7 Haziran 2016 Salı

BU YAZIYI HERKESE OKUTMALI VESSELAM

ATATÜRK HAİN MİYDİ?

(İyi niyetli olup da art niyetli neşriyatın etkisinde kalan ve Atatürk hakkında yanlış hükme varan insanlarımız lütfen bu yazıyı dikkatlice okusunlar. Hatta sadece okumakla kalmasınlar ve herkese de okutsunlar İnşallah.)



“Osmanlı - Türkiye Mukayesesi” kavramı üzerinden çirkin oyunlar oynanıyor.
Osmanlı düşmanları Vahdettin Han’a;  Türkiye düşmanları da Atatürk’e saldırarak Türkiye düşmanlığı yapıyorlar.

Osmanlı düşmanlarının iddiaları şunlar:

“Vahdettin vatan hainiydi. Türk Milletini sattı. 9.Ordu Müfettişi olarak önce tayin ettiği Atatürk’ü sonra görevden azlederek hatta hakkında idam kararı vererek Türk Milletine ve bağımsızlık mücadelesine ihanet etti. İngiliz gemisine binip kaçtı” diyorlar.

Türkiye düşmanlarının iddiaları ise şunlar:

“Atatürk vatan hainiydi. Vahdettin’i satışa getirdi. Padişahlığı kurtaracakmış gibi önce Vahdettin’in kendisini görevlendirmesi sırasında ona tabi oldu. Görevi alıp, Anadolu’ya geçip, taraftar toplayınca da Vahdettin’i tanımadı, isyan etti. Hatta payitahtın emrinden çıkıp İngiliz’in emrine girdi. Hem Osmanlıya hem de Türk Milleti’ne ihanet etti. Kurtuluş Savaşı hiç yapılmadı. İngilizler savaş yapmadan çekip gitti. Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk’e kurdurdular, saltanatı kaldırttılar, Hilafeti kaldırttılar, bununla kalsa iyi Kuran kanunlarını yok sayıp yerine batı kanunlarını ikame edip Laikliği getirdiler.” Diyorlar. 

Daha ileri giden şerefsizler de var:

Atatürk’ün kişilik haklarına saldıranlar. Filistin’deki Orduyu savaşmadan çekip Filistin’i İngiliz’e savaşmadan bağışladığını iddia eden de. O kendini bilir. Şerefsizin önde gideni bir PKK’lıdır.

Aşağıda detaylı yazacağız ama sadece bu iddianın cevabını burada verelim. Filistin’deki Osmanlı Birliği on bin kişiden oluşuyordu. Sekiz bin tanesi şehid olmuştu. Atatürk kalan iki bin askeri geri çekti. (Bre şerefsiz! O sekiz bin asker savaşmadan mı şehit oldu?)

Atatürk düşmanları Vahdettin Han’ı yükseltirken, Vahdettin düşmanları Atatürk’ü yükseltiyorlar. Amaçları birini yükseltmek değil ikisini de alçaltmak. 

Aslında bunların tamamı TÜRKİYE ve TÜRK MİLLETİ DÜŞMANIDIR. 

Zamana ve duruma göre bir Atatürk dostu Vahdettin düşmanı oluyorlar; bir Vahdettin dostu, Atatürk düşmanı oluyorlar. Yüz yıl önce Vahdettin düşmanı, Atatürk dostuydular. Şimdi ise Vahdettin dostu Atatürk düşmanı oldular.

Peki yüz yıl önce İngilizler kime dost kime düşmandılar? Şimdi kime dost kime düşmanlar?

Evet yüz yıl önce İngilizler de Vahdettin düşmanı Atatürk dostu idiler. Şimdi ise Vahdettin dostu Atatürk düşmanı oluverdiler.

(O zaman Osmanlının öyle yıkılması gerekiyordu, şimdi ise Türkiye’nin böyle yıkılması gerekiyor.)

NE ATATÜRK NE DE VAHDETTİN KESİNLİKLE HAİN DEĞİLDİ.


(Hem de en iyisi)


TAM TERSİNE VAHDETTİN BÜYÜK BİR DEVLET ADAMI, ATATÜRK DE OSMANLININ YETİŞTİRDİĞİ EN BÜYÜK KOMUTANDI. VE BURAYA DİKKAT VAHDETTİN HANA GÖRE ATATÜRK TÜRK MİLLETİ’NİN TEK UMUDUYDU. DOĞRU OLDUĞU DA İSPAT EDİLDİ.

İŞTE İSPATI:

Vahdettin Han’a saldıranlara cevaplar:

Vahdettin Han bir yıl sonra kendisini satışa getirecek Atatürk’ü yeni mi tanımış ki 9.Ordu Müfettişi olarak onu görevlendirmiş? Osmanlı Ordusunda başka paşa mı yoktu? Neden Atatürk?

Çünkü Vahdettin Han Atatürk’ü çok eskilerden tanıyordu. Gençliğinde Avusturya’ya birlikte gitmişlerdi. Yol arkadaşıydı. Atatürk, Osmanlı Subayları içinde Vahdettin Han’ın en sevdiği ve en güvendiği, en yakın subay arkadaşıydı. Vahdettin Han, Atatürk’ün Osmanlının en zeki, en başarılı subayı olduğunu gayet iyi biliyordu. Vahdettin bir yıl sonra kendisini satışa getirecek bir subayı 9.Ordu Müfettişi atayacak kadar APTAL DEĞİLDİ. Gerçek aptal Vahdettin Hanın aptal olduğunu düşünenlerdir. İngilizler de böyle düşünmüşlerdi.  

Vahdettin Türk Milleti’ni sattı mı? İngiliz gemisine binip kaçtı mı?

Vahdettin, Türk Milleti’ni İngilizlere sattıysa karşılığında da bir şey almış olmalı. Ne almış? İngiliz gemisine binip giderken Osmanlı Sarayından ne götürmüş? En azından likit, para, altın, mücevher götürmesi lazım değil mi?

Gerçek şu ki Vahdettin Han Türk Milleti’ni asla satmamıştır. Bu cennet vatanı Atatürk’e emanet ederek saltanatın kaldırılabilmesi ve Cumhuriyetin kurulabilmesi için bu aziz Milletin geleceği için kendisini feda etmiştir. Esir olarak gitmiştir. Hiçbir şey çalmamış, götürmemiş, hatta şahsi varlıklarını bile bırakıp gitmiş; gittiği yerde fakir, fukara olarak yaşamış ve cenazesi bile ortada kalmıştır. Şam Valisi cenaze masraflarını karşılamış ve Şam’a defnedilmiştir. Bu mu vatan haini?

Vatan haini öyle olmaz şöyle olur: 

Giderken nesi var nesi yoksa alır; üstüne hazinenin altınlarını da katar ve doğrudan HAVAİ’ye kaçar. İngiliz gemisiyle de gitmez, İngilizler gelmeden kaçar. Aksini düşünen aptaldır.
Vahdettin bahsini kısa keselim, konu uzun.

Ancak yukarıda çok kritik bir cümleye yer verdik açmak zorundayız:

Osmanlı Padişahları birçok kez Cumhuriyete geçmek istediler. Ama Arapların durumundan dolayı hep vazgeçmek zorunda kaldılar. (İngilizlerle iki yüz yıldan beri metres hayatı yaşıyorlardı)

2.Mahmut Han, Abdülhamid Han Cumhuriyet için çok istekli oldular ama İngilizlerin bunu Osmanlı aleyhine kullanmaları nedeniyle yapamadılar. 1.Dünya Savaşında Araplar ayrılınca da CUMHURİYET ZORUNLU OLDU. VE BİR FIRSAT OLARAK VAHDETTİN’İN ÖNÜNE GELDİ.

