜTBESİNE GELMESİ VE ORDUSUNUN TAMAMINI KAYBETMESİ VE TEK BAŞINA BİTMİŞ BİR MİLLETTEN İMKANSIZLIKLAR İÇİNDE YENİ BİR MUKAVEMET GÜCÜ OLUŞTURUP YEDİ DÜVELE MEYDAN OKUYABİLMESİ LAZIM. O ZAMAN ZATEN ATATÜRK'Ü DE ANLAR.