ATATÜRK DE DAHA KURMAYLIK DÖNEMLERİNDE CUMHURİYETÇİ BİRİ OLARAK BİLİNİYORDU. VAHDETTİN HAN ATATÜRK’ÜN CUMHURİYETÇİ OLDUĞUNU ÇOK İYİ BİLİYORDU. BU SIR DEĞİLDİ HERKES BİLİYORDU. 

VAHDETTİN HAN ATATÜRK’Ü ANADOLU'YA GÖNDERİRKEN, CUMHURİYET KURACAĞINI DA ÇOK İYİ BİLİYORDU VE KENDİSİ DE BUNU ÇOK İSTİYORDU. 
VE BU KONUDA TEK GÜVENDİĞİ KİŞİ DE ATATÜRK’TÜ. BAŞKALARI PADİŞAH DA OLABİLİRDİ DEĞİL Mİ?  ATATÜRK BU GÜVENE LAYIK OLDUĞUNU DA İSPAT ETTİ. BU KONU BU KADAR YETER.

GELELİM ATATÜRK DÜŞMANLARINA:

Atatürk, Vahdettin’e ihanet etmişse Anadolu’daki tek paşa Atatürk müydü? Diğer Paşalar İstanbul ile Padişah ile haberleşmiyorlar mıydı ki koşarak Atatürk’ün emrine girdiler?

Kazım Karabekir Paşa’nın İstiklal Harbinin Esasları isimli kitabını okumadan o kitabı okuyup da Atatürk aleyhine kullanan bazı şerefsizlerin kulaktan dolma sözlerine itibar edenler bizzat kendileri okusunlar. Kazım Karabekir Paşanın Atatürk’ü hainlikle suçlayan ya da ima eden tek bir kelimesi var mıdır? Yoktur. Sadece bir komutan olarak bazı konularda kendi açılımlarını da eklemiştir. Olay budur.

Anadolu’daki tüm Osmanlı Komutanları Atatürk’ün emrine Vahdettin’e düşman oldukları için değil hem Vahdettin’in emriyle hem de Atatürk’ü bildikleri ve çok sevdikleri için girmişlerdir.

Hangi komutan 1919- 1923 döneminde Atatürk’e karşı çıkmıştır? Hiç biri. Hepsi olayın farkındaydı. Ancak sayıları çok az ve konu sır olduğu için açıklanmamıştı. Spekülatif dedikodularla Atatürk düşmanlığı da bu yüzden gelişti. Biri çıkıp da o komutanların her şeyi açıklayıverseydi herkes Atatürkçü olacaktı. O başka.



Ölünceye kadar Vahdettin de Atatürk de birbirlerinin aleyhine konuşmadılar. Belki işin sırrı gereği o zaman Vahdettin Hanın aleyhine konuşulması gerekiyorduysa da yine ölçüde kusur edilmemiştir. Bu konuda esas kriter Vahdettin Hanın sözleridir ki Atatürk’ün aleyhine tek sözü yoktur. Kriterdir çünkü Vahdettin Han Atatürk’ü övmek zorunda değildi. Belki Vahdettin kötülenmek zorundaydı ama Vahdettin Han için durum farklıydı. 

Atatürk’ün hain olduğuna inansa kesinlikle Atatürk aleyhine sözleri, makaleleri, açıklanacak yazıları olurdu. YOKTUR. BULAMAZLAR. ÇÜNKÜ VAHDETTİN ATATÜRK’Ü BİZDEN BİLE ÇOK SEVİYORDU. ÇÜNKÜ BİZDEN ÇOK İYİ TANIYORDU.

KURTULUŞ SAVAŞI HİÇ YAPILMADI MI?

İngilizler İstanbul’a Mondros Ateşkes Anlaşması ile savaş yapmadan girdiler. Lozan Antlaşması ile de savaş yapmadan çıkıp gittiler. Mondros Damat Ferit’in imzaladığı teslim anlaşmasıydı.
Lozan Antlaşması ise şu şartlarda yapıldı:

Evet İngilizler saltanatın, hilafetin, Kuran kanunlarının kaldırılmasını, Cumhuriyete geçilmesini, laiklik getirilmesini istiyorlardı. Yeni kurulan Cumhuriyetin batıya düşman bir tehdit değil batı normlarında batı dostu, batılı bir ülke olmasını istiyorlardı.

Sadece bunları isteseler iyiydi çünkü bunların bir kısmını Osmanlı Padişahları da istemiş ama yapamamışlardı. Başka neler istiyorlardı?

Üniformalı askerlerini çekip üniformasız askerlerini yerleştirmek bu cennet vatan sanki Türkler tarafından yönetilen Milli bir devletmiş gibi göstererek Türk Milletini kandırmak ve tıpkı eski sömürgeleri gibi yüzyıllar boyunca sömürmek istiyorlardı.

PEKİ BİZİM ELİMİZDE NE VARDI?

Osmanlı Devleti olarak Afrika’daki Ortadoğu’daki tüm topraklarımızı kaybetmiştik. Üstelik bunu da İngilizler ordularımızı yenerek değil Arapları ayaklandırarak başarmışlardı. Araplar bize ihanet etmişlerdi.(Bugün de aynı durum Kürtler için söz konusu, İnşallah İsrail’in oyununa gelmezler)

Arap Yarımadası, Irak, Suriye gitmişti. Yetmedi doğuyu Ermenilere, batıyı da Yunanlılara vermek istiyorlardı. Doğuda Ermeniler İngiliz ve Fransız silahları ile köylerimizde Türk, Kürt vatandaşlarımızı katlediyorlardı. İzmir’e Yunanı çıkarmışlar, Ankara’ya kadar gelmişlerdi.

Türk Milleti kırılmıştı, savaşacak ordumuz yoktu. Yaşlılar, kadınlar ve çocuklardan oluşan on milyonluk mazlum, gazi bir millet.



Savaşacak Osmanlı Ordusu kalmadığından masada, ordusu olan İngiliz ve Fransız konuşacaktı. İngilizler yukarıdaki tüm isteklerine ilaveten Yunanlıların batıda alan hakimiyeti kurmasını istiyorlardı. Fransızlar da doğuda Ermeniler için aynı şeyi istiyorlardı. Aslında İngiliz ve Fransızlar Türkleri Anadolu’dan tamamen çıkarıp Orta Asya’ya yeniden göndermek istiyorlardı. Ama bunun imkansız olduğunu da biliyorlar ve Lozan'a oynuyorlardı.

Aziz İstanbul’un doğu yakasına İngilizler, batı yakasına Fransızlar çökmüş Anadolu’daki köpeklerinin (Yunan ve Ermeni) neler yapabileceklerini izliyorlardı.

Daha Türk Milleti Yunanın, Ermeni’nin hesabını görememişti ki sıra İngiliz’e, Fransız’a gelsin. Çok rahattılar ama bilmedikleri bir şey vardı.

Evet Türk Milleti düzenli Ordularını kaybetmişti ama İSTİHBARATI VE GAYRİ NİZAMİ ORDULARI dimdik ayaktaydı.  



Ülkenin bu hale geleceğini daha 1900 yılında gören Cennetmekan Abdülhamid Han Yıldız İstihbarat Teşkilatını kurmuş ve her türlü önlemi almıştı.

Bu teşkilatın en başta gelen en başarılı subayları ise Mustafa Kemal ile Enver Paşa’ydı. Öyle ki daha Trablusgarb’da görev almışlar ve meşhur Libya kartalı Ömer Muhtar’a o gerilla taktiklerini bizzat Atatürk vermişti.

İttihat Terakkiye birlikte girmişler Enver Paşa Alman yanlılarına, Atatürk ise İngiliz yanlılarına yakın olmuştu. Osmanlı Almanlar’ın yanında savaşa girmeye karar verince Atatürk İttihat ve Terakki'den ayrıldı.Enver Paşa ise orada kaldı.

İttihat ve Terakki Cemiyeti ülkeyi kanser gibi sarmış Yahudi, Ermeni ve Rumlardan oluşan bir hain şebekesiydi. Masonlar tarafından yönetiliyordu ve arkalarında tüm kafir dünyası vardı.Hepsi destekliyordu. Tasfiye etmek imkansızdı ama yönetiminde etkili olmak mümkündü.Şimdi o görev Enver Paşa'daydı. Almanlara karşı savaşa girilecek olsaydı belli ki Atatürk orada kalacak, Enver Paşa ayrılıp savaşın sonucunu bekleyecekti.

Bir parantez:
(Goben ve Bröstlav hikayedir. (Yavuz-Midilli) Osmanlı, savaşa Almanların yanında girmeye çok önce karar vermişti. Çünkü başka çaremiz yoktu. Osmanlıyı yıkmak isteyen bizzat İngilizlerdi. Almanlar değildi. Almanlar kazansaydı Osmanlı kurtulacaktı. İngilizler kazanırsa da Cumhuriyet kurulacaktı. Olay bu kadar nettir ve hepsi Yıldız İstihbarat Teşkilatının Planıdır.)


(Atatürk ve dava arkadaşı Enver Paşa.Osmanlının en iyi ajanları Libya'ya İtalyan'lara karşı Ömer Muhtar'a taktik vermeye gidiyorlar)

Lozan bu şartlarda yapıldı, Cumhuriyet bu şartlarda kuruldu. Düzenli ordumuz yoktu ama istihbarat devletimiz vardı ve dimdik ayakta kaldı. Burayı açmak biraz zor sadece şu kadar yazalım:

Atatürk Türk Gençliğine hitaben yaptığı tüm hitaplarda özellikle şu kelimeyi sürekli tekrarlamış ve üstüne basa basa söylemiştir.
“BAĞIMSIZLIK”

EVET. BU ÜLKE BİR SİYASİ DEHA OLAN VAHDETTİN İLE BİR ASKERİ DEHA OLAN ATATÜRK’ÜMÜZ TARAFINDAN O ŞARTLARDA KURULMUŞ VE BU GÜNLERE GELMİŞTİR.

Varsın İngiliz, Fransız “bizim dediğimiz oldu” desin. Onlar öyle bilsin. Türkiye üzerine İngiliz’in, Fransız’ın oynadığı oyunlar artık anlaşılmıştır. Ama Atatürk’ün onlara vurduğu siyasi darbeler sadece askeri bir deha değil aynı zamanda siyasi bir deha olduğunu da ispat etmiştir.

Lozan’da onlara söylenen şudur:

İstedikleriniz bunlar mı? “Tamam” denildi. (Karşılığında Anadolu ve Misakı Milli sınırları kurtarıldı. Çünkü bu sınırlar Osmanlı’nın Fatih dönemine eş değerdeydi. Hayır dense savaşacak güç yoktu. Yunanı ve Ermeni’yi destekleyip Anadolu’yu tamamen kaybettireceklerdi. Lozan için kullandılar.)

“Tamam” denildi. Çünkü:

Cumhuriyeti zaten biz de istiyoruz. Saltanatı kaldırmayı. Hilafeti zaten Ordu yoksa koruyamayız, tutmanın da anlamı yok. Batı kanunları? İşimize gelirse tutarız, istediğimiz zaman kaldırırız.

Üniformasız askerler! Üniformalı itler defolsun, üniformasız itlere de katlanırız. Tabi bir yere kadar. Gerektiğinde de gerekli dersi veririz. Kurulacak sistem içinde bu kısmen mümkün.

NE ZAMANA KADAR?

DÜZENLİ ORDULARIMIZ ONLARIN DÜZENLİ ORDULARININ KARŞISINA ÇIKIP PERİŞAN EDEBİLECEK GÜCE ERİŞİNCEYE KADAR. O DA MELHAMEİ KÜBRADIR İNŞALLAHU ALLAHU EKBER.

Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında 1923- 1938 arasında Türkiye’nin en önemli sanayi yatırımlarını yaptırmış, bir an önce bu aziz milletin onlar kadar güçlü olması için çabalamıştır.

ABD, hiç devreye girmeseydi çoktan güçlü bir ülke olacaktık. Düşünebiliyor musunuz daha 1926 yılında Atatürk Kayseri’de savaş uçağı fabrikası açtırmış ve ilk savaş uçağımızı uçurmuştuk. ABD devreye girip, NATO üyesi olup, ithale döndürülünce yerli savunma sanayi kilitlenmiştir. Bugün bu konudaki gelişmeler de bu güne kadar ki tüm gelişmeler de ABD ile değil ABD’ye rağmen yapılmaktadır. ABD düşmanlığının yükseldiği dönemlerde ABD dostları aracılığı ile kendisini affettirmek amacıyla ikinci ellerinde kolaylıklar da sağlamıştır ama tam milli olmasına da asla izin vermemiştir.  

Bir parantez: (Bakınız İran ABD ile arası iyi iken değil; ABD ambargo koyunca milli savunma sanayinde önemli gelişme sağladı.)

Evet bu ülke iki unsur üzerine kuruldu. Öyle olması gerekiyordu. Milli unsurlar ve gayri milli unsurlar.

Bizler hep gayri milli unsurları gördük, kendi aralarındaki mücadelelere şahit olduk. (27 Mayıs da ABD’nin Menderesine karşı İngiltere tarafından yapılmıştı.) 

Ama milli unsurlar hep gizli kaldılar. Ve onların başındaki isim de ATATÜRK’ DÜ. Bir numara ATATÜRK’DÜ.

İki numara ise Mareşal Fevzi Çakmak’tı. Ötekileri biz de bilmiyoruz ama Atatürk bizim için hep bir numara olacak kalacak. 

Ta ki Hz. Mehdi AS sancağı teslim alıncaya kadar.

Şunu da ekleyelim ve bu konu artık tamam olsun:

Ajan ne demektir?

Ajan camiye de gider, havraya da, kiliseye de gider tarlaya da. Yerine göre rakı içer, yerine göre zemzem. Bir gün cübbe giyer bir gün smokin.

Sonra bir gün İngiliz kamerasının karşısına geçer ve gökten inen yıldızları anlatır. Jetonları düşenler çektikleri ve MI6'da sır gibi sakladıkları görüntüleri doksan yıl sonra bizzat kendi elleriyle sosyal medyaya yüklemek zorunda kalır.

Ama nafile, atı alan Üsküdar'ı geçmiştir. Geçmiş ola. İngiliz'in borusu ötmez olmuştur.Sıra ABD'nin davuluna gelmiştir.İki yıl daha çalacak sonra o da patlayacaktır İnşaallahu Allahu Ekber. 



Bir sonraki yazı ATATÜRK DİKTATÖR MÜYDÜ?

30 Mayıs 2016 Pazartesi

GERÇEK DEMOKRASİ İSTENİR Mİ?

“GERÇEK DEMOKRASİ” İSTENİR Mİ?



Baştan söyleyelim dünyanın hiçbir ülkesinde gerçek bir demokrasi aramayınız, bulamazsınız.

-Gerçek demokraside “LİDER SULTASI” olmaz.

“SİYASİ PARTİLERİN SAHİBİ HALKTIR, LİDERLER DEĞİL”

-Gerçek demokraside “SİYASET, FİNANSMAN GEREKTİRMEZ.”

BİZE NE BAŞKA ÜLKELERDEN; BİZ KENDİ ÜLKEMİZE BAKALIM:

Yazacaklarımız her hangi bir siyasi parti ile ilgili değil TÜM SİYASİ PARTİLERLE ilgilidir ve hepsi için yazılmıştır.

LİDER SULTASI

Siyasi Partiler Kanunumuz ve Parti Tüzükleri ülkemizde TAM BİR LİDER SULTASINA neden olmakta ve Parti liderine rağmen yeni liderlerin yetiştirilmesi de imkansız hale gelmektedir.

Bir siyasi parti lideri kendisine rakip gördüğü yada artık partisinde istemediği her hangi bir kişiyi milletvekili dahi olsa parti disiplin kuruluna sevk edip ihraç edebilmektedir. Ya lidere kayıtsız şartsız bağlı kalınacak (argoda ki ismi ise kişiliğini yitirmek veya dalkavukluktur) yada  partiden atılacaktır.

Hani, siyasi partilerin sahibi parti lideri değil; milletti? Sahibi millet olan bir partinin milletten yüzbin oy alarak seçilmiş bir milletvekili o millete sorulmadan o partiden nasıl atılır? Ve bunun adı nasıl demokrasi olur? Lider eleştirilmez mi? Lider yanlış yapmaz mı? Lider haşa tanrı mıdır ki her dediği her yaptığı doğru olsun? Oda Allah’ın CC aciz bir kuludur ve pek çok hataları olacaktır. Eleştiriye kapanmak ise çıplak krallar doğuracak ve zararı sadece kendileri değil tüm millet ödeyecektir.

ÇÖZÜM:

1) Siyasi Partiler Kanununa konulacak bir madde ile “Kişiler kendi hür iradeleri ile üye oldukları partiden kendi iradeleri dışında hiçbir surette ihraç edilemezler” hükmünün getirilmesidir. Buna bağlı olarak da parti tüzüklerinde disiplin kurullarının ihraç yetkileri kaldırılır mesele çözülür. Var mı çözmek isteyen?

2) Siyasi partilerin il başkanları ile il delegeleri o ilde; ilçe başkanları ile ilçe delegeleri de o ilçede kayıtlı olan parti üyelerinin tamamının katılımına açık olarak kullanılacak oylarla seçilir ve parti üst yönetimlerince hiçbir şekilde görevden alınamazlar.

3) Üyeliğin yada partideki görevin sona erdirilmesi parti disiplin kurullarının müracaatı üzerine yerel mahkemede alınacak kararla mümkün olabilir. Üst mahkemenin kararı kesindir.
   
Sevgili parti liderlerimiz! 
Biliyoruz ki ‘lider sultası’ nefsinize hoş gelmektedir ve bu yüzden bu konuda bugüne kadar hiçbir adım atılmamıştır ama şunu da bilesiniz ki milletimiz bu işten hiç ama hiç hoşlanmıyor. Gençlerin önünü kapatıyorsunuz ve ülkenin geleceği ile oynuyorsunuz.

SİYASETİN FİNANSMANI

81 İl ve 1200 küsür ilçede örgütlenecek bir parti için acaba ne kadar para lazım?
Beldelerle beraber 1500 parti teşkilatı dersek ve ortalama bir teşkilat için 500 TL kira parası hesaplarsak bir siyasi partinin SADECE BİR AYLIK KİRA GİDERİ 750 BİN LİRA YAPAR.

Bu sadece bir aylık kira bedelidir. Personel, reklam malzemesi, seyahat, ikram ve ağırlama vb giderler de en az bu kadar olur.

Yani ülke için çok değerli bir bilim adamı var, projeleri var, devletini, milletini çok seviyor ve halkına hizmet etmek istiyor. Bu yeter mi? YETMEZ.

AYRICA BİR YIL İÇİN TAM 18 MİLYON TL PARAYA İHTİYACI VAR. Ve bu para en küçük bir parti içindir.

Kitleleri haberdar edip halkı ayağa kaldıracak, devasa gayrimenkuller, taşıtlar, afişler, bayraklar, reklamlar, seyahat ve organizasyonlar, radyo, TV programlarını da eklersek 18 milyonun rahatlıkla 100 milyonu geçtiğini görürüz.

PEKİ KİM, NİÇİN VERİR BU PARAYI?

Dışarıdan almak suçtur ve karşılığında VATANI isteyeceği açıktır.
İçeriden veren de ya zenginliğini muhafaza etmek için verir yada daha çok zengin olmak için. Vatan için de veren vardır elbette ama çoğunlukta olmadıkları da kesindir.

ÇÖZÜM:

1-      Siyasi partilerin sadece il başkanlıklarına ait kiralık binaları olmalı ve ilçe teşkilatlarının tamamı kapatılmalıdır. Yani kiralık binalar kapatılmalıdır. Teşkilat binaları beş yıl boyunca zengin partilere reklam panosu gibi avantaj sağlamaktadır. Seçim dönemlerinde parti teşkilat binası yerine seçim büroları açılıp seçimler yürütülebilir. Zaten o da yapılmaktadır. İlçe teşkilatları bina olmadan da görevlerine devam edebilir.

2-      Siyasi partilere ait afiş, pankart vb görsel temaların seçim dönemleri de dahil olmak üzere sadece genel merkez ve il başkanlıklarına asılması bunun haricinde araçlar da dahil olmak üzere hiçbir yerde sergilenmemesi gerekir.

GEREKİR Kİ; PARASI OLANIN KARŞISINDA PARASI OLMAYANIN DA ÜLKE İÇİN SİYASET YAPMASI DEVLET TARAFINDAN GÜVENCE ALTINA ALINABİLSİN.
VAR MI YAPACAK OLAN? ÇIKMAZ.

HZ.MEHDİ AS’IN DA BUNLARA ZATEN İHTİYACI OLMAYACAK VE O GÜNLER DE YAKINDIR İNŞALLAH.

  





19 Mayıs 2016 Perşembe

MUHALEFETİN MUHATABI BUNDAN SONRA ERDOĞAN'DIR.

  YORUMSUZ






KISACA YAZIVERELİM...

Yeni başbakan Binali Yıldırım olacaktır.
Çünkü biz bu sitede, Davutoğlu Başbakan olmadan önce de başbakan olacağını yazdığımızda; bunu şu gerekçeye bağlamıştık.

Cumhurbaşkanı iki kişi üzerinde durur. Ya emir alan pasif biri. Ya da emir almayan aktif biri.

Eğer partide oy kaygısı olursa aktif olan, oy kaygısı olmazsa pasif olan tercih edilir diye yazmıştık.

O zaman ki başbakan adayımız üç kişiydi. Ali Babacan aktif olduğu için tercih edilmedi. Binali Yıldırım ise partinin oy kaygısı nedeniyle vazgeçilmek zorunda kalınan isim oldu.

O nedenle hem emir alacak hem de partiye oy kaybettirmeyecek Davutoğlu tercih edildi.

Şimdi ise artık başkanlık sisteminin fiiili olarak hayata geçirilmesi söz konusudur.

Yani Cumhurbaşkanı artık tüm bakanlar kurulu toplantılarının sarayda yapılmasını istiyor. Ve bizzat bakanlara doğrudan emir vermek ve hükumeti yönetmek istiyor.

Çankaya veya Başbakanlık makamı da hiç olmasın isteniyor. Yani başbakanlık makamı bundan sonra formalite olacak. Başbakanlar sadece bakanları saraya götürüp toplantıya hazırlayacak kişiler olacak.

Bu iş için de şu anda en uygun kişi Binali Yıldırım'dır.

Davutoğlu istifa anında yani şu günlerde AKP veya Saray aleyhine konuşmadı ama yakın gelecekte neler konuşacak, göreceğiz. Çünkü ötekiler de aynı oldu.

Göreve gelirken nice güzellemeler.Ayrılırken patırdı gürültü çıkarmadan sessizce gidişler. Sonra da kopan fırtınalar.

Son anekdot:

Başkanlık sistemi hakkındaki görüşlerimiz bellidir. Bu sitede Türkiye'ye özel başkanlık sistemi önerisi yayınlanmıştır. Bu sistemi getirmek isteyecek siyasetçi de yoktur ve olamaz. Sebebi ise yazıda açıkça izah edilir.





6 Mayıs 2016 Cuma

BU SİSTEMİ GETİRECEK BABAYİĞİT ARANIYOR

DEĞERLİ TAKİPÇİLERİMİZ AŞAĞIDA ÖNERDİĞİMİZ ÇİFT BAŞKANLIK SİSTEMİ YAZISINI 2006 YILINDA YAZMIŞTIK VE BAZI YERLERDE YAYINLANMIŞTI.

O ZAMAN CUMHURBAŞKANINI HALKIN SEÇMESİ TARTIŞILIYORDU. 
(DİKKAT 2006 YANİ DOKUZ YIL ÖNCE)




İŞTE O YAZI


Siyasi kadrolaşma için en uygun sistem mevcut sistemdir. Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde yasama, yürütme ve yargı ülkemizdeki kadar iç içe olmamıştır.

Açıkçası bu durum siyasi partilerin de çok işlerine gelmiştir. Zaten az gelişmiş bir ülkeyiz ve halkımızın ihtiyaçları sınırsız. Hiçbir iktidarın tüm ihtiyaçları karşılaması da mümkün değil. 

Dolayısıyla halkı mutlu edecek bir iktidar bulmak da imkansız.
O halde yeni kurulan, bir takım iç ve dış destekleri de alan, hoş bir vizyon oluşturan her partinin iktidar olma şansı var demektir. İyi bir tanıtım, reklam ve propaganda ile meclise girmek mümkün.
Hatta bir de az gelişmiş halklara özgü manevi değerler üzerinden duygu sömürüsü yapılması kuralına da bağlı kalınırsa tek başına iktidar bile hayal değil.

Şimdi birbirinden ayır kolaysa yasamayı, yürütmeyi ve yargıyı. Kim kimi yönetiyor bul bulabilirsen. Yasama da, yürütme de, yargı da hükümet. Hükümet de başbakan. Bu tek adam yönetimi değildir de nedir? Dünyanın hangi demokratik ülkesinde siyasi parti, meclis ve hükümet tek adamdan emir almaktadır?

Türkiye, en kısa sürede ilgili kanun değişiklikleri ile siyasi istikrarı ve temsilde adaleti sağlayan bir seçimlik değil her seçimlik adil ve demokratik bir seçim sistemi kurmalıdır.

Önümüzde cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Diyelim ki AKP seçim günü kendi içinden bir cumhurbaşkanı seçti. Yasal mıdır? Yasaldır. Teamüllere uygun mudur? Uygundur. Süleyman Demirel kendi hesabıyla yüzde on bir halk desteği ile seçildiğine göre temsil yetkisi var mıdır? Evet, vardır. Peki rahatsız olacaklar var mıdır? Evet, onlar da vardır. Her zaman olmuştur.

Belki AKP’nin seçeceği cumhurbaşkanı, önceden seçilmiş bir kaç cumhurbaşkanından daha meşrudur. Ama sorun AKP’nin seçeceği cumhurbaşkanı değil, cumhurbaşkanlarının seçiliş biçimidir. Kötü niyetli bir siyasi parti hem iktidarı hem de cumhurbaşkanlığı makamını mevcut seçim sisteminde pekala eline geçirebilir.

İşte en büyük sorun budur. Devletin tüm kadroları hükümet tarafından oluşturulmakta ve önemli mevkiler için cumhurbaşkanının da onayı gerekmektedir. Yani kötü niyetli bir hükümet cumhurbaşkanlığı makamını da eline geçirirse başta Genel Kurmay Başkanlığı olmak üzere devletin tüm kadrolarını rahatlıkla eline geçirebilir, rejimini değiştirebilir, hatta cumhuriyeti bile yıkabilir.
Temennimiz milli güçlerin engel olmasıdır. Ama her ihtilalin de millete ağır maliyetleri olmuştur. 27 Mayıs’ın, 12 Eylül’ün bile tahribatları unutulmadı. Kaldı ki böyle bir girişim hem devleti hem de milleti böler ki Allah korusun çok vahim sonuçlar doğurabilir. İşte bu nedenle konu çok önemlidir ve Türkiye’deki seçim sistemleri mutlaka baştan aşağı değiştirilmelidir.

• Cumhuriyet için Çağdaş ve Güvenilir Bir Seçim Sistemi Önerisi

A - Sistemin içeriği

1) Cumhurbaşkanını, milletvekillerini, belediye başkanlarını, il genel meclisi üyelerini, belediye meclisi üyelerini, mahalle ve köy muhtarlarını doğrudan halk seçer.
2) Cumhurbaşkanını, milletvekillerini, belediye başkanlarını, il genel meclisi üyelerini, belediye meclisi üyelerini siyasi partiler aday gösterir. Ancak seçilme haklarına haiz olan herkes bağımsız aday olabilir.
3) Seçimler beş yılda bir, iki turlu seçim sistemine göre yapılır.
4) Yüksek Seçim Kurulu seçim günleri için ardışık iki pazar gününü belirler. Birinci pazar en çok oyu alan iki aday veya aday parti ikinci pazar yeniden seçime gider ve kazananlar yüksek seçim kurulunca ilan edilir.
5) Vergi denetmenleri başkanlıkları hariç, Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı ve Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı da dahil olmak üzere tüm teftiş kurulu başkanlıkları doğrudan devlet denetleme kuruluna bağlanır. Devlet denetleme kurulu da doğrudan cumhurbaşkanına bağlıdır.
Ülkenin tüm denetim işleri doğrudan cumhurbaşkanı tarafından bu kurullara yaptırılır. Bakanlar sadece kendi bakanlıkları ile ilgili denetimleri kendi bünyelerinde bulunan teftiş kurulu başkanlıklarına yaptırabilirler. Diğer bakanlık ve kurumların faaliyet alanına giren denetim işlerini ise cumhurbaşkanına bildirirler.
6) Cumhurbaşkanının icraya yönelik tüm yetkileri başbakana devredilir.
TBMM’ne ve cumhurbaşkanına bağlanmayan tüm kurumlar başbakana bağlanır.
Cumhurbaşkanı sadece denetimin başı olur ve denetim mekanizmalarını çalıştırır. Başbakan tüm icraat faaliyetlerinden dolayı, cumhurbaşkanı da denetim faaliyetlerinden dolayı doğrudan TBMM’ne karşı sorumludur.
Cumhurbaşkanı sadece başbakanın teklifiyle TBMM tarafından 3/4 oyçokluğu ile görevden alınabilir. Başbakan sadece cumhurbaşkanının teklifi ile TBMM tarafından 2/3 oyçokluğu ile görevden alınabilir.
7) Devletin bölünmez bütünlüğünü ve anayasal ilkelerini TBMM temsil eder. Bu bağlamda TSK, Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT doğrudan TBMM’ne bağlı olur ve bu güzide kurumların en üst düzey beş memurundan her biri, başbakanın teklif edeceği üç aday arasından, cumhurbaşkanı tarafından seçilir.
Cumhurbaşkanının seçeceği kişinin TBMM tarafından ilk toplantıda salt çoğunluk esasına göre onaylanması şarttır.
8) Yargı sistemi tüm kurum ve kuruluşlarıyla birlikte doğrudan TBMM’ne bağlıdır. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay ve Yüksek Askeri İdari Mahkeme üyeleri ve yüksek mahkeme başsavcıları yedinci madde usül ve esasları doğrultusunda belirlenir. Diğer hakim ve savcıların tüm atamaları ve tayin işlemleri HSYK tarafından yapılır.
HSYK üyeleri hakim ve savcılar tarafından seçilir. Seçilen hakim ve savcılar başbakan veya cumhurbaşkanının önerisi ile TBMM tarafından salt çoğunlukla her zaman görevden alınabilir.
9) Valiler ve kaymakamlar doğrudan cumhurbaşkanına bağlanır, cumhurbaşkanı tarafından tayin edilir ve TBMM tarafından salt çoğunlukla onaylanır. Valilerin ve kaymakamların icraata yönelik tüm yetkileri belediye başkanlarına devredilir. Valiler ve kaymakamlar sadece cumhurbaşkanının denetim faaliyetlerinin yerel temsilcisi ve takipçisi olurlar.
10) Mahalle ve köy muhtarları icraat bakımından en yakın belediye başkanının, denetim bakımından da bağlı bulunduğu kaymakamlığın o mahalle veya köydeki temsilcisidirler.

B - Sistemin Yararları

1) Bu sistemde cumhurbaşkanlarının her seçimde tartışılan meşruiyet sorunu aşılmış olacaktır.
2) Hem cumhurbaşkanı hem de hükümet halkın yüzde elli artı birini temsil edeceğinden hem temsil sorunu olmayacak hem de siyasi istikrar sağlanmış olacaktır.
3) Anayasa değişiklikleri zorlaşacak,uzlaşma kültürü yerleşecek ve rejim kendisini daha iyi koruyacaktır.
4) Denetim mekanizması da bağlı olduğu makamın temsil yetkisi nedeniyle daha sorumlu işleyecektir.
5) Bu sistemde siyasi kadrolaşmanın ya önüne geçilecek ya da meşru zemine oturacaktır.Güvenli bir kadrolaşma olacağından en azından tartışılmayacaktır.
6) Bu sistem de bakanların meclis dışından olması da mümkün olup yasama ile yürütmenin bağımsız çalışması ve yürütmenin yasama tarafından etkin denetimi de sağlanabilir.
7) Yine bu sistemde yargı doğrudan meclise bağlı olmakla birlikte kadroları cumhurbaşkanı tarafından denetlenerek yürütmenin yargı üzerindeki etkilerini de kaldırmak mümkündür.
8) Tüm denetleme kurulları doğrudan cumhurbaşkanına bağlanacağından en büyük sorunumuz olan etkin denetim de siyasi rantlardan uzak olarak işler hale gelecektir.İcra makamının kendisi icraatını denetlemediği açıktır.
9) Bence bu sistemin en önemli kazanımı; halkın ikinci defa sandığa giderek oy verdiği partiden başka bir partiye de oy vermesini mümkün kılarak, tabanda uzlaşma kültürünün sağlanmasıdır. Artık bu millet bağnaz particiliği de bırakmalı ve adayların mensubu olduğu partiye değil sahip oldukları niteliklere oy vermelidir.
10) İcra makamı artık denetleneceği için daha dikkatli ve verimli çalışacaktır. Yıllar süren işler çok kısa sürede bitirilecek ve kalkınma hızlanacaktır.
11) Bu sistemin bir çok yararını daha saymak mümkündür ama kısaca şunu söylemek yeterli olacaktır. Bu sistem bir seçimlik değil her seçimlik bir sistemdir.


Yazan: Safa Asya 24.11.2006 

PEKİ BU SİSTEMİ KİM İSTER? KİM İSTEMEZ?

Vatanını Milletini seven DÜRÜST kişiler ister.
Vatanını ve Milletini seviyormuş gibi görünüp de aslında hiç de dürüst olmayanlar ve bulundukları makamlardan nemalananlar ile onların nemalandırdıkları hiç mi hiç istemezler.

NOT:Yazıda düzeltilebilecek hususlar var ama aynen almayı tercih ettik. Sadece zorunlu bir açıklama olarak şunu ekleyelim. Başkanlık Sistemi adı altında Eyalet Sistemi kelimenin tam anlamıyla İHANETTİR.

Yukarıda önerdiğimiz sistem eyaletsiz sistemdir.Aslında eyaletli eyaletsiz ayrımı yapmaya gerek duyma bile bir ihanet niyetinin göstergesidir. Sistem budur eyalete falan hiç gerek yoktur.

GERÇEKTEN DÜRÜST OLANLAR BU SİSTEMİ DAHA DA GELİŞTİRİP, NOKSANLARINI TAMAMLAYARAK GETİRİRLER.

SİZCE GETİRİRLER Mİ?



KİLİS'DE OYNANAN ALÇAK OYUN



KİLİS - IŞİD - PKK

 
IŞİD mevzilerinden atılan füzelerle adı konulmamış bir savaş yaşanan Kilis’e dün de 7 füze atıldı. 1 kişi öldü 9 kişi yaralandı. Şu ana kadar 21 kişi hayatını kaybetti. Kilis Baro Başkanı Muammer Fazlıağaoğlu, “Burada büyük bir oyun oynanıyor” dedi

Kilis, 18 Ocak’tan bu yana IŞİD mevzilerinden atılan roketler nedeniyle savaş ortamını aratmıyor. Son üç ayda Kilis’e düşen roket sayısı 77’e ulaştı. Saldırılarda 21 kişi hayatını kaybederken, 85 kişi yaralandı.
Hemen her gün vurulan Kilis dün de güne roket saldırılarıyla uyandı. Suriye’nin IŞİD denetimindeki Bab bölgesinden sabah ve öğleden sonra  toplam 7 katyuşa roketatar mermisi atıldı. Mermilerin çeşitli yerlerde infilak etmesi sonucu 1 kişi öldü 9 kişi yaralandı.

FELAKETE DOĞRU GİDİYORUZ

Kilis Baro Başkanı Muammer Fazlıağaoğlu, Kilis’in felakete doğru sürüklendiğine dikkat çekti. Kilis’ten göç edildiğini belirten Baro Başkanı şunları anlattı: “Çaresizlikten Cumhurbaşkanı’na kadar ulaşmaya çalıştım. Ne çıktığını bilmiyorum ama sadece bana, gereken şeyler yapılacak diye bir cevap verildi. Canımız gidiyor, ölüyoruz” dedi.

‘BROŞÜRLE VE ANONSLA ÖNLEM OLMAZ’

Kilis’te savaş hâli olmasına rağmen alınan tedbirlerin sadece broşür ve anons olduğunu hatırlatan Fazlıağaoğlu şöyle devam etti: “Bu roketlerin IŞİD tarafından geldiğini de düşünmüyorum. Daha önce IŞİD’in bütün hastaları burada tedavi edildi, lojistik destek verildi. IŞİD, kendine bu kadar destek verene bunu yapsın! Burada bir oyun oynanıyor. Bu oyunun ne olduğunu anlamak için Dışişleri’nin buna müdahale etmesi gerekiyor.”

‘TOPRAKLARIMIZI KORUYAMIYORUZ’

Kilis Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği Başkanı Ömer Sevengül: Kilis, Ortadoğu’dan farksız bir hâle geldi. Devletin savaş ortamına girmesini istemiyoruz. Ama devletin dış politikasını değiştirerek bu işi çözmesi gerekiyor. Ya kara harekatı olacak ya dış politika değişecek. Bugün yaşanan tabloya bakılınca normal savaş durumundayız.

Senin sınırının dışındaki bir terör grubuna karşı kendi topraklarını koruyamayacak durumdasın. Ticaret sıfır noktasında, kepenkler açılmıyor. Suriyelilerin göçü yetmiyor, kendi halkımız da göç ediyor.”

ESNAF KEPENK KAPATTI

Yaşananlar kentte yaşayanları isyan ettirdi. Bu sabah yine roket mermilerinin isabet ettiği kentte tedirgin olan halk eve kapanırken esnaf tepki için kepenk açmadı. Bugüne kadar roketli saldırılarda 90 bina ile 32 aracın hasar gördüğü kentte esnafın kepenk açmamasıyla sokaklar boşaldı.

OBÜSLERLE KARŞILIK VERİLDİ

Roketlerin hedefi haline gelen Kilis’te nüfusun büyük bölümü göç ederken patlamalar halkta büyük paniğe yol açıyor.

2 MEVZİ VURULDU

Dün sabahki saldırılarda bombanın düştüğü yerde otomobiller de büyük hasar görürken çevredeki evlerin camları kırıldı. Suriye tarafından dün roket mermisi atılan 2 mevzi, Fırtına Obüsleri ve  çok namlulu roketatar bataryasıyla ateş altına alındı. 4 IŞİD’li etkisiz hale getirildi.
(Özgür Düşünce Gazetesi)

YORUM

Kilis'de oynanan alçak oyun şudur:

Kilis ve tabi ki kahraman şehrimiz Gaziantep bölücü bir şehir değildir. PKK ve yandaşlarına karşı dimdik karşı duruşu olan bu kahraman şehrimiz PKK için boşaltılmak isteniyor.

Şerefsiz IŞİD, PKK için kullanılıyor.

Kilis, Nizip, Gaziantep boşalacak yerine PKK yandaşları doldurulacak. Şerefsiz oyun budur.

IŞİD de PKK da bunlara destek verenler de namussuzdur, şerefsizdir, kansızdır. Katledilmeleri hem caizdir hem de vatana ve bu kahraman millete büyük bir hizmettir.

Vurandan ve öldürenden Allah CC razı olsun.


5 Mayıs 2016 Perşembe

KAYITSIZ ŞARTSIZ İTAAT

  YORUMSUZ






KISACA YAZIVERELİM...

Yeni başbakan Binali Yıldırım olacaktır.
Çünkü biz bu sitede, Davutoğlu Başbakan olmadan önce de başbakan olacağını yazdığımızda; bunu şu gerekçeye bağlamıştık.

Cumhurbaşkanı iki kişi üzerinde durur. Ya emir alan pasif biri. Ya da emir almayan aktif biri.

Eğer partide oy kaygısı olursa aktif olan, oy kaygısı olmazsa pasif olan tercih edilir diye yazmıştık.

O zaman ki başbakan adayımız üç kişiydi. Ali Babacan aktif olduğu için tercih edilmedi. Binali Yıldırım ise partinin oy kaygısı nedeniyle vazgeçilmek zorunda kalınan isim oldu.

O nedenle hem emir alacak hem de partiye oy kaybettirmeyecek Davutoğlu tercih edildi.

Şimdi ise artık başkanlık sisteminin fiiili olarak hayata geçirilmesi söz konusudur.

Yani Cumhurbaşkanı artık tüm bakanlar kurulu toplantılarının sarayda yapılmasını istiyor. Ve bizzat bakanlara doğrudan emir vermek ve hükumeti yönetmek istiyor.

Çankaya veya Başbakanlık makamı da hiç olmasın isteniyor. Yani başbakanlık makamı bundan sonra formalite olacak. Başbakanlar sadece bakanları saraya götürüp toplantıya hazırlayacak kişiler olacak.

Bu iş için de şu anda en uygun kişi Binali Yıldırım'dır.

Davutoğlu istifa anında yani şu günlerde AKP veya Saray aleyhine konuşmadı ama yakın gelecekte neler konuşacak, göreceğiz. Çünkü ötekiler de aynı oldu.

Göreve gelirken nice güzellemeler.Ayrılırken patırdı gürültü çıkarmadan sessizce gidişler. Sonra da kopan fırtınalar.

Son anekdot:

Başkanlık sistemi hakkındaki görüşlerimiz bellidir. Bu sitede Türkiye'ye özel başkanlık sistemi önerisi yayınlanmıştır. Bu sistemi getirmek isteyecek siyasetçi de yoktur ve olamaz. Sebebi ise yazıda açıkça izah edilir.

 



30 Nisan 2016 Cumartesi

KUT'ÜL AMARE



Ortadoğu’nun yegane kurtuluş yolu: “Kutul Amare ruhu”

Allah’ın adıyla

“Biz Türkler, Kürtler, Araplar, Sünniler, Şiiler, Müslümanlar, Hristiyanlar; bu Mezopotamya’nın kadim halkları omuz omuza verirsek yedi düveli yenebileceğimizi Kutul Amare’de gösterdik! Yüz yıl geçti; yine bu ruh ile parçalayıcı ruh savaşıyor. Kutul Amare’de yenilenler, masaların ve kapıların arkasında Sykes-Picot ile Osmanlı’yı nasıl parçalayıp o birleştirici ruhu nasıl yok ederiz diye planladılar… Şimdi ya Kutul Amare kazanacak ya Sykes-Picot kazanacak..!”

Bu sözler Başbakan Davutoğlu tarafından “Mardin Kardeşlik Buluşması” toplantısında söylendi. Bu sözlerin pratik yansımalarının ne olup olmadığı ve söylenen bu sözlerle paralellik arz edip etmediği bugün konumuz olmayacak. Bugün bu sözlerden hareketle sadece torik bir çözümleme yapma peşindeyiz.
Sözler baştan sona doğrudur: Ortadoğu’daki bugünkü amansız mücadele kelimenin tam anlamı ile  “Kutul Amare’ye karşı Sykes-Picot” savaşıdır.

Ortadoğu halklarının yegane çıkış ve kurtuluş yolu Kutul Amare ruhudur. Peki, nedir bu Kutul Amare ruhu? Ve nedir alt etmek istediğimiz Sykes-Picot düzeni?

Konuyu tam kavramak için önce yüz yıl geriye bin dokuz yüz on altıya geri dönmeliyiz. O gün öncülüğünü İngiltere’nin yaptığı “emperyalizm” Osmanlı Devleti’ni parçalayarak Ortadoğu’da tam bir sulta düzeni kurmak için pek çok cepheden Osmanlı’ya saldırmıştı.

Osmanlı milletleri Türk’ü, Kürd’ü, Arab’ı, Fars’ı, Sünni’si, Şii’si ve hatta Hristiyan’ı ile önce Çanakkale’de direndi; omuz omuza. Ve toprağa düştü koyun koyuna ki “emperyalizm” galebe çalmasın diye.
Ardından ikinci büyük direniş bugün Irak’ta Kerbela ve Necef’in daha doğusuna düşen Kut şehrinde yaşandı. Türk, Kürt, Arap, Sünni, Şii tüm kadim Mezopotamyalılar İngiliz ordusuna öyle bir darbe vurdular ki, bu mağlubiyet İngiliz ordusunun (doğal olarak Batı emperyalizminin) modern tarihlerde aldığı üç büyük yenilginin kronolojik olarak ikincisi ve etki olarak birincisi olarak kayıtlara geçti. İngiliz ordusunun kırk bin askeri öldürülüp, genel komutanı General Townshend dahil olmak üzere on üç general dört yüz seksen bir subay ve on üç bin eri teslim alındı. Yirmi dokuz Nisan bin dokuz yüz on altı tarihli bu zafer, Kutul Amare zaferi olarak tarihlere geçti.

Ancak bu olaydan sadece on yedi gün sonra on altı Mayıs bin dokuz yüz altı günü İngiliz subay Sykes ile Fransız subay Picot tarihte “Sykes-Picot” adıyla meşhurlaşacak antlaşmayı imzaladılar. Antlaşmanın özü şuydu: Birbirimizle mücadeleyi bırakıp Ortadoğu’yu birlikte sömürelim. Bu sömürü için bölgeyi ulus devletlere bölelim. Bu bölme işlemini yaparken de gelecekte sömürüyü kolaylaştırmak için şimdiden etnik ve mezhep temelli fitne tohumlarını ekelim. Böylece Ortadoğu, kendi halkları için sonsuza kadar kan deryası, bizim içinse sömürülecek ve tasallut edilecek coğrafyalar olsun.

Görüldüğü üzere Kutul Amare, bir anlayışın bir ruhun zaferi. Birlik olmanın beraber olmanın, omuz omuza vererek emperyalizme karşı durmanın zaferi. Birbiriyle değil “emperyalizm” ile mücadele etmenin adı, “vahdet”in yansımasıdır Kutul Amare.

Oysa Sykes-Picot yayılmacılığın, sömürü ve tasallutun adıdır. Emperyalizm ve eklentisi siyonizmin Ortadoğu milletlerini köleleştirmesinin adıdır. Her türlü etnik ve mezhep temelli fitnenin adıdır. Yandaş yönetimlerin uşak hükümetlerin adıdır.

Evet, gerçekten son yüz yıldır Ortadoğu coğrafyasında olup biten Kutul Amare ruhunun Sykes-Picot tasallutundan kurtulma çabasından başka bir şey değildir. Ve şu an tüm mücadele de bundan ibarettir.
Ancak tüm bu çözümlemelerin işimize yarar bir hale gelmesi için olayı günümüze taşımalı ve günümüz karşılıklarını bulmalıyız.

Emperyalizm halen var mı? Evet. Bugünkü öncülü kimdir? Besbelli ki, Amerika! Peki yandaşları? Birincil yamağı İsrail’dir. Siyonizmin müşahhas şekli olan bu kanser tümörünü İslam ümmetinin kalbine saplamıştır. Ardından özellikle İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği Avrupa ülkeleri. Ama en ilginç uşakları sırtına bindiği Ortadoğu kral ve hükümetleridir.! Peki, tarihte “İngiliz Ordusu” olarak müşahhaslaşan o birleşik yayılmacı gücün bugün bir karşılığı var mı? Besbelli ki, bugün ona NATO derler!

Mezopotamya’nın kadim milletlerine ne oldu? Kan ve gözyaşı içindeler! Niçin? Emperyalizm, biraz mezhep ve biraz etnik köken kattığı savaşlarla onları birbirine kırdırıyor? Peki, hükümetler? Çoğu Amerika’nın kapısında sırada! Orada sıra kapamamışlar ise Emperyalizmin küresel tetikçisi Vahhabizmin kalesi Suud’un kapısında… Durum bu.!

Bir an önce NATO hezeyanlarını terk etmeliyiz. Kutul Amare ruhunu harekete geçirmek için sadece söylem yetmez! Amerika’nın atına binmekten vazgeçmeliyiz. Emperyalizm ve siyonizm tüm bölgenin ortak düşmanıdır ve bu düşman yeni bir Sykes-Picot ile bölgeyi en az yüz yıl daha sömürmek istiyor. Bu sömürüyü gerçekleştirebilmek içinde elinde iki önemli fitne tohumu var: Mezhepçilik ve kavmiyetçilik!

Kutul Amare ruhunu gerçekten harekete geçirmek isteyenler, gerçek vatanseverler asla mezhepçilik ve kavmiyetçilik yapmazlar. Onlar “vahdet” çağrısı kimden gelirse gelsin ellerini uzatırlar. Karşıdaki kişi ya da topluma baktıklarında önce “mezhep ya da etnik köken” değil “insan” görürler. İlla ki bir sınıflama yapacaklarsa “emperyalistler ve anti-emperyalistler” diye yaparlar. Yok, bizim kavramımız Kur’ani olsun derseler; “mustazaflar-müstekbirler” diye tanımlarlar yeryüzü mücadelesini.

Bölgede “anti-emperyalist cephenin ya da başka bir deyişle mustazafların” kalesi konumundaki İslam İnkılabı düşman ya da rakip değil olsa olsa rahatlıkla sırtımızı dayayacağımız partnerimizdir. Ve yine yıllardır devirmek için peşine düştüğümüz Suriye yönetimi Sykes-Picot’un değil Kutul Amare’nin safındadır. Bunu anlayabilmek için daha ne kadar bedel ödenmesi gerekiyor?

Emperyalizm ve siyonizmin tüm çabası ile kuşatmak ve boğmak peşinde olduğu Lübnan Hizbullahı ise Kutul Amare ruhunun akıncılarıdır, öncül birlikleridir, fedaileridir. Kendilerini ümmete, birliğe, vahdete adamış yapıların ve yiğitlerin kıymetini bilmeliyiz. Onların ayağını kaydırmak Sykes-picot’a hizmet etmektir. Yani dolaylı olarak kendi “köleleşme” sürecimize katkı sunmaktır…

Son söz: Evet, Ortadoğu halklarının yegane çıkış yolu Kutul Amare ruhudur. Peki, nedir Kutul Amare ruhu?
Kutul Amare ruhu: Türk, Kürt, Arap, Fars… Sünni, Şii, Dürzi, Hristiyan, Ezidi… tüm etnik ve inanç gruplarının bir ve beraber olarak “emperyalizm ve siyonizm”e karşı ortak mücadele etmesidir. Vahdettir, kardeşliktir. Bahsi geçen inanç ve etnik gruplar ne birbirinin düşmanı ve ne de rakibidir. Onlar bu coğrafyanın kadim sahipleridir. Onların ortak düşmanı ise “emperyalizm ve siyonizm”dir!

Muntazar Musavi / Rasthaber

 NOT: YAZI ALINTIDIR. KATILIYORUZ.

14 Nisan 2016 Perşembe

DUYURU

ÇOK ÖNEMLİ GELİŞME OLURSA YAZMAYA ÇALIŞACAĞIZ. 

ZAMANIMIZ OLMADIĞI İÇİN YAZI YAZAMIYORUZ. 

TAKİPÇİLERİMİZ ÖNCEKİ YAZILARA BAKABİLİRLER. 

YAZILARIN TAMAMI GÜNCEL.

30 Mart 2016 Çarşamba

ABD VE İSRAİL SORUSU

ABD VE İSRAİL NİÇİN VATANDAŞLARININ TÜRKİYE'Yİ TERK ETMESİNİ İSTEDİ?


Uzun yazmak isterdik ama yoğunuz özür dileriz.

Kısaca cevap yazalım.

ABD Savunma Bakanlığı ile İsrail aynı dili konuşur. ABD Türkiye'nin Adana, Muğla ve İzmir illerinde yaşayan ABD vatandaşlarının Türkiye'yi terk etmesini istedi.

Keza İsrail de öyle... 


EL CEVAP

Adı geçen iller Türkiye'nin turizm kuşağını temsil eder. 

Manavgat,Alanya, Antalya'dan, Fethiye, Marmaris, Bodrum'a; Kuşadası'ndan Çeşme'ye neredeyse tüm turizm illerimiz bu kuşakta yer alır.

Yani Türk Turizmi vurulmak isteniyor. Ama bomba saldırısı istihbaratı ile ama bu açıklamaların bizzat kendisi ile.

Bulunduğumuz aylar bahar ayları olup turizm rezervasyonlarının en çok yapılacağı aylardır.
Yani turizm açısından bu aylar boş geçerse sezonun tamamı boş geçer anlamı çıkar.


Yani hedef TÜRK TURİZMİDİR.EMİNİZ